Arkadaş Acısı

Sevgili Osman, ne bu yazdıklarımı okuman, ne de dün senin için konuştuklarımızı duyman olası değil. Yine de soruyorum sana, çok acele etmedin mi o bir metre derinlikteki karanlık çukura girmek için. Sen hayat dolu, olabildiğince hırslı, hiçbir şeyin azıyla yetinmeyen bir insandın. Sen yüreğinde sonsuz sevgiler taşırdın. Evlat sevgisi, arkadaş sevgisi hele hele insanlara olan sınırsız sevgini anlatabilmenin olasılığı var mı?

Dün ortak dostumuz, can arkadaşımız sen ve ben gibi sosyal demokrat Aziz Topuz’la beraberdik. Dönekliğin moda olduğu bir süreçte, dönmeyen kaç kişi kaldık ki. Seni sordum Aziz hocaya,

Osman Kaya’yı görüyor musun diye? Az koşturmamıştınız onunla dağlarda ovalarda. Arı kovanlarının çok bal vermesi için sık sık yerlerini değiştirirdiniz Hep dost elini uzattığın insanlar sana komünist damgasını vurmakta çok cömert davranmışlardı. Çalıştığın köye gelip seni sorduğumda köylüler,

Şu bizim Komünist Osman’ı mı soruyorsun diye sorarlardı. Bizlerin yüreğinde sınır tanımayan insanlık sevgisi vardı. Onlara darılmanın olasılığı var mıydı. Aziz hoca,

Şu bizim Komünist Osman’ı mı diye sormadı. Gözlerine bir hüzün çöktü. Neredeyse ağlayacaktı.

O bir motorsıklet almıştı. Aklına estikçe, uzun gezilere çıkıyordu. Ama ecel onu, o gezilerde değil, Kıbrıs’a gidecek olan torununu uğurlamak için hava alanına giderken yakaladı. Arkasından bir araba sıkıştırmış, ona yol vermek isterken yol kenarına yığılmış olan bir kum yığınına girmiş,arkadan gelen araba da çarpmış ona. Hastaneye kaldırmışlar, beyin kanaması nedeniyle girdiği komadan çıkamadı ve bir ay kadar önce yitirdik onu dedi.

***

Bugün kurban bayramı. Bizim gönlümüz insan sevgisi kadar hayvan sevgisiyle de dolu. Bu nedenle ikimiz de sevmezdik bu kanlı bayramı. Ölümüne duyduğum acı tüm gece uyutmadı beni. Arkadaşımız, meslektaşın, genç yaşında yitirdiğimiz Ali Kaya’yı da anımsadım bu gece. Kalp ağrılarının ölüm habercisi olduğunu bildiğinden eşine,

Öldüğümde Nevres’e söyleyin, mezarımın başında bana, Moğolların garip çobanını ve kendi sesiyle kasete doldurduğu o çok beğendiğim şiiri defalarca, ağzı yoruluncaya kadar okusun. Vasiyetini yerine getirememenin burukluğu çöktü içime. Ne garip çobanın plağı nede o beğendiği şiirin kaydı kalmamıştı bende. Sadece birkaç mısrası kalmıştı usumda. Bu gün aybaşı, olmaz olsun/delik geniş yama dar/gözlerimin önünden geçti/bir bir alacaklılar. Çok aradım plağı da, şiiri de bulamadım. Seni çok habersiz yakaladı ölüm. Sen Ali gibi bir vasiyet bırakmamışsındır ardında. İyi ki bırakmadın. Bıraksaydın, belki de senin vasiyetini de yerine getirememenin burukluğunu taşırdım içimde.

Seni Foça’nın Bağarası bucağında tanımıştım ilk kez. Sağlık memuru olmana rağmen, siyasetin ta göbeğindeydin. Okuyan, okuduğunu anlayan ve öğrendiklerini halka anlatmaya uğraşan bir aydındın. Ebe eşinle birlikte, gece, gündüz demeden, hastalara ulaşmaya ve onları tekrar sağlıklarına kavuşturmaya adamıştınız kendinizi. Böyle devlet memuru olur muydu hiç. Devlet memuru dediğin etliye sütlüye karışmaz, salla başını al maaşını diyen türden olurdu. Sen o insanlara bambaşka şeyler söylüyordun. Ola ki sen bir komünisttin. Daha o yıllarda adın çıktı komüniste. Ve ardından gelen sürgün yılları. Eşine çocuklarına doyamadan ayırdılar seni. Oradan oraya sürdüler. Hayrettin Karademir dostumuz gibi. İkiniz için sürülmek olağandı. Her sabah kalktığınızda emredilen yere gitmek için denginiz bağlanmış ve hazır olurdu. Emekli olana kadar aralıksız sürdü bu sürülmeler. Sanki sizlerin sürüldüğünüz yerdeki insanların eğitilmeye gereksinimleri yoktu.

***

Emekli olduktan sonra daha sık görmeye başladık biri birimizi. Sen emekli olmakla kabuğuna çekilecek bir insan mıydın. Arıcılığa başladın. Dağlar ovalar doyurmadı seni. Sen insanları seviyordun. Onlardan gördüğün nice kötülüklere rağmen, onlardan kopamıyordun. Arıları satıp yeniden mesleğine döndün. Para diye bir sorunun olmadığı halde, bir operatör doktorun yanında narkizatörlük yaparken, elinde iğne çantası evlerden evlere insanları sağlıklarına kavuşturmak için koştun durdun. Zaman zaman şehir hayatı bunaltırdı seni. Yanıma gelirdin, elindeki torbada şarap olurdu. Bahçelerimden birine gider beraberce içerdik getirdiğin şarapları. Dur durak bilmezdin ovada. Ağaç ve sebzelerin diplerindeki otları temizlerdin yorulmadan.

