Küçük oğlum ağabeyine arkadaşının tavşanını anlatıyordu. Belli ki kendisi de öyle bir tavşan istiyordu. Aldırmaz göründüm. Birkaç gün sonra Kestane pazarından geçerken,kuşçuda şinşina cinsi tavşan yavruları gördüm. Çok küçüktüler. Erkekleri büyüyünce teke gibi kokarlar. Bu yüzden dişi bir yavru seçtim. Eve geldiğimde, elimdeki kese kağıdını göstererek,

Bu kese kağıdında ne var diye sordum? İkisi birden,

Tavşan mı? dediler.

Açın bakalım diyerek uzattım. İçinden çıkan minik tavşanı görünce ne yapacaklarını şaşırdılar.

Baba ne yedireceğiz buna?

Onlar her şey yerler. Tavşanların dişleri beyinlerine doğru uzamaması için sert şeyler kemirmeleri gerekir ama, henüz erken. Ona şimdilik ekmek verebilirsiniz. Ben ovaya gidip yabani yonca toplayacağım. Yonca tavşanların en çok sevdiği ot türüdür. Üstelik çok besleyicidir. Neredeyse anne sütüne eş değerdir.

Ovadan bir kucak yabani yoncayla döndüğümü gören çocuklarım,

Baba bu kadar çok otu o küçücük tavşan nasıl yer diye sordular.

Yer ama nasıl? Önce bunları gazete kağıdının üstüne sereceğiz. İyice pörsüdükten sonra yedirmeye başlayacağız. Kurusu daha yararlıdır. Ovaya her gittiğimde toplayıp getireceğim. Getirdiklerimi kurutacağız. Ona kepekte vereceğiz. Poşette kepek var. Götürün onu eve. Hemen verin yesin. Yoncaları bodrum kattaki iş yerimin uygun bir yerine serdikten sonra azıcık yoncayı yanıma alarak yukarıya, eve çıktım.

Tavşanı çiş yüzünden dükkana indirdik. Yediği önünde, yemediği ardındaydı hızla gelişiyordu. Dükkanıma her girişimde kapıda karşılıyordu. Çok sevdiği akide şekeri yüzündendi bu karşılama. Şekeri elimden alırken yakalayıp kucağıma oturturdum. Kucağıma gelmeye iyice alışmıştı. Kocaman bir kız olmuştu. Doğa yasası gereği, eş istediğinin belirtilerini göstermeye başladı. İki ön ayağıyla bacağıma sarılıp, erkek tavşanlar gibi davranmaya başladı.

Dükkanıma gelen bir arkadaşım,

Dişi mi bu diye sordu?

Dişi dedim, Kötü azdı. Eşleşmek istiyor.

Yeğenimde bir tavşan var erkek. Bunun ikisi gibi. Ne cins olduğunu bilmiyorum ama, çok güzel bir tavşan. Alıp getireyim mi?

İyi olur dedim. Az sonra en az yedi kiloluk bir tavşanla döndü. Getirdiği tavşan şinşina ve Yeni Zelanda melezi idi. Şinşinanın rengini, Yeni Zelanda türünün iriliğini almıştı. Aslında dişi tavşanın erkeğin yanına götürülmesi gerekirmiş. Biz tersine yaptık. Dişi aç bir kurt gibi erkeğe saldırdı. Bir an önce eşleşmek için erkeği zorluyordu. Erkekse ha bire kaçıyordu. Dişinin çıkardığı sesler de etkilemiyordu.

Dişi erkeğin üzerine çıkıp kertmeye başladı. Erkek bu kadarı da fazla der gibi dönüp dişiyi altına aldı. Az sonra ikincisini gerçekleştirdiler. Üçüncüsünden sonra dişi kaçmaya başladı. Erkek dördüncü için dişiyi hırpalamaya başlayınca yakalayıp bir çuvalın içine koydum. Götürüp sahibine teslim ettim.

Karton bir kutuya delik açtım. İçine de bezler koydum. İçine girip benim koyduklarımın tümünü çıkardı. Ovadan getirdiğim toprağı kutunun önüne yığdım. Çocuklar kadar ben de merak ediyordum doğacak yavruları. Yirmi sekizinci gün beklenen doğum gerçekleşti. Kutudaki delik sıkıca örtülmüştü. Kutunun üstündeki kapağı açıp baktım. Doğan yavru dört adetti.

