DOLUNAY VE HÜZÜN
Dolunay gök yüzünde pırıl pırıl. Yer yüzüne boca ettiği gümüşi ışıklarını engelleyecek ne bir bulut, ne de sis var. Dolunay bazen coşturur, bazen de hüzün verir insana. Ova bir başka güzel bu gece. Bazı yerler koyu kahve rengine bürünmüş, bazı yerleri ise olabildiğince aydınlık. Yer yer su birikintileri, mücevher gibi parlıyor.
Bardağındaki birayı bir dikişte bitirdi. Üzerine iri bir peynir parçasını ağzına attı. Dolunay nasıl da etkileyor insanı diye düşündü. Bazen hüzünlendiriyor beni, doyasıya ağlamak geliyor içimden. Bazen de dışarı çıkıp olabildiğince ıssız yerlere gidip avaz avaz şarkılar türküler söylemek istiyorum. İçinden kim bilir ölmek bile bir başka olur böyle bir gecede diye geçirdi. Bardağını bira ile doldurup onu da, bir dikişte içti. Ağzına attığı peynir parçasını çiğnerken, bedeninin hızla gevşemeye başladığını fark etti. İçki nasılda etkiliyordu. Bedeni gevşerken duyguları şaha kalkmıştı. İçindeki coşku yerini yavaş yavaş hüzünlü anılarına sürüklüyordu.
Koltuğunu pencereye doğru çevirip, iyice geriye doğru yaslandı. Gözleri ile duyguları çelişkiler içindeydi. Dolunayın yarattığı tüm güzellikler yavaş yavaş gözlerinden silindi. Tüm benliği, artık eski anılarının esiri olmuştu.
***
İş yeri posta haneye çok yakındı.Bir gazetenin temsilciliğini yaptığı halde, işyerinde telefonu olmadığından, gazeteye geçeceği haberleri hep posta haneden yapıyordu. Santral memurlarının o hummalı çalışmaları oldukça ilgisini çekerdi. Memurların klavyeler ve fişlere uzanan ellerindeki hızı hayranlıkla seyrederdi. Bazen dert yanarlardı, ne yapsak, elimizi ne denli çabuk tutsak yine de yaranamıyoruz bu insanlara diye. Gerçekten o memurların işleri çok zordu. En az beş yüz abonenin tümünün adlarını ve telefon numaralarını akıllarında tutabilmeleri, çok büyük bir beceriydi. Eğer santrala yeni bir memur atanmışsa, eskilerin işleri daha da zorlaşırdı. Bir tarafta abonelerin iletişimini aksatmamak, diğer tarafta, falanın numarası kaç diye soran acemi memur. Bazen sinirler gerilir, aboneyle memurlar arasında küfürleşmeye varan tartışmalar olurdu.
Telefon santralına yeni bir bayan atanmıştı. Ufak tefek sarışına yakın kumral bir hanımdı. İlk bakışta sıradan biri olarak görmüştü onu. Gişeye yanaşıp görevli memura
Bir basın konuşması yazar mısınız dediğinde, santraldaki yeni memur merakla dönüp bakmıştı. Kim bu basın konuşması yaptıracak olan diye. Göz göze geldiklerinde, kızın iri, hareli gözlerinden oldukça etkilenmişti. Etkilenen yalnız kendisi olmamıştı. Belli ki kızda aynı duyguları yaşıyordu. Gözlerini kendisinden hiç ayırmıyordu. Aranan numara bulunduğunda kabine girip konuşma başladığında, dinlenildiğini fark etmişti. Dinlenilmesine aldırmadı. Geçtiği haberi, nasılsa herkes gazetede okuyacaktı.
Santralcı kızın o güzel gözlerinden öylesine etkilenmişti ki, gazetesine iletecek haberi olmadığı zamanlar, eşe dosta telefon etme bahanesiyle posta haneye gitmeye başlamıştı. Her defa göz göze gelirler ve uzun uzun bakışırlardı. Onca memur arasında konuşmaları olası mı. O bakışmalar bile yetiyordu ikisine.
