OVADA YAKALAYAN ÖLÜM

 

Sabah erkenden kalktı. Atının önüne yemini koyduktan sonra, ahırı süpürüp temizledi. At arbasını ahırın kapısına sürükledi. Onbeş günden beri biriken gübreyi arabaya kürüğiyle doldurmaya başladı. Bildiği en güzel rumca ve türkçe şarkıları, gönlünce avaz avaz bağırarak söylüyordu. Ablası merak edip ahıra gitti. Kardeşinin arabaya, atının biriken gübrelerini yüklediğini görünce, yanına gidip

Kolay gelsin, hayrola sabah sabah bu keyif ne böyle diye sordu.

Bütün işlerimi bitirdim. Sadece ortak tuttuğum dört dönümlük bağın sürülmesi kaldı. Kısmet olursa bu gün öğleye kadar onu da süreceğim. Öğleyin döndüğümde yemeğimizi hep beraber yeriz. Bu yüzden işe erken başladım.

Hadi işin yaver gitsin. Beraber koşumladılar atı. Atı arabaya koşmasına da yardım etti ablası. Arabanın ön kapağına oturarak atı dehledi.

Öğle yemeğine beklememezlik etmeyin diye seslendi ablasına

Tamam, tamam bekleyeceğiz dedi ablası.

Ortak tuttuğu dört dönüm bağa vardığında, arabanın kol demirini çıkararak kasayı arkaya devirerek gübreyi boşalttı. Boş kasayı kaldırıp tekrar yerine oturttu. Atı arabadan boşalttı.Az önce arabadan indirdiği sabanıın falakasının çengellerini atının hamudundaki halkalara taktı. Dehledi atı bağın içine. Az ilerledi. Saban derin gidiyordu. Çüşşş dedi ata. Geri bas, geri bas diyerek atın dizginlerini çekti. Eğitimli olan at az geriledi. Gevşeyen ayar zincirini iki halka kısalttı. Yine dehledi atı. Derinlik istediği gibi olmuştu. Atı dinlenikti. İş istediğinden de daha hızlı ilerliyordu. On ara vardı sürülecek. Beşini bitirdiğinde mola verip dinlenmeyi düşündü.

Atın yem torbasını astığı ağaçtan aldı. Gemi ağzından çıkardıktan sonra torbayı ağzına geçirerek boynuna astı. Az ötede komşu arazisindeki tulumbanın yanına gitti. Tulumbanın yanındaki demir masanın demir oturaklarından birine oturup çıkınını açtı. Ellerini tulumbada yıkadıktan sonra, bir bardak ta su doldurup masaya götürdü. Sabah erken kalktığından oldukça acıkmıştı. İştahla çıkınında getirdiklerini yedi. Bardaktaki suyu bir dikişte içti. Son baharın soluk güneşi ovayı iyice ısıtmıştı. Gidip çimenlerin üstüne uzandı. Yattığı yer yazın sulandığından çimenler oldukça gelişmişti. Yumuşak zemin evindeki yatağı aratmıyordu. Derin bir uykuya daldı.

Uyandığında saatına baktı. Çok uyumuşum diye hızla kalkıp atının yanına gitti. Torbayı çekip atın ağzından aldı. Gemi tekrar ağzına geçirip dehledi. At yemini yiyip doyduğundan işe hırslı başladı. At sabanı öylesine hızlı  çekiyordu ki yetişmekte zorluk çekiyordu. Gemi kasarak atı yavaşlatmak istemesine rağmen başaramıyordu. Zira at gemi azıya almıştı. “azı dişlerinin arasına”

Sende dişini sık be Halil dedi kendi kendine. Nasıl olsa şurada dört sıra kaldı. Son üçüncü sıraya başlarken nefesi daraldı. Nefes almakta zorlanıyordu. Ata çüşşş dedi. Dizginleri elinden attı. Yere diz çöktü. Sanki boğazını bir el acımasızca sıkıyordu. Sağ elini o boğazını sıkan hayali elden kurtulmak istercesine boğazına götürdü. Sol elini de yere dayadı. Göğsünü saran ağrıları örtmek istercesine öne doğru büküldü. Yer yüzünde sanki hava kalmamıştı. Ciğerlerine hiç hava girmiyordu. Büküldüğü şekilde kaskatı kaldı.

