Geçirdiğim trafik kazasından sonra bilgisayar başında fazla oturamadığımdan köşe yazıları yazmaya ara vermek zorunda kaldım. Kenan Evren’in ölümü üzerine koparılan fırtına yüzünden sapla samanı karıştırır oldular. Bu nedenle benim için zor olmasına rağmen yeniden yazmaya karar verdim.

Bin dokuz yüz yetmiş dokuz yılında terör müthiş bir tırmanışa geçmişti. Her gün onlarca günahsız insanımız kasten öldürülüyordu. Örneğin Bornova’da bir kahvehanenin içinde oturanlara ateş açılmış ve hiçbir günahı olmayan altı kişi öldürülmüş en az bir katı kadar insan da yaralanmıştı. Radyo haberlerinde, televizyon haberlerinde öldürülenlerin haberi dinleyenlerin ve izleyenlerin içini burkuyordu. Hele o yıllarda çocukları üniversitede okuyanlar haberleri büyük bir korku ve kuşku ile izliyorlardı.

O yıllarda benim kızım da Boğaziçi Üniversitesinde öğrenciydi. Haber saati geldiğinde televizyondaki haberleri çok büyük bir dikkat ve korkuyla izlerdik. Öldürülen çocuklar arasında benim de çocuğum var mı diye? O yıllarda Boğaziçi Üniversitesi en sakin üniversite idi. Buna rağmen içimizdeki korkuyu ve kuşkuyu üzerimizden atamıyorduk. Çocukları olaylı üniversitelerde okuyan ana babaların durumunun takdirini değerli okuyucularıma bırakıyorum. O yıllarda Türkiye büyük bir açmazın içindeydi. Bu kaostan kurtulmanın tek bir umarı vardı. O da ordunun müdahalesi. Zira hepimiz siyasilerden umudumuzu kesmiştik. Umutsuzduk, çaresizdik.

Evim Menemen’de üç ana caddenin kesiştiği yerde olan Nevres apartmanının ikinci dairesiydi. Caddelerde gürültü hiç eksik olmazdı. Gürültü sabahın dördüne doğru kesilir, altıya doğru da adeta kudurmuşçasına sürerdi. On iki eylül sabahıydı. Sabahın yedisi olmasına rağmen o gürültülü caddede çıt bile çıkmıyordu. Hayırdır inşallah deyip balkona çıktım. Balkonumdan görünen üç caddede de in cin top atıyordu. Tam karşımızdaki kaldırımda silahlı iki asker duruyordu.

Hayrola? Darbe mi oldu diye sorduğumda evet abi darbe oldu dediler. Sevinçle mutfağa koştum. Bir ekmeği ikiye bölüp içine bolca tereyağı ve kaşar peyniri koydum. Tost makinesinde tost yaptım. Tostları balkonumdaki sepete koyup ip ile aşağı sarkıttım. Askerlere almalarını söyledim. Önce komutanım görürse kızar dediklerinde ben buradan gözcülük yapacağım. Komutanınız gelecek olursa size haber veririm dedim. Belli ki çok acıkmışlardı. Tostları alıp hızla kazasız belasız yediler.

Bu askeri darbe benim ve benim gibi genç çocukları olan tüm ana ve babaları için çok sevindiriciydi. Ta ki Kenan Evren’in ben imam çocuğuyum diye, diye solculara idam fermanı çıkarıncaya kadar. Bu söylem bin dokuz yüz kırk beşte Demokrat Partinin kuruluşuyla açılmış olan din istismarı yolunun devam edeceğini gösteriyordu.

Benim çocuğum öldürülmekten kurtulmuştu ama birçok insanın çocukları için yeni bir ölüm kapısı açılmıştı. Birçok genç asılarak idam edilmiş, birçok günahsız insan zindanlarda çürütülmüştü. Muğla’da çok sevdiğim bir arkadaşım vardı. O dönemde gördüğü işkence yüzünden çok genç yaşta yaşamını yitirmişti. Mekanı cennet olsun. Terör bitmişti ama bu defa sıra kimde korkusu sarmıştı insanları. Bazı ahlaksızlar iftiralarla çok insanın canının yanmasına neden olmuşlardı. Bu durumu anayasa oylamasında kırmızı oy vererek protesto etmiştim. Ne yazık ki protestocuların sayısı yüzde onu bile bulamamıştı.

Siyasi partilerin kurulmasına izin verildiğinde bana da Halkçı Parti ilçe teşkilatını kurma görevi verilmişti. Önce kurucu olmayı reddetmiştim ama sosyal demokratların sahipsiz kalamaması için görevi kabul etmek zorunda kalmıştım. İlk seçime katılan üç partinin en yüksek oy alanı Halkçı Parti olmuştu. Aldığı oy ANAP ile MDP nin aldıkları toplam oy kadardı.

Seçim propagandalarının ilk günlerinde üzerimde çok büyük bir polis baskısı vardı. Kırmızı oy vermem yüzünden fişlenmiş olan biriydim. Zannettiler ki ben darbe yapanlara çok kötü saldıracağım. İlk konuşmalarımı polis kordonu altında yapmıştım. Her konuşmamda ihtilali yapanlara hiçbir şekilde çatmayınca, ülkemizin ve Menemen’in önemli sorunlarını ve çözüm önerilerini dile getirince polis kordonu kalkmış ve polislerin izlemediği tek parti olmuştuk.

Netekim Paşa keşke din istismarcılarının gazına gelmeseydi. Bir sağdan bir soldan deyip gencecik insanları astırmasaydı. İşte o zaman biz nur içinde yat. Mekanın cennet olsun diyerek hayırla yadederdik. Ne yazık ki onu hayırla anmaya dilimiz varmıyor.

Özcan Nevres
Latest posts by Özcan Nevres (see all)
(Bugün 1, toplamda 253 kez ziyaret edildi.)

Özcan Nevres tarafından yayınlandı

15 Ağustos 1935 de Menemen’de doğdum. Esas mesleğim elektrik ve elektronik teknisyenliğidir. Gazeteciliğe 1958 yılında Ege’de yayınlanan Sabah Postası gazetesinde başladım. Hobilerim yazmak, okumak, tarihi eserler ve harabelerle ilgilenmektir.