Kentin yeni sakiniyim. İş yerimi açalı henüz iki gün olmuştu. Gece yarısını biraz geçmişti. Rafları boyayıp etrafı temizlerken zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Tanımadığım biri dükkânımın önüne geldi. Elinde tuttuğu kocaman bir taşı göstererek,
Ben bu dükkânın camlarını kıracağım dedi. Dışarı çıktım,
Niye kıracaksın arkadaş, sana karşı bir hatamın olması olanaksız, zira seni tanımıyorum bile. O yineledi,
Ben bu dükkânın camlarını kırarım. Baktım adamın şakası yok. Dükkânımın camlarını kırmaya iyiden iyiye kararlı. İşin yoksa sabaha kadar dükkânımda bekçilik yap.
Hadi arkadaşım, sen yoluna devam et. Adamın tepesini attırma. Ne alıp veremediğin var benim dükkânımın camlarıyla.
Ben bu dükkânın camlarını kırarım, keyif benim değil mi? Sen bana karışamazsın deyip taşı fırlatmaya hazırlandı. Taş cama indi inecek. Hemen üstüne atladım. Elindeki taşı alarak yan tarafa fırlatıp attım. O öfkeyle adamı yerden havalandırıp omuzuma aldım. Niyetim az ilerdeki bir inşaatın kireç çukuruna atmak. Adam ummadığı çok sert bir tepkiyle karşılaştığından, çok korkmuştu. Ne olur bırak beni, ben sana şaka yaptım. Yalvarıyorum sana, ne olur bağışla beni. Vallahi de billahi de bir daha yapmam diye feryat ediyordu. Burnuma ağır bir içki kokusu gelmişti. Adamın hayli sarhoş olduğunu anladım. Eğilerek adamı kıçının üstüne yere vurdum. Bir hayli canı yanmıştı.
Hayrola hemşehrim, yabancı olduğum için, kolay yutulur bir lokma mı zannettin beni
Yok, be hemşehrim, çok sarhoşum, arkadaşlarla içkiyi fazla kaçırmışız. Aklımca sana şaka yapıyordum.
Ne iş yapıyorsun sen diye sordum.
Şu karşı tarafta, caddenin üzerinde bir iş yerim var, elbise temizleme işi yapıyorum. Bana Deli Osman derler. Yarın dükkânıma buyur gel, hem tanışmış oluruz, hem de çay içeriz. Tekrar tekrar özür dileyerek ayrıldı yanımdan. Böyle olmuştu Deli Osman’la tanışmam. Daha sonra benden ayrılmaz olmuştu. Boş zamanlarında yanıma gelir, tasarladıklarını anlatırdı bana. En büyük tutkusu ise atölyesini modern hale getirip, fabrikasyon çalışmaktı. Ne de olsa çamaşır makinasıyla ve elle çalışmak zor oluyordu. Ah, ah derdi, şöyle büyük bir makine alabilsem, kim tutabilir beni.
Seçim zamanıydı. Her zamanki gibi yine geldi yanıma. Bu defa ki gelişi bambaşkaydı. Olabildiğince heyecanlıydı.
Sana bir şey soracağım, sen gazetecisin, bu işleri iyi bilirsin dedi.
Hayrola Osman, kaynananı öldürmeye mi niyetlendin. Nedir sormak istediğin.
Ben belediye başkanlığına adaylığımı koysam ve kazansam, bana belediye başkanlığını vermemezlik yaparlar mı?
Neden vermezlik yapsınlar ki.
Ne bileyim ben, hani bana deli diyenler var ya. Ola ki bu yüzden vermezlik yaparlar diye düşündüm.
Bak Osman, sen gerçekten deli dolu bir insansın. Biraz deli olabilirsin ama yine de sen eve giden delilerdensin. O, cezai ehliyeti olmayan raporlu delilerden değilsin. Senin o raporlu delilerden dağlar kadar farkın var. Hem sana hiçbir doktor deli raporu veremez. Raporlu deli olmadığına göre, hem seçersin, hem de seçilirsin. Seçmek ve seçilmek senin en doğal hakkın. Baktım konuşmuyor ve suskun kalmayı yeğliyor, belli ki dilinin altında bir bakla var ama ne. Sordum,
Ne o yoksa belediye başkanlığına aday mı olacaksın.