Çocuklarım okuldan döndüklerinde,

Gelin, gelin diye seslendim. Sevinçle, koşarak indiler dükkana. Kapağı açıp gösterdim. Çok sevindiler. Okul dönüşü mutlaka dükkana gelip yavruları kontrol ederlerdi. Bir hafta içerisinde ele alınacak kadar irileştirdiler. Tavşan sütü çok yağlı olduğundan yavrular çok çabuk gelişirler. Yavrular kutunun üstünden alınmazmış gibi deliği kapatan toprağı çekerdim. Önce parmağımı dişleri arasına alıp elimi iterdi. Birkaç kez tekrarladıktan sonra deliğin ağzını açmam yardım ederdi.

Yavruların dördünü dışarıya alıp severken, anne yavruların yanı başına uzanırdı. Belki de bu hareketiyle yavrularına benden korkmamaları gerektiğini anlatıyordu. İlk yavruyu yuvaya koyunca ikincisini o, üçüncüsünü ben dördüncüsünü de o koyardı. Kutudaki deliği toprakla kapatmaya başladığımda bana eşlik ederdi. Kapatma işi bittiğinde deliğin kapanışını kontrol ettikten sonra, sırt üstü yatar, kendisini de okşamamı beklerdi.

Evcil tavşanlar doğum yapar yapmaz hemen eşleşmek isterler. On bir ay hiç aksatmadan doğum yaparlar. Yavrular kısa zamanda annelerini geçtiler. Dükkanıma girdiğimde anne tavşan yere uzanmış, yavruları etrafında emer gibi yatmışlar. Öylesine etkiledi ki beni anlatamam. Tavşan çiftliği kurmaya karar verdim.

Orman Bağları mevkiindeki erik bahçemizde, 7X11 metrelik bir damımız var. Gidip kapı ve pencere ölçülerini aldım. Tavşanların kemirmesine ve hırsızlara önlem olmak üzere tahta kapıya ek demir kapı, pencerelere de demir parmaklık yaptım. Pencerelere kedi ve gelinciklere karşı ayrıca kümes teli çaktım.Bahçemizin killi toprağından çamur kararak damın içinde bulduğum takoz ve delikli tuğlalarla yuvalar inşa ettim.

Çiftlik için her şey hazırdı. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesinden damızlık tavşan istedim. Dokuz dişi ve bir de erkek verdiler. Çiftlik damının kireçle badana edilip sterilize edilmesi gerektiğinden onları da bodruma bıraktım. Daha önce erkekler için hazırladığım demir kafeslerin içine yerleştirdim. Altlarına da bol talaş koydum. Çiftlikteki işlerin bitmesi bir haftadan fazla sürdü.

Dişi tavşanın talaşları küme yaptığını gördüm. Oradan başka bir kümeye geçip biraz daha talaş yığdığını görünce yığınlardan birini eşeledim. Altından sekiz yavru çıktı. İkincisini eşeledim. Tam dokuz tana. On yedi yavruyu nasıl besler bilmiyorum. Bitişik marketten iki kutu aldım. Tavşanın girip çıkacağı delikleri açtıktan sonra, diğer iki tavşanı alıp diğer kafeslere koydum.

Sabah dükkana indiğimde ilk tavşanımız yumağı erkek tavşanın kafesinde buldum. Perişan haldeydi. Kafese atlamayı becermiş ama çıkıp kaçmayı becerememiş. Alıp dışarı bıraktım. O perişan haliyle erkek tavşanın karşısına geçip bazı hareketler yapıyordu. Erkek kafesinin içinden çıkamamanın hırsıyla delirecek gibiydi. Bir ara arka ayağını kaldırıp fışşşşt diye biriktirdiği sidiğini yumağın üzerine boşalttı. Nedenini bilmiyorum ama ikisi de bu yapılandan sonra rahatladılar.