Santralcı memurenin nöbetçi olduğu bir gece geç vakit gitmişti posta haneye. Etiketi yazmaya hazırlanan telgraf memuruna
Bu kez telefon etmek için gelmedim. Bugün temsilciliğini yaptığım gazetenin bana yüklü bir ödemesi oldu. Haberleri geçerken bana sağladığınız kolaylıkların bu hak edişte büyük katkısı oldu. Bu nedenle sizlere hem teşekkür etmek ve hem de bir şeyler ikram etmek istiyorum dediğinde, telgraf memuru,
Biz görevimizi yapıyoruz. Basının konuşma önceliği var. Yine de teşekkürüne teşekkür ediyoruz. Siz bize konuk geldiniz, biz ikram edelim size demişti.
Hayır olmaz, benim içimden öyle geldi ve buraya özel olarak geldim. O saatte ancak pasta haneden soğuk içecekler getirtilebilirdi. Israrı üzerine limonatada karar kılmışlardı. İçeriye, görev yapılan bölüme davet ettiklerinde, sizlere söz gelir diyerek girmek istememişti. Israrlar sonucu girip gösterilen yere oturmuştu. Az sonra gelen limonatalar içildikten sonra konuşurlarken, santralcı kız sormuştu,
Eşiniz ne iş yapıyor diye,
Benim eşim yok, bekarım dediğinde, santralcı kızın yüzü gülmüştü. Belli ki ilgi duyduğu gencin evli olmaması onu çok sevindirmişti. Geceleri santrala daha sık gitmeye başlamıştı. Bu gidişlerin hep o kızın nöbetine denk gelişi, diğer nöbetçi memurların dikkatini çekmişti. Arkadaşlarının çok cimri olduğunu bildiklerinden,
Hadi Semiha, hadi artık, nasılsa seninki yine geldi, bu gece limonatalar senden olsun diye takılırlardı. O ise kesinlikle reddederdi.
Herkes kesesinden içsin derdi. Hat çavuşu,
Ben gidip onu çağırayım. O bize ısmarlasın limonataları dediğinde,
O na canım feda, değil bir limonata, on limonata bile ısmarlarım demekten çekinmez olmuştu. İkisi de aşklarını açığa vurdukları halde, yine de buluşup konuşma fırsatı yakalayamıyorlardı. O dönemde telefon ancak zenginlerin yararlandığı lüks bir iletişim aracıydı. Üstelikte telefon almak için yıllarca sıra beklenmesi gerekiyordu. Bir arkadaşı telefonunu satmak istediğini söylediğinde, telefonu hemen satın almıştı. Telefon sayesinde rahatça konuşup anlaşacaklar ve buluşmak için randevulaşacaklardı.
Telefon iş yerine nakledilip iletişime açıldığında sanki tüm dünya onun olmuştu. Sevgilisinin nöbetçi olduğu geceyi iple çekmişti. Saat yirmi dörtten sonra posta hanede tek bir santral görevlisi kalırdı. Bu nedenle biri birleriyle çok rahat konuşacaklardı. Abonelerin aralıksız aramaları nedeniyle konuşmaları olanaksız hale gelmişti. Ancak sabahın dördüne doğru, aramalar durmuş ve rahat konuşabilme fırsatını yakalamışlardı.
Alo, hadi konuş artık, seni çok beklettiğim için kusuruma bakmadın herhalde
Sen görevini yapıyorsun, kusura niye bakayım ki. Hattın öbür ucunda senin bulunman bile çıldırtıyor beni. Seninle konuşmak için değil sabahın dördünü beklemek, üç gün üç gece bile beklerim.
Hadi canım şımartıyorsun beni.