***

Tulumbalı tarlanın sahibi saat onbirbuçukta tarlasına geldi. Hemen işe koyuldu. Yetiştirmekte olduğu ağaç fidanlarının diplerindeki piçleri bağ makasıyla temizlemeye başladı. Saat onüçte tulumbanın yanına geldi. Makası bırakıp bağ desteresini aldı. Roka ve tere tavalarının yanına gitti. İyi gelişmişlerinden koca bir demet biçti. Damın içinden aldığı kabın içine koyarak tulumbadan çektiği bol suyla güzelce yıkadı. Yine dama girip koca bir salata tabağı ile geri geldi. Tulumbanın dibinden hiç eksik etmediği deterjanla tabağı iyice yıkayıp bol su ile duruladı. Tere ve rokaları yıkadığı tabağa doğrarken, kanalın üzerinden geçen kırbekçisini gördü. Gel, gel diye ünledi bekçiye. Salata da bol ekmek te. Gel beraber yiyelim. Bekçi

Tamam geliyorum, beş dakika sonra oradayım dedi. İçerden getirdiği zeytin yağından salatanın üstüne bolca döktü. Tuz ekip limon sıktıktan sonra salatayı güzelce karıştırdı. Davet ettiği kırbekçisini beklemeye başladı. Beş dakika sonra oradayım diyen bekçi aradan yarım saat geçmesine rağmen, nedense ortalıkta görünmüyordu. Bekçi gelinceye kadar güz incirinden birkaç incir yiyeyim, açlığımı bastırsın bari diyerek, incir ağacının altına gitti. Güz incirinin tadına doyum olmaz. Bir iki derken bir hayli incir yedi. Bekçi halen görünürlerde yok. Gözleriyle kırbekçisini ararken, kardeşinin su motorunun bağlı olduğu arteziyenin yanındaki boş arabayı gördü. Motor hırsızlığı ovada gelenek halini almıştı. Merakla arabanın yanına doğru yürüdü. Önce asmaların arasındaki sabana koşulu atı gördü. Sonrada komşusu halil’i gördü. Halil namaz kılar gibi bir pozisyonda duruyordu. Bildiğim Halil namaz kılmaz ama, dünya değişiyor mu acaba diye düşündü. Yanına gidip poposuna bir şaplak attı

Kalk ulan oradan, Kıbleye ters durmuşsun dedi. Hayret Halil’den hiçbir tepki gelmemişti. Yere dayalı eli gözüne takıldı.El bembeyazdı. Eyvah bu adamı boğup öldürmüşler diye geçirdi içinden. Anlaşılan kırbekçisi Halil’in ölüsünü görünce, ne olur ne olmaz diye ortalıktan kaybolmayı yeğlemişti. Belki de onu benim öldürdüğümü zannederek, beni ihbar etmeye gitmiştir. Ben nasıl kalkarım bu işin altından diye kara kara düşünmeye başladı. Korkunun ecele faydası yoktur diyerek arabasına bindi. Arabayı çalıştırarak kasabaya doğru hızla uzaklaştı.

Kasabaya vardığında Halil’in amca oğullarının birini buldu.

Senin amca oğlun Halil’de kalp hastalığı var mıydı diye sordu.
Kalp hastalığıda var, nefes darlığı da. Hayrola niye sordun.

Halil benim arazinin bitişiğindeki ortak işlediği bağda ölmüş veya öldürülmüş, gidip ona baksanız iyi olur. Belki de ölmemiştir. Bana öyle gelmiştir.

Biz orayı bilmiyoruz, ben öteki amca oğullarına da haber vereyim, hep beraber gidelim.

Tamam beni evden alırsınız.

***

Kara haber tez duyulur. Bir anda yedi sekiz araba peş peşe daldı bağyoluna. Onlarca kişi merakla seğirtti Halil’in cansız yattığı yere.

Tamam dediler, bu arkadaş ölmüş. Amcaoğlu Hasan tarla komşusuna

Ağabey bu iş ilk defa geliyor başımıza. Biz kasabada neler yapılması gerektiğini bilmeyiz. Bizimle gelip, bize yardımcı olur musun

Geleyim dedi komşu. Kamyonet bağyolunda hızla ilerlemeye başladı. Kasabaya vardıklarında hemen Cumhuriyet Savcılığına Halil’in durumunu bildirdiler. Savcı

Jandarma komutanlığına baş vurmanız gerekir. Zira bahsettiğiniz yer jandarmanın mıntıkası dedi.

Jandarmaya gidildi. Karakol Komutanı masanın üzerine bir harita açtı.

Bu ölü bu haritaya göre nerede bulunuyor, haritadan anlayanınız var mı diye sordu. Tarla komşusu haritayı inceledi. Ölünün bulunduğu yere parmağını bastı.

İşte tam burada dedi.

Emin misin

Elbette eminim, bakmayın benim bu ova kılığıma. Ben elektronikçiyim.