Var öyle bir şey diye yanıtladı. Belli ki birileri onu işletmek istiyordu.
Bak Osman, senin seçme ve seçilme özgürlüğünü kimse engelleyemez ama burası Batı, Doğu değil. Burada aşiret egemenliği yok. Aşiret egemenliğinin olduğu yerlerde birkaç aşireti arkana aldın mı seçimi garantiye alırsın. Her hangi bir partinin desteğine bile gerek kalmaz. Oysa buralarda güçlü bir partinin desteğini almadan, daha doğrusu güçlü bir partinin adayı olmadan seçim kazanmanın milyonda bir dahi olasılığı yoktur. Senin anlayacağın bağımsız adaylık ham hayalden öteye geçemez. Gel sen bu adaylık işinden vazgeç. Anladığım kadarıyla seni işletmek isteyenler var. Eğer biraz paran varsa, ham bir hayal uğruna paranı yiyip tüketecekler seni. Boş yere varını yoğunu tüketme. Sonunda aday olduğuna bin pişman olursun. Çaycının getirdiği çayı içtikten sonra teşekkür ederek dükkânımdan ayrıldı.
Bir süre sonra belediye hoparlörleriyle yerel yönetim adayları ilan edilmeye başladı. Siyasi parti adaylarından sonra, bağımsız aday Osman Deliuzun adını duyunca şaşırıp kaldım. Anlaşılan bütün söylediklerim bir kulağından girip diğerinden çıkmıştı. Gidip bakayım dedim ne iştir bu. Doğru Osman’ın dükkânına gittim. Çok soğuk karşıladı beni. Daha doğrusu buyur otur bile demedi. Önceleri ayakta karşılardı beni. Israrla bir şeyler içmemi isterdi. Şimdi ise ne otur diyor ne de ne içersin diye soruyor.
Hayrola Osman bakıyorum bana dargın gibisin.
Dargınım tabi. Bir daha da seninle konuşmak istemiyorum. Bir daha da benim dükkânıma gelme. Nedenini sordum
Sen benim belediye başkanı olmamı kıskandın ve beni aday olmamam için zorladın. Oysa bütün komşularım yeminler ederek benim seçimi mutlaka kazanacağımı söylüyorlar.
Anlaşılan senin başına gelecekler var. Ne halin varsa gör diyerek dükkânından çıkıp gittim.
Olacak şey değil. Her kes Osman’ı konuşuyor. Gırgır diz boyu. Ama ben bu gırgırdan olabildiğince yoksunum. Baktım olacak gibi değil. Ne yapıp ne edip ben de girmeliydim bu gırgır kervanına. Zaten kafam yorulmuştu çalışmaktan. Kalkıp Osman’ın dükkânına yöneldim. Giderken de iki çay söyledim çaycıya. Dükkânına girip bir tabure çekip oturdum. Ters ters baktı bana. Eski yediği zılgıt olmasa kovacak beni dükkânından. İkimizde de ses seda yok. Çaylarımız geldi, içmeye başladık. Suçlu bir insan ezikliğiyle,
Osman, ben sana karşı çok mahcup oldum. Buraya senden özür dilemeye geldim. Günlerdir anket yapıyorum. Hayret edilecek bir şey, kime sorsam oyunu sana vereceğini söylüyor. Hem de yemin billah ederek..Doğrusu çok şaştım bu işe. Bu halk ne kadar da çok seviyormuş seni. Belli ki senin seçimi kazanman garantilenmiş. Ben ne yaptım Aptalcasına seni, bu uygar girişimininden engellemeye kalkıştım. Ama sen benden daha ileriyi görebilen bir insanmışsın ki benim bu engellememe kulak asmadın ve adaylıktan çekilmedin. Başkanlığını şimdiden kutlarım. Bundan böyle tüm gücümle seni destekleyeceğim. Yalnız senden bir istirhamım olacak.