Ben gerçeği söylüyorum sana. Aylardır bu fırsatı bekliyorum. Aslında şu anda senin yanında olmayı ne kadar arzuladığımı anlatamam sana. Seninle göz göze olmak, senin o güzel ellerini avuçlarımın içine almak ve hele hele seni kollarımın arasına almak, yaşadığım sürece, arzuladığım en güzel duygu olduğunu bilmeni isterim. Yanında kimse olmadığı halde, başkalarının duymasından korkar gibi, çok alçak bir sesle
Bende seni çok arzuluyorum. Sana ilk görüşte aşık olduğumu ve o günden beri hep hayallerimi süslediğini bilmeni isterim.
O halde ne duruyoruz, biri birimizi daha yakından tanımak için buluşalım. Yüz yüze konuşarak daha iyi anlaşacağımızı umuyorum.
Ben bu güne kadar hiçbir erkekle çıkmadım. Ağabeyimden çok korkarım. Duyarsa öldürür bizi. Bir süre böyle idare edelim. Ailem de oldukça tutucu, onları yavaş yavaş alıştırmalıyım.
Ben ne ağabeyinden, ne de ölümden korkmuyorum. Ölüm seninle birlikte bulacaksa beni, öyle bir ölümden bile mutluluk duyarım.
Yaşamak varken, neden canımızı tehlikeye atalım. Sana söz veriyorum, en kısa zamanda ailemin olumlu yanıtını sana ileteceğim. O gece buluşmak için çok dil dökmüştü. Bir türlü ikna edemedi. Üç saatin ne kadar da çabuk geçtiğini anlayamamışlardı bile. Aboneler in aramaları başladığından, konuşmayı bitirmek zorunda kalmışlardı. Üç gece sonraki nöbette buluşmak üzere vedalaşmışlardı.
***
Uzun sürmüştü gece konuşmaları. Tüm ısrarlarına rağmen kesinlikle dışarıda buluşmaya ikna edemiyordu onu. Gece görüşmesinin veda saati geldiğinde,
Hadi bu gün buluşalım seninle. Sakın benden yararlanacağını umma. Elimi bile tutturmam sana. İki arkadaş gibi bir yerlerde oturur konuşuruz.
Neden senden yararlanmaya kalkışayım ki? Halen seninle evlenmek istememi ciddiye almıyor musun yoksa.
Terk edilen arkadaşlarım bu konuda bana çok şeyler anlattılar. Her kız gibi ben de aldatılmaktan korkuyorum.
Zaman bana güvenmekte ne denli haklı olduğunu gösterecek. Ben senin için çıldırıyorum, sen aldatılmaktan söz ediyorsun. Ben sensiz geçecek bir yaşamı düşünmek bile istemiyorum.
Tamam, tamam ben sana şaka yaptım. Nerede buluşacağımızı söyle de telefonu kapatmam gerekiyor.
Basmane de, Fuar Pasta hanesinde,
Saat kaçta?
Senin mesain dokuzda bitiyor. Yolda geçecek zamanı hesaplarsak, on buçuğu bulur. Yoldaki aksamalar yüzünden gecikme olabilir. Kim erken giderse geç kalanı bekler.
Tamam anlaştık. Veda öpücüğüyle telefonlar kapatılmıştı. Gidip yatmayı düşündü. Ya uyur kalırsam korkusuyla yatmaktan vaz geçti. Yapması gereken işleri vardı. İşlerle uğraşırken saatin sekiz buçuğa geldiğini fark ettiğinde, işi bıraktı. İş yerini kapatarak otobüs garajına yöneldi. Buluşma yerine ondan önce gitmeliydi. Ne de olsa kız kısmını bekletmek olmazdı. İzmir garajında otobüsten indiğinde, buluşma zamanı için vakit çok erkendi. Acıktığını fark etti. Sağda solda gezinmektense buluşacakları pasta haneye gitti. Süt ve börekten oluşan bir kahvaltı getirmelerini istedi. Kahvaltısını bitirdikten sonra, beklemeye başladı. Zaman durmuştu sanki. Saatin yelkovanı hiç ilerlemiyordu. Gelmemezlik eder mi kuşkusu sarmıştı içini. Sevgilisi kapıdan içeri girerken, tüm kaygıları sevince dönüşmüştü. Ayağa kalkıp karşıladı. Tokalaştıktan sonra buyur ettiği sandalyeye oturdu. Garson gelip sordu,
Hanımefendi ne almak ister acaba diye.