Anlaşıldı, polisler sizi yokuşa sürmeye kalkarlar, illede orası jandarma mıntıkası diye. İyisi mi ben de geleyim sizinle. Polis Karakoluna gidildi. Harita yine masanın üzerine serildi. Polisin mıntıkası, jandarmanın mıntıkası tartışması bir saate yakın sürdü. Sonunda jandarma başçavuşu ölenin tarla komşusuna sordu.

Geçenlerde sizin oralarda altı adet su motoru çalındı. Size yakınlığı ne kadar.

Çalınan motorlar kanalın öbür yakasında, bize arası yüzelli metre ile üçyüz metre arası. Bakınız bu ölü bu kör yolun tam şurasında. Bu yolun kanala dayanıp körlenmesine ikiyüz metre mesafede. Hudut olan köprüye kadar da üçyüz metre var. Buda bu olayın polis mıntıka sınırının tam beşyüz metre içerisinde. Baş çavuş haritasını toplayıp çantasına koyduktan sonra

Bundan sonrası sizi ilgilendirir diyerek polis karakolunu terketti.

***

Kamyonet önde, polis arabası arkada yine bağyoluna girildi. Olay yerine varıldığında, polisler el sürmeden ölüyü incelediler

Doğru dediler bu adam ölmüş, biz gidip hükümet tabibiyle savcı beyi alalım. Aradan saatler geçti ne gelen var ne giden. Alaca karanlık çöktü çökecek. Meraklı sayısı giderek azalmaya başladı.

Ya gelmezlerse dedi amcaoğlu. Tarla komşusu

Gelirler, gelirler dedi. Zira gelmek görevleri. Alacakaranlık çökerken geldiler. Hükümet tabibi

Devirin şunu sırtının üstüne dedi. Amcaoğlunun biri hemen omuzlarından tutupkaldırdı ve geriye doğru çekerek sırtüstü uzanmasını sağladı. Pastırma sıcağı nedeniyle olacak cesette hiç katılaşma olmamıştı.Hükümet tabibi, upuzun yatan Halil’in boynunu inceledi.

Yaz dedi adliye katibine. Ölüm nedeni solunum ve kalp yetmezliği. Derin bir oh çekti tarla komşusu. Ya öldürülmüş olsaydı diye geçirdi içinden. Hazırlanan tutanak önce savcı, sonra hükümet tabibi ve en sonda şahitler tarafından imzalandı.

Cenazeyi götürebilirsiniz dedi savcı. Tarla komşusu hemen arazisindeki damdan yeni bir harar bulup getirdi. Hararı yere serdiler. Halil’in ölüsünü hararın üzerine taşıdılar ve kamyonete koydular. Tarla komşusu evinin önüne gelindiğinde, amcaoğullarına baş sağlığı dileyerek kamyonetten indi. Evine girerken

Of be ne belalı bir gün geçirdim diye söyleniyordu. Eve girer girmez banyoya yöneldi. Tarla dönüşü mutlaka banyo yapardı. Banyo yapmaya bugün her zamankinden daha çok ihtiyacı vardı. Banyodan çıktığında bütün gün okuma fırsatı bulamadığı gazetesini alıp divana uzandı. Kapının zili çaldı. Oğlu gidip açtı kapıyı

Baba gelir misin seni arıyorlar. Heyecanla fırladı yattığı divandan

Acaba gene ne melanet var diyerek kapıya yöneldi.Karşısında yine ölenin amcaoğullarından biri

Ağabey bizim amcaoğlunun ölüsü kokmasın diye hastanenin morguna götürdük, morga almadılar. Ağabeyim senin bize yardımcı olabileceğini söyledi. Bu yüzden yine sana geldik.

Tamam siz hastaneye gidin ben geliyorum. Hızla giyinip hastaneye gitti. Başhekimi bulup durumu anlattı. Başhekim

Morga almamız için biraz ücret ödemeleri gerekiyor dedi.

Siz ücreti biraz değil, ne kadar alınması gerekiyorsa o kadar alın, resmi işte hatır gönül olmaz dedi

Ceset ertesi gün alınmak üzere morga kaldırıldı

Özcan NEVRES

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Özcan Nevres
Latest posts by Özcan Nevres (see all)
(Bugün 1, toplamda 59 kez ziyaret edildi.)

Özcan Nevres tarafından yayınlandı

15 Ağustos 1935 de Menemen’de doğdum. Esas mesleğim elektrik ve elektronik teknisyenliğidir. Gazeteciliğe 1958 yılında Ege’de yayınlanan Sabah Postası gazetesinde başladım. Hobilerim yazmak, okumak, tarihi eserler ve harabelerle ilgilenmektir.