Erişilmesine olanak olmayan büyük projelerle gelirdin bazen. Gökçeada’da iki yüz dönüm yer alalım bağ yetiştirelim orada. Git gez o adayı, bak bakalım bağcılığa elverişli mi demiştin. Kıramadım seni. Hayatımda ilk defa Gökçeada’ya gittim sayende. Keşke hiç gitmeseydim. Devlet erkinin iyi yönetmek için var olması gerekir. Saldım çayıra mevlam kayıra felsefesiyle devletin yönetilmemesi gerekir. Adayı terk eden Rumlardan sonra, turizmcilikle, balıkçılıkla hiç ilgisi olmayan insanları götürüp yerleştirmişler oraya. Neyse ki, Muğla’nın Yatağan ilçesinin Eskihisar köylülerini, termik santral nedeniyle adaya yerleştirmişler de, ondan sonra pansiyonculuk başlamış adada. Tarım yapmanın ise hiç olasılığı yok. Devlet su işlerinin yaptırdığı üç adet baraj ve sulama tesisleri, hiçbir işe yaramamış. Tunceli’den nakledilenlerin sahibi oldukları hayvan sürüleri, tarıma aman vermiyor. Oysa Gökçeada’nın tarım yapılamayacak bir karış toprağı yok. Gökçeada’yı sil kafandan demiştim sana.

Yine bir gün geldin bana. Gözlerinin içi gülüyordu. Çandarlı’da bir ada varmış. Büyüklüğü beşbin dekar kadarmış demiştin. Gidelim o adayı görelim. Ada hazineninmiş. Hazineden kiralayalım orayı. Meyve, bağ, sebze ve orman yetiştirelim orada. Meyve, sebze, bağ bahaneydi. Sen kendi yetiştirdiğin bir ormanın içinde tükenip yok olmayı düşlüyordun. Olası mıydı o adayı ormana gark etmek. Tükenirdin orada. Tüm servetini yüze katlasan bile yetmezdi düşlerini gerçekleştirmeye.

Su var mı o adada diye sormuştum.

Bilmiyorum demiştin. Oysa ben biliyordum ne o adada ne de o adaya yakın olan adalardan hiç birinde su olmadığını. Çok dil dökmüştüm sana, bu ada hevesinden vazgeçmen için. Sen yetişkin oğlunu kaybetmenin acısını içinden söküp atamazken, kızının rahatsızlığı da eklenmişti bu dayanılmaz acına. Bir şeyler yapmak istiyordun. Seni olabildiğince oyalayacak, acılarını azaltacak bir iş kurmak istiyordun kendine. Olmadı. Küçük bir arazi almanı önermiştim sana. Ovada gezmedik yer bırakmamıştık. Kimini uzak bulmuştun, kimini de pahallı.

Kooperatiften edindiğin yazlığının bahçesine tüm dünyayı sığdırmak istiyordun. En güzel çiçeklerle, en lezzetli meyvelerin ağaçlarıyla donatmak istiyordun o minik bahçeyi. Sana yardımcı olamadım, verdiğim birkaç nar ve asma çubuğunun dışında.

Sen belkide tek oğlunu kaybettiğin feci kazadaki ölüm gibi bir ölüm arıyordun kendine. Sonunda başardın da. Bir motor sıklet kazasında yitirdin o deli dolu yaşamını. Ölümler genelde ya bir çukura düşerek yada şarampollere yuvarlanarak olur. Senin ölümün bile başka oldu. Bir tümseğe çarparak yitirdin o deli dolu yaşamını. Çok merak ediyorum, sen dünyaya sığmazken nasıl sığdın o çukurun içine. Tüm insanlara ışık olmak istiyordun. Şimdi o daracık, olabildiğince karanlık çukurda nicesin diye.

Sen, ben ve bizim gibi daha niceleri, toplumsal eşitlik, sosyal demokratlık uğruna az çile çekmedik. Sürüldük, horlandık, damlarda (hapishane)yattık. Karaoğlan diye biri çıktı ortaya. Bizler için ne büyük umut olmuştu. Açlığı, sefaleti, eşitsizliği çok derin bir çukura hep birlikte. gömecektik Hiçbir güç bir daha çıkaramayacaktı onları o derin çukurdan. Biz neler ummuştuk ondan. O bize yoklukları, kuyrukları reva görmüştü. Bakamaz olmuştuk fakir fukaranın ve de işsizlerin yüzüne. Umuttu bizlerin en güzel aşı. O aşımızı da yitirdik Karaoğlan diye peşine takıldığımız yüzünden. Sen komadaydın onun bizi yıkan, acılara, umutsuzluklara boğan sözlerini söylediğinde. Ben artık değiştim, ama bazı dar kafalılar daha değişemedi dediğini ve Fethullahçıların okullarına övgüler yağdırdığını duyamadın. İyi ki duymadın. Yoksa ona inat, ölümüne sürdün motor sıkletini o kum yığınına diye düşünecektik.

Sen o arkadaş canlısı ve insan sevgisi dolu yüreğinle yaşadığımız sürece yaşamaya devam edeceksin hep yüreğimizde olacaksın. Sen mezarında rahat uyu sevgili Osman.

Özcan NEVRES
2000-03-16
FOÇA

Özcan Nevres
Latest posts by Özcan Nevres (see all)
(Bugün 1, toplamda 82 kez ziyaret edildi.)

Özcan Nevres tarafından yayınlandı

15 Ağustos 1935 de Menemen’de doğdum. Esas mesleğim elektrik ve elektronik teknisyenliğidir. Gazeteciliğe 1958 yılında Ege’de yayınlanan Sabah Postası gazetesinde başladım. Hobilerim yazmak, okumak, tarihi eserler ve harabelerle ilgilenmektir.