Duble çay ve iki de poğaça alayım.
Bana da aynısından getirin dedi garsona Kahvaltılarını bitirdikten sonra doğruca fuara gittiler. Arkeoloji Müzesinin arkasında buldukları kuytu bir. yere oturdular. Bir süre konuşmadan oturdular. İkisinin de göğüsleri demirci körüğü gibi şişip şişip iniyordu. İkisinde de heyecan doruktaydı. Elini kızın elinin üstüne koyup, yüzüne doğru eğilip titreyen bir sesle
Konuşmayacak mıyız diye sordu..
Ne konuşalım, kaç gecedir konuşuyoruz, konuşacak bir şey kalmadı ki. Hem elini çek elimden, ne konuşmuştuk seninle.
Pasta hanede seni karşıladığımda el sıkışarak bu kuralı bozmadık mı. Elini kızın elinden çekip beline doladı. Sırtını okşayarak ensesine götürdü. Ensesinden çekerek kendine doğru çekti. Nefesleri biri birlerinin yüzünü okşuyordu. Dudaklarına eğildi. Kızın karşı koyacak hali kalmamıştı. Dudakları birleşti. Öpüşmeleri Uzun sürdü. Belli ki bu anı beyinlerine kazımak istiyorlardı. Erkeğinin ne bacaklarında, ne de göğüslerinde gezinen eline hiç karşı koymadı. Böyle zevklerin dorukta olduğu zamanda, zaman ne denli çabuk geçiyordu. Akşam vakti i yaklaşmıştı. Kız
Yeter artık diye inledi. Kalkalım artık. Kalkıp minibüs durağına gittiler. Kızı minibüse bindirip uğurladı. Otobüse binip geriye döndüğünde, iş yerine gitmektense, evine gitmeyi yeğledi. Akşam yemeğinden sonra erkenden yattı. Arzusu sevgilisinin hayaliyle baş başa kalmaktı.
***
Parklardaki buluşmalar ve sevişmeler yetmez olmuştu onlara. Bir otelde evlilik cüzdanının sorulmayacağı bir oda ayarladı. Üç gecede bir orada buluşuyorlardı. Çırılçıplak giriyorlardı yatağa. Sevişmenin doruğunda,
Bitir artık şu işi. Kendini sınırlama. Ailem seninle evlenmeme karşı. Sakın düşünme başında kalırım diye. Ben ailem yüzünden ömür boyu bekar kalmaya mahkumum. İleride bir başkasıyla evlensem bile kızlığım sende kalsın. Sende kalsın ki, seni içime kazıyayım. Ömür boyu anılarımdan silinme.
Yapamam bunu. İleride beni lanetleyerek anmanı istemem.
Bitir artık diyorum sana. İleride evlenirsem, evlendiğim erkeğe hep sen diye sarılmak istiyorum.
Hayır yapamam, ne olur benden isteme bunu.
Aptallık etme, ailem beni zengin ama yaşlı bir dul adamla evlendirmek istiyor. Ne olur kırma beni. bitir artık şu işi.
Yapamam ısrar etme. Dinlenmek için kızın yanına uzandığında, müstakbel eşini anlattı. Evleneceğim adam hem zengin, hem de makam sahibi bir memur.
Peki sen nasıl kabul ediyorsun bunu.
Ailem istediği için tabi.
Peki aşkımız ne olacak?