On yedi yavrulu tavşanı yerinde bırakarak diğerlerini çiftliğe taşıdım. On yedi yavrulu tavşana kepeğine bol vitamin karıştırarak özel yem hazırladım. Yavrulardan bir tanesinin dışında hepsi hızla gelişmeye başladılar. Yavrular tüylenince hepsini toplayıp çiftliğe götürdüm. Bodrum katı iyice temizledikten sonra yere iki çuval kireç yaydım. Bir hafta sonra kireçleri süpürüp topladım. Dükkanım böylece eski temizliğine kavuşmuş oldu.

Gerçi dükkanımı kapatmıştım. Sadece tezgahlarım ve takımlarım duruyordu. Bazen hatırını kıramadığım arkadaşlarımın televizyonlarını tamir ettiğim olurdu. Çiftçilik için gerekli takımları orada saklardım. Çapa bakımında biley taşı ile mengene her zaman işime yarıyordu.

Çiftliğimin bulunduğu bahçe ot bakımından çok zengindi. Yiyecek sorunu yaşamıyorduk. Kucak dolusu otları önlerine koyduktan sonra oturup seyrederdim. Bazen oyun olsun diye bazen de gerçekten kavga ettikleri sırada boks yaparlardı. Kavgacılar karşı karşıya gelirler, bıyıklarını oynatarak ve birden fırlayarak rakiplerine iki ön ayaklarıyla vururlar ve ya sırt üstü ya da yana düşerler. Ölümüne kavga ettiklerini hiç görmedim.

Güneşli günlerde damın kapısını açar, dışarı çıkmalarını sağlardım. İçeri toplamak sorun olmazdı. Çiğli hava alanına inecek olan bir uçağın gürültüsüyle, ok hızıyla damın içine kaçarlardı.

Sayıları yüzü aştığında Pazar aradım. Ne alan var ne satan. Erkekleri in kimisini kesip yedik. Kimisini hediye ettim. O sırada ileride bakımına devam edeceklerimi bağ evinin içine topladım. Bir komşudan haber geldi. Senin bağ evinin kapısını kırmışlar diye. Gidip baktım. En sevdiğim, ilk göz ağrım Yumak ta çalınanlar arasındaydı. Heves denilen şey kalmadı bende. Datça’daki bir arkadaşım damızlık tavşan istemişti. Dokuz tavşan ayırdım. Kalanlarını yok pahasına elden çıkardım. Parti başkanlığımın ve belediye başkan adaylığımın ekonomimdeki kötü etkilerinden kurtulmak için Datça’ya yerleşmeye karar vermiştim. Giderken tavşanları da getirdim.

Arkadaşım üç günde pes etti. Kümeste açtıkları bir delikten çıkarak bin bir emekle yetiştirdiği çiçek ve sebzeleri bir gecede talan etmişler. Kızlan köyünde fırıncılık yapan yeğenleri tavşanlara talip oldular. Bir ay sonra onlar da feryat etmeye başladılar. Komşularının üç dönümlük marul bahçesini talan etmişler. Yakaladıklarını götürüp dağa bırakıyorlar ama arkasının kesileceği yok.

Eğer Datça dağlarında, yabanileşmiş şinşina ve Yeni Zelanda türü tavşanlarla karşılaşan olursa şaşırmasınlar. Onlar fırıncı kardeşlerin yaban hayata bıraktıkları tavşanlardır. Bir daha tavşan yetiştirmek mi? Tövbeler tövbesi.Yine de ben tövbemi geri alayım. Zira bir bilim adamı şöyle diyor; (Hormonsuz, sağlıklı et yiyebilmenin tek yolu evinizin bodrumunda ve ya balkonunda tavşan üretmenizdir. Tavşan, domuzdan sonra yediğini en verimli olarak ete çeviren ikinci hayvandır) Belli mi olur? Hormonsuz et için yine beslemek zorunda kalabilirim.

Özcan Nevres
Latest posts by Özcan Nevres (see all)
(Bugün 1, toplamda 650 kez ziyaret edildi.)

Özcan Nevres tarafından yayınlandı

15 Ağustos 1935 de Menemen’de doğdum. Esas mesleğim elektrik ve elektronik teknisyenliğidir. Gazeteciliğe 1958 yılında Ege’de yayınlanan Sabah Postası gazetesinde başladım. Hobilerim yazmak, okumak, tarihi eserler ve harabelerle ilgilenmektir.