Nedir o?
Gel seninle bu seçim kampanyamızı beraber yürütelim. Ben senin menecerin olayım. Kazandığın zaman da bana belediye de bir iş verirsin. Sayende ben de memur olurum. Bildiğin gibi ben bekârım. Bu beldede sanatkâra ve esnafa kız vermekte nazlanıyorlar. Memur olanlaraysa seve seve kız veriyorlar. Hem de büyük kolaylıklarla. Sayende hem memur olurum, hem de garantili bir işim olur. İyi bir yuva kurmam da mümkün olur.
Tamam, oldu bu iş, seni başkâtip yaparım.
Yok, arkadaş o iş bana göre değil. O iş için iyi bir eğitim görmek ve defter tutmayı iyi bilmek gerekir. Sen en iyisi beni tanzifat memuru yap.
Ne biçim bir iş o. Sakın benim belediye başkanlığımı elimden alacak bir iş olmasın.
Öyle bir şey olur mu sayın başkanım. Ben bana ekmek verene nankörlük yapacak adam mıyım. Hem senin belediye başkanlığını elinden ancak ihtilalle ve ya mahkeme kararıyla alabilirler. Belediye meclisinin kararı bile yeterli değil. Meclis karar verse bile İçişleri Bakanlığının onayı gerekir. Benim haddime mi düşmüş seni düşürmek.
Peki, ne biçim bir iş bu, anlat ta bileyim.
Sayın başkanım, sen üzümünü ye bağını sorma. Sen beni tanzifat memuru yapacak mısın, yoksa yapmayacak mısın onu söyle. Senin burada bana vereceğin söz yeterli. Zira biliyorum senin vereceğin söz senetten bili daha garantili.
Yaptım gitti.
Öyleyse ben hemen görevime başlayayım. Telefona uzandım.Yerel iki gazeteye peş peşe telefon ettim. Telefona yanıt veren görevlilere, Sayın belediye Başkan adayımız Osman Akıllıuzun saat on dörtte bir basın toplantısı yapacak. Lütfen bu toplantıya katılın dedim
Bu gün on dörtte mi diye sordular
Evet, bugün saat on dörtte. Saat tam on dörtte geldiler. Önceden hazırladıkları soruları adayım Deli Osman’a sormak istediler. Müdahale ettim.
Biz Amerikan usulü bir seçim kampanyası sürdürüyoruz. Bildiğiniz gibi bu gibi durumlarla menajerler ilgilenirler. Soracaklarınızı bana sorun lütfen. Baktım gazeteciler dönüş hazırlığı yapıyorlar, Osman’a çabuk arkadaşlarımıza çay söyle. İşleri çok arkadaşların bekletmeyelim. Osman çay söylemeye gidince gazetecilere, biliyorsunuz ben de gazeteciyim. Bu haber adamın köpek ısırmasından daha ilginç olan bir haber. Atlamanız doğru olmaz Osman çayları söyleyip dönünce, ropertaj başladı. Onlar sordular, ben yanıtladım.
Seçilirseniz neler yapmak istiyorsunuz. Programınız var mı? Varsa ne gibi yenilikler yapmayı düşünüyorsunuz.