Gizli gizli buluşarak sürdüreceğiz. Donup kalmıştı. Dikkatle baktı kızın yüzüne. Bu kız çıldırmış mı acaba diye geçirdi içinden. Hiç te çıldırmış bir hali yoktu. Kendisine baktığını fark edince bir hayal aleminde yaşarcasına, bir başka dünyadan seslenir gibi,
O beni prensesler, kraliçeler gibi yaşatacak. Prensim ise yine sen olacaksın. Tiksintiyle baktı kızın yüzüne. Ben bununla mı mutlu olacaktım diye düşündü acı acı. Tüm umutları yıkılmıştı. Kara yel gibi bir rüzgar esti içinde. Rüzgar, içinde yaşattığı tüm sevgileri ve umutları içinden kazırcasına söküp aldı. Tüm umutları ve sevgileri uçup gitmişti. Bu durumlar insan ruhunda yıkımlara çökmelere neden olurdu. Duyduğu tiksintisi ruhunda ne bir çökmeye, ne de yıkıma neden olmamıştı. Bir fahişeye sarılır gibi sarılıp cinselliğinden son kez yararlanmayı düşündü. Deymez dedi ve uyumaya çalıştı. Bu kez de sabah olmak bilmiyordu. Sabah giyinip otelden çıktılar. Soğuk bir şekilde biri birlerinden ayrıldılar. Umutlarla yeşeren aşk, bir gecede hazan olup uçmuştu..
***
Gece yarısını geçmişti. Telefon çaldı. Bu saatte kim arayabilir diye düşündü. O muydu acaba. Açmak gelmedi içinden. Telefon çalmaya devam ediyordu. Dayanamadı, ahizeyi kaldırdı
Alo buyurun,
Hain hiç arayıp sormuyorsun. Bir başkası ile evlenme kararıma çok mu bozuldun.
Senin başkasıyla evlenmen, senin kendi sorunun. Beni neden ilgilendirsin ki. Benim evlilik kurumuna saygım büyüktür. Kadınsızlıktan ölsem bile evli bir kadınla ilişki kurmayı düşünmem bile.
Daha ben evlenmedim ki.
Değil mi ki evlilik kararı aldın. Sen benim artık için elsin.
O mutlu günlerimizi unutmak bu kadar kolay mı sanıyorsun.
Kolay veya zor, unutmak ve unutulmak istiyorum diyerek telefonu kapattı. Telefon yine çalmaya başladı. Açtı telefonu. Yine o idi. Ağlıyordu.
Ne olur konuş benimle.
Ko nuş ma ya ca ğım. Lütfen bir daha arama beni. Sert bir şekilde telefonu kapattı.
Birkaç gün sonra postacı bir mektup getirdi. Mektubu merakla açtı. İlk sayfada bir kalp ve kalbe girmiş bir okun resmi vardı. İkinci sayfada ise Rıza Polat’ın Nokta Noktam şiiri vardı. Duymuştu ama hiç okumamıştı bu şiiri. Şiiri ezberlemek istercesine tekrar tekrar okudu. Koltuğunu geriye yaslayıp bir sığara yaktı. Sığara dumanları arasında birkaç kez daha okudu şiiri. Dudaklarımdaki dişlerinin izi, olası mıydı ömür boyu silinmemesi, daha o gece silinip yok olmuştu. Onu bir daha anımsamak bile istemiyorum diye mırıldandı. Hüzün kervanı gibi, en hüzünlü şarkılardan doldurduğu kaseti diğer kasetlerin içinden seçti. Teybe koyup tuşa bastı. Hüzün dolu şarkılar peş peşe sıralanırken, geçmişini anımsadı. O hiç bitmemesini dilediği mutluluğu yitirmenin acısı bir bıçak gibi saplandı yüreğine. Ağlamak istiyordu, ağlayamıyordu Telefon çaldı yine. Bu kez bekletmeden açtı..
Ne haber mektubumu aldın mı?
Aldım
Beğendin mi?
Namını duymuştum ama okumamıştım. Sağ ol sayende şiir kültürüm arttı.
