Bu günkü Sözcü gazetesinde küçücük bir kare içinde darbelerin sembol ismi Mutlucan öldü diye yazıyordu. Değerli kahramanlık türkülerinin küçücük bir fotoğrafını koymuşlar. Gazetenin dokuzuncu sayfasında ise yine küçük bir fotoğrafıyla kısa bir haber yapmışlar. Hasan Mutlucan için darbelerin sembol ismi demek ona yapılan en büyük haksızlıktır. Zira o kahramanlık türkülerinin en büyük ustasıydı. Onun davudi sesiyle söylemiş olduğu yine de şahlanıyor kol beyinin kır atı, Çanakkale içinde vurdular beni türküleri dinlemiş olanların belleğinden silinir mi? Kıbrıs savaşında onun okuduğu kahramanlık türküleriyle coşmuştuk. Bin dokuz yüz seksen senesindeki on iki eylül sabahında yine onun kahramanlık türküleriyle uyanmıştık. Askeri darbeyi yapanlar darbe sırasında onun okuduğu türküleri Hasan Mutlucan’dan izin almaya gerek görmeden yayınlamışlardı. O yüzden de adı darbelerin sesi olarak anılmaya başlamıştı. Hasan Mutlucan kendisini darbe ile özdeşleştirenlere tepki gösterse de bu adı kimliğinden sildirememişti. Bu isim yüzünden türküleri radyolarda ve televizyonlarda okunmaz olmuştu. Belki de adını unutturmak için Seferihisar gibi küçük bir ilçeye yerleşerek gününü balık tutarak geçirmeye başlamıştı. Çileli yaşamı bin dokuz yüz yirmi altı yılında İzmir’de Eşrefpaşa semtinde fakir bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelmesiyle başlamıştır. Ailesi Girit göçmenidir. O yıllarda hangi Girit göçmeni zengindi ki onun ailesi zengin olsun. Ünlü olduktan sonra bile ünlü olmanın mutluluğunu yaşayamamıştı. On iki eylül darbesinde onun sesi ile okunan türküler bizleri coştururken, o türküler onu çileli bir hayatın içine fırlatıp atmıştı.
On iki eylül sabahında Hasan Mutlucan’ın davudi sesiyle uyandığımızda mutluluktan uçar gibi olmuştuk. Zira darbenin bir gün öncesine kadar gözümüz televizyonda, kulağımız da radyodaydı. Kızımın adının öldürenler arasında olmaması geçici de olsa derin bir oh çekmemize nede oluyordu. Ne kötü ve ne korkunç günlerdi o günler. Çocukları üniversitede okuyan ailelerin tümü benim yaşadığım korkuyu yaşıyordu. Oysa benim kızım o felaketlerin yaşandığı günlerde en sakin olan, olaylara karışmayan Boğaziçi üniversitesinde okuyordu. Ben buna rağmen diken üzerinde yaşıyordum. Ya çocukları olaylı üniversitelerde okumakta olan aileler ne durumdaydılar? Hangisi gece yatağa girdiğinde huzur içinde uyuyabiliyordu?
Darbe günü Hasan Mutlucan’ın türküleriyle coşmuştuk ama İmamoğlu Kenan Evren’in ne yapacağını bilebilir miydik? Darbe sonrası Ziver Bey köşkü çevresinde oturanlar, işkence yapılan insanların çığlıkları yüzünden uyuyamaz olmuşlardı. O işkence günlerini bana anlatan öğretmen arkadaşımın yüzü hüzünle kaplanıyordu. Nice günahsız insanlara çok büyük acılar çektiriyorlardı demişti.
O darbenin gerekli olup olmadığı tartışılabilir. Gerçek olan o yıllardaki hükümetlerin can güvenliğini sağlaması olası değildi. O anarşik ortamda bile Başbakan Süleyman Demirel memlekette benzin vardı da biz mi içtik dediği rahatlıkla bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezler diyebiliyordu. Oysa her gün çatışmalara ve günahsız insanların ölümüne neden olan sağcı ve solcu çatışmaları hafif alınacak bir konu değildi. Konu ne solcunun ne de sağcının konusu değildi. Konu ülkemizin içindeki olabildiğince kötü olan durumuydu. Kolluk kuvvetlerinin iki grubun da üzerine amansızca yürümesi gerekiyordu. Kimileri sağcılara, kimileri de solculara destek verince o günlerin acısını günahsız insanlar çekmişti.
Günahsız insanlara yapılan işkencelerde sorumlu olan yalnızca darbeyi yapanlar mı? Darbeyi fırsat bilen bazı soysuzlar asılsız ihbarlarla nice insanımızın canının yanmasına neden olmuşlardı. Muğla’da Feridun adında bir arkadaşım vardı. Daha doğrusu şiirlerimi çok seven ve bu yüzden bana saygı duyan bir gençti. Asılsız bir ihbarla nezarete alınmış ve uğradığı işkenceler yüzünden genç yaşta yaşamını yitirmişti. Kısacası bence o darbe gerekliydi. Gerekliydi ama o işkenceler yapılmamalıydı. Bu yüzden Anayasa oylamasında oy kulübesinden çıkıp sandık görevlilerine göstere, göstere kırmızı pusulayı zarfın içine koymuştum. Bu yüzden de sandık başkanından nazik bir uyarı almıştım. Uyarmak zorundaydı. Zira o da herkesin yaşadığı korku tünelinin içinde yaşıyordu.
Özcan Nevres
- Tükeniş - Haziran 24, 2016
- İnönü Krom Satmış - Haziran 24, 2016
- Konu Taksim Meydanı Olunca - Haziran 24, 2016