Ölüm Nasıl Bir Şeydi
Hüzün çökmüştü içine. Nasıl olmuştu da bir kıskançlık uğruna canından çok sevdiği Yeşim ile kavga etmiş, ipleri koparacak kadar da ona onca ağır sözler söylemişti. Pişmanlığıydı onu böylesine derin bir kedere sürükleyen. İçinden gidip dizlerine kapanıp af dilemek geçiyordu ama gururunu yenemiyordu. Ağlamak istiyordu. Hem de hıçkıra hıçkıra. Gözlerden ırak bir yere gitmeliydi. Hıçkırıklarını kimsenin duymayacağı bir yere. Adımlarını hızlandırarak ana sulama kanalının kenarına ulaştı. Kanal kenarındaki tozlu yolda bir hayli ilerledikten sonra durup etrafına baktı. İleride gecenin karanlığını keskin bir bıçak gibi yaran bir ışık vardı. Açık pencereden sızan ışığa güzel bir müzik eşlik ediyordu. Kanalın kenarında parlayan beyaz bir taşı fark ettiğinde gidip taşa oturdu. Yeşim kim bilir ne yapıyordu? Belki o da bir anda yıkılıp yok olan umutlarına göz yaşlarını akıtıyordu. Seven bir insan sevgilisine nasıl yapardı bunu? Öfke baldan tatlıdır derler ama ne yazık ki geride dayanılmaz bir acı bırakır. Ve insanı böyle dayanılmaz acılara gark eder. Gözlerinden akan yaşları eliyle sildikten sonra, ayın suya akseden görüntüsüne gözleri takıldı. Sanki Yeşim ayın sudaki aksi içine gizlenmiş kendisine hadi gel diyordu. Bu acıdan kurtulmanın tek umarı yoksa ölüm müydü? Ölüm nasıl bir şeydi? Toprak ananın koynuna bırakılan bir insan için her şeyin sonu muydu? Yoksa yeni bir başlangıç mıydı? Ölümden sonra hayat var diyorlar. Hem de yaşadığımız dünyadan çok farklı. Cennete gidenin hiçbir derdi olmazmış. Ya cehenneme gidenlerin hali nasıldı? O güçlü alevlerin içinde cayır cayır yanan bir günahkarın sonsuza dek yok olması gerekmez miydi. Ölümden sonra var olduğunu söyledikleri hayat şimdiye kadar gidip de dönen olmuş muydu? Yoksa hayalden ibaret bir şey miydi anlatılanlar. Eğer ölümden sonra hayat olsaydı. Cennet dedikleri yer anlattıkları kadar mükemmel olsaydı insanlar neden ölmek için günahlarının çoğalmasını beklemeden bu dünyadan göçüp gitmeyi istemiyorlardı. Neden her canlı yaşama bu denli bağlı oluyordu? İnsanlar neden ölümden çok korkuyorlardı? Aklından kanalın serin sularına atlayıp yaşamına son vermeyi geçirse de neden bu cesareti kendisinde bulamıyordu. Aklına Nazım Hikmet’in bir kitabına isim yaptığı cümle geldi. Yaşamak güzel şey be kardeşim. Yeşim ile kavga etmeden önce yaşamak gerçekten güzeldi. Yeşim’siz bir dünyada nasıl yaşayacaktı? Gözünü ayın aksinden ayıramıyordu. Kim bilir belki de ışığın içinde o vardı ve kendisine gel diyordu. Gözlerinden akan yaşlar sanki sel olmuştu.
Ovadaki tek ışıklı evden gelen müzik rüzgârın etkisiyle daha duyulur olmuştu. Hüzzam bir şarkının nağmeleriydi kulaklarına gelen. Zamanı var ki her bezmi ararsın/ Beni bir gün olur elbet anarsın. Çıldıracak gibiydi. Yeşimsiz bir dünyada ben nasıl yaşarım. Yeşim’im ne olur af et beni diye hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Uzun sürdü ağlaması. Artık gözünden akacak yaşı kalmamıştı. İlerideki ışık sönmüş, müziğin sesi de kesilmişti. Biraz öteden ayak sesleri geliyordu. Bu ayak sesleri kanaldan su içmek için gelen bir domuz sürüsü olabilir miydi? Korkuyla ürperdi. Kalkıp şehrin ışıklarına doğru var gücüyle koşmaya başladı. Biraz önce ölümü düşlüyordu. Oysa şimdi yakınına gelen ölümden var gücüyle kaçıyordu. Hayat gerçekten yaşamaya değerdi. Yeşimsiz bir dünyada yaşasa bile.
Özcan Nevres
- Tükeniş - Haziran 24, 2016
- İnönü Krom Satmış - Haziran 24, 2016
- Konu Taksim Meydanı Olunca - Haziran 24, 2016