Sadece o kadar mı
Daha ne olmasını istiyorsun.
Hiç…ben de bilmiyorum.
…………..
Ben burada bir ev kiraladım. İzmir’deki evimize artık gitmiyorum. Ev sahibim seni çok iyi tanıyormuş, bana al getir onu buraya dedi. Çoktan beri görmemiş seni, çok özlemiş.
Kim bu kadın
Arzuhalci Hüseyin beyin eşiymiş, ama kocası ölmüş. Şişman bir kadın. Sizin eski evinize onun evinin önünden geçilerek gidiliyormuş.
Tamam anladım kim olduğunu, bizim eski komşumuz. Ona anlattın mı yoksa aramızda geçenleri.
Hem de hepsini, olduğu gibi.
Bir madalya taksaydı bari sana.
Ne kızıyorsun? Aşkımızı o değil tüm dünyanın bilmesini istiyorum.
Ya müstakbel eşin duyarsa?
Duysun, zaten ben onu seninle boynuzlatmakta kararlıyım. Ne diyeceğini bilemedi,
Allah belanı versin diyerek telefonu kapattı. Telefon uzun süre çaldı. Açmadı. Teypteki kasetin arkasını çevirerek tuşa bastı. Hüzün şarkılarının eşliğinde düşüncelere daldı.
***
Nice fahişelerle birlikte olmuştu. Onlara sorardı, nasıl bu yola düştünüz diye. Hepsinin yanıtları aynı noktada birleşiyordu. Hepside kader kurbanı olduklarında birleşiyorlardı. Kurtulmak içinse parmaklarını bile oynatmak istemiyorlardı. Seniha geldi yine aklına, o tertemiz olabildiğince saf bir aşk yaşadığını sandığı sevgilisi. Bir girdabın içine düşmüş, kurtulmak için hiçbir çaba göstermeden habire girdabın içinde dönüyordu. Önünde iki seçenek vardı. Ya girdabın ortasına gidecek ve o borumsu yer onu alıp, olabildiğince karanlık bir dünyaya götürecekti. Ya da bir hamle yapıp kıyıya ulaşacak ve kurtulmayı başaracaktı. Ona yardım etmeli miyim, o yanlış düşüncelerinden çekip alabilir miyim onu diye düşündü. Onunla son bir defa daha görüşmeliyim ve kendisiyle bir daha, hiçbir şekilde bir araya gelemeyeceğimizi kesinlikle anlatmalıyım. Telefona uzandı alo demeye fırsat bulmadan
Arayacağını biliyordum, hain ne kadar da çok ağlattın beni diye sitem etmeye başladı.
Ben şimdi eve uyumaya gidiyorum, yarın saat onda sana konuk olmaya geleceğim. Bekle beni.
Çok sevindirdin beni. Ne olur gitme. Yine sabaha kadar konuşalım.
Çok uykum var, yarın konuşuruz diyerek telefonu kapattı.
***
Ertesi günü saat tam onda kapıyı çaldı. Ev sahibi karşıladı.
Hoş geldin hayırsız, ne zamandan beri ablanın hatırını bile sormaya gelmedin. İnsan bu kadar hayırsız olur mu? Hadi geç içeriye Seniha seni bekliyor.
Kusura bakma be abla, bu yol artık bize ters düşüyor. Yeni evimize taşınmak bizi buralardan kötü kopardı.
İyi be oğlum, hiç olmazsa bir bayram günü kapıyı açıp nasılsın be abla demekte mi gelmiyor içinden
Çok haklısın, inşallah bundan sonra unutmam.
Hadi geç içeri kızcağızı fazla bekletme. Senin için yanıp tutuşuyor zavallı. Az sonra çay getiririm size. Gösterdiği odaya girdiğinde, Seniha boynuna sarılıp hoş geldin demek istediğinde, iterek sarılmasını engelledi.
Otur yerine, ben buraya bir sevgili olarak değil bir ağabey, bir dost olarak geldim. Otur ve söylediklerimi iyi dinle. Bizim aramızdaki aşk bitti. İlişkilerimizin dost olarak sürmesini istiyorum. Sen yanlış bir yoldasın. Bir kız yuva kurduğu eşine kesinlikle sadık kalmalıdır. Ne demek oluyor ben evlendikten sonra da senin olacağım. Nerede görülmüş böyle bir evlilik. Bu düşüncen seni bir girdaba sürükler, kötü bir yaşantının içine fırlatır atar seni. Pişmanlık duyguları tüm benliğini sardığında, çaresizliklerle kapılandığını fark edersin. Ne denli uğraş verirsen ver, o çaresizliklerin kapılarını kıramazsın. Kötü bir kadın olmaktansa yaşlı kocanın sadık eşi olmayı kabullenmelisin. Sakın eskiye dönmek istediğini söyleme bana. Sana güvenim kalmadı.
Yeter, konuşma artık diyerek yatağın üzerine kapandı ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Ev sahibi merakla koşup geldi
Aydın ne yaptın sen, Seniha’yı dövdün mü yoksa
Yok be abla benim elim kadına kalkmaz, canı ağlamak istedi, bırakalım doya doya ağlasın.
Ben gideyim çayları getireyim, içerken belki açılır. Az sonra çaylarla geri döndü.
Hadi kızım Seniha, bırak ağlamayı bak çay getirdim. Hadi iç çayını.
Bırakın beni ben doyasıya ağlamak istiyorum
Sen önce çayını iç hele, daha sonra istediğin kadar ağlarsın. Kapandığı yerden doğrulup kendisine uzatılan çayı aldı. Sehpanın üzerine koydu. Mendilini çıkarıp gözlerini iyice kuruladıktan sonra çayını yudumlamaya başladı. Bardaklar boşaldığında ev sahibi çayları tazelemek için dışarı çıktığında
Hain sen beni öldürmek mi istiyorsun dedi.
Seni ben değil, ailen öldürmek istiyor, bu ayrılığın nedenini, neden bana yüklemek istiyorsun. Sen bana değil ailene sitem et. Ev sahibi çaylarla geri dönerken konuşmayı kestiler. Çaylar içildikten sonra onları yalnız bırakmak için gitmek istediğinde Aydın,
Abla dur gitme, Seniha’yla vedalaşırken sende yanımızda ol dedi ve ayağa kalkarak elini Seniha’ya uzattı.
Elimi uzatıyorum sana, dost olarak. Sakın bir daha tekrar sevgili olabileceğimizi aklından geçirme. Hele evlendikten sonra benimle birlikte olmayı sil kafandan. Ben seninle olan güzel anılarımı, gayri meşru bir ilişkiyle kirletmek istemem.
Son sözün bu mu?
Evet bu.
Bende senin elini sıkmayacağım.
Sıkarsan belki ileride karşılaştığımızda dostça selamlaşırız. Sıkmazsan biri birimiz hiç görmemiş,tanımamış oluruz. Hadi hoşça kal diyerek odadan çıkarken, Seniha
Bir dakika durur musun, sana söyleyeceklerim var. Seninle Kadifekale’de surların dibinde oturmuş ve konuşuyorduk. Anımsıyor musun
Hem de dün gibi.
Sana, eğer bir gün, her hangi bir nedenle ayrılacak olursak, her yıl burada buluşalım demiştim. Sen kızmıştın bana, öfkeyle neden ayrılalım ki demiştin.
Evet çok iyi anımsıyorum o günü. Tarihini de söyleyeyim sana on mayıs. Doğru mu anımsamam
Evet doğru. Seni her on mayısta orada bekleyeceğim. Söz ver geleceğine, sana elimi dost olarak uzatayım Bir süre önce beraberce sinemaya gitmişler ve senede bir gün adlı filmi seyretmişlerdi. Belli ki o filmin oldukça etkisi altında kalmıştı.
Tamam söz veriyorum. Elini uzattı, dostça tokalaştılar. Gözlerinden akan yaşları gizlemek için odasına girdi ve oradan bağırdı,
Sen gelmesen de ben oraya, yaşadığım sürece her yıl gideceğim, unutma. Ev sahibiyle de vedalaştıktan sonra evden ayrıldı.
***
Kesin ayrılmalarından az bir zaman sonra ailesi onu o zengin dulla değil de bir meslektaşı ile evlendirdiler. Eşinin çalıştığı yere tayinini yaptırdılar. Üç ay kadar sürdü evliliği. Şiddetli geçimsizlik nedeniyle ayrıldılar. Ne o üç ay içerisinde, ne de daha sonra hiç görmediler biri birlerini.
İş yerine geldiğinde takvime ilişti gözü. Takvim on mayısı gösteriyordu. Seniha’yı anımsadı. Onun mutsuzluğuna ben mi yoksa ailesi mi neden oldu diye düşündü. Kadifekale’de on mayıs günü saat on ikiden on yediye kadar kalmışlardı. Gitmeye karar verdi. Bindiği otobüsten garajda indikten sonra seyyar çiçekçiden bir demet karanfil aldı. Bir taksi çevirerek bindi. Şoför
Nereye diye sorduğunda Kadifekale’ye diye yanıtladı. Yol boyunca hep onu düşündü. Gerçekten gelecek mi acaba, yoksa yaşanan süreç içerisinde her şey unutulmuş muydu. Az sonra saçı önüne düşecek, ak mı, kara mı ortaya çıkacaktı. Araba Kadifekale’nin surlarının içinde durduğunda, arabadan inip hesabı ödedi. Bir yıl önce buluştukları yere doğru yöneldi. Yüreğindeki burukluk dayanılacak gibi değildi. Ya gelmediyse? Keşke gelmese diye geçirdi içinden. Eğer geldiyse küllenen ateş bir daha parlar mıydı ki. Ona onu kesinlikle istemediğini nasıl anlatacaktı. Yine hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlarsa, ağladığını duyup gelenlere durumu nasıl anlatacaktı. Buluştukları yer göründüğünde rahat bir nefes almıştı. O gelmemişti. Belki geç kalmıştır diyerek o gün oturdukları taşın üstüne oturarak beklemeye başladı. Bir saat kadar bekledi oturduğu yerde. Kalkıp surların içinde gezinmeye başladı. Gezinirken gözlerini oturdukları taştan ayırmıyordu. Saatine baktı. Saat ikiyi gösteriyordu. Taşın yanına gitti ve elindeki karanfil demetini taşın üzerine bırakarak geri döndü.
İş yerine geldiğinde, oldukça rahatlamış bir hali vardı. Aylar önce aldığı mektubu çekmeceden çıkardı. Nokta noktam şiirini doyasıya okudu defalarca. Mektubu tekrar çekmeceye koyarken, diş izleri ne de tez siliniyormuş dudaklardan diye mırıldandı.
Gecenin ayazı oturduğu odayı iyice soğutmuştu. Üşüdüğünü fark etmek yaşadığı hayal aleminden çekip aldı onu. İçkinin bedenine verdiği gevşeme yitip gitmişti. Dolunayı aradı gözleri. İyice yükseldiğinden olacak görünmez olmuştu. Saatine baktı. Vakit gece yarısını çoktan geçmişti. Anılarının yüreğindeki buruk acısıyla uyuyabilecek miyim diye düşündü. Eli bira şişesine gitti. Şişeyi alarak açtı. Çivi çiviyi söker diyerek bardağa boşalttığı birayı bir solukta içti. Elveda anılar diyerek gidip yatağına uzandı. 2000-03-10 FOÇA
Özcan NEVRES
- Tükeniş - Haziran 24, 2016
- İnönü Krom Satmış - Haziran 24, 2016
- Konu Taksim Meydanı Olunca - Haziran 24, 2016