Tabi ki var. Biz seçilirsek beldemizi örnek bir belde yapacağız. Her türlü yenilikte çevremizdeki belediyelere örnek olacağız. Bildiğiniz gibi çöpler bidonlara atılmaktadır. Bidonlardaki çöpler alınıp çöplüğe taşınıncaya kadar, kediler ve köpekler yüzünden etrafa saçılmaktadır. Rüzgârın etkisiyle yere dökülen çöpler her tarafa savrulmaktadır. Bunu önlemek için yer seviyesinin altında çöp havuzları yapacağız. Bu havuzlarda toplanan çöpleri vakumlu çöp kamyonlarıyla toplayıp çöplüğe taşıyacağız. Böylece çöpler dağılmayacağından sokak ve caddelerimizin ola bildiğince temiz kalmasını sağlamış olacağız. Şehir suyundan para almayacağız. Suyu bedava verdiğimiz halde, gıda üreten yerler temizliğe gereken önemi vermezlerse, onlara en ağır cezaları uygulayacağız. Su maliyetinin bir kısmı bu tür cezalarla karşılanacaktır. Yetersiz olan şehir suyu için kaynaklar arayacağız. Yeterli kaynak bulamazsak Basmacı Deresi üzerine yaptıracağımız barajla gereken suyu sağlayacağız. Turizm gelirlerini artırmak için beldemizi tanıtıcı broşürler hazırlayıp dağıtacağız. Belde içinden geçen dere yatağının üzerini kapatıp dükkânlar yapacağız. Şeffaf bir yönetim uygulayacağız. Tüm hemşehrilerimiz kendi evlerindeki kadar rahat olarak işlerini takip edeceklerdir. Düşkünler ve yaşlılar için barınmalarını sağlayacak bir konut yapacağız. Fakirlere üç öğün yemek dağıtacağız. O günkü şartlarda ne yapılması gerekiyorsa, hepsini çareleriyle birlikte anlattık. Daha doğrusu ben anlattım.
Ertesi gün basın toplantımız manşette verildi. Gazeteleri okuyanlar Osman’ın anlattıklarını çok olumlu bulmuşlardı. Bazıları,
Yahu biz bu adama deli diyoruz ama hiç deli bir adamın edeceği sözler mi bunlar diyorlardı. Doğrusu kimse ondan bu denli tutarlı bir açıklama beklemiyordu. O gün Cumhuriyet Halk Partisi’nin adayı geldi ziyaretime. Bir süre sohbet ettik. Kahvecinin getirdiği kahveleri içerken söz döndü dolaştı ve siyasete geldi.
Yahu koca usta sen nettin böyle. Bu deliyi ön plana çıkarı verdin. Hadi biliyoruz bu açıklamaları senin yaptığını, biz bunu seçmene nasıl anlatacağız. Ya bu adam bir sürpriz yapar da kazanı verirse nolur bu memleketin hali.
Çok iyi şeyler olur, ona her türlü yardımı yapar, başarılı bir başkan olmasını sağlarım.
Gözünü seveyim be ustacım, tam bir seçimi garantilemişken bu deliyi çıkardınız karşımıza. Ortalığı bulandırı verdiniz. Herkes sizin toplantılara gidip duru. Bizimkine doğru dürüst kimse geliymaz.
Hiç merak etme, bu adaylık aslında senin yararına olur. Baksana Küpçülerin Nevzat Adalet Partili olmasına rağmen, kesinlikle Adalet Partisinin adayına oy vermeyeceğini söylüyor. Tüm yandaşlarıyla birlikte oylarını Deli Osman’a vereceklerini söylüyor. Ben de biliyorum bu adamın uçuk ve kaçık olduğunu. En ufak bir seçilme şansı olmadığından gır gıra devam ediyoruz. Sen onu hiçbir zaman için tehlike görme. Ondan Adalet Partililer korksunlar. Alacağı her oy senin ekmeğine yağ sürecektir. Rahatlamış olarak ayrıldı dükkânımdan.
Konuğumu uğurladıktan sonra, Menteşeli Matbaasına gittim. Matbaanın sahibi Mehmet Menteşeli’ye makinalar durdur da biraz gır gır geçelim adayımızla dedim. Makinalar durduruldu. Telefonun yanına giderek manyetoyu çevirdim. Santral memuresine dokuz yüz elli altıyı bağlamasını rica ettim. Hattın öbür ucunda Deli Osman. Ahizenin üzerine mendilimi kapatarak kimsiniz diye sordum.
Bağımsız aday Osman
Bana bak ulan zır deli. Sen kimsin belediye başkanlığı kim. Bir de kalkıp belediye başkanlığına adaylığını koyuyorsun. Belediye başkanlığı ne zamandan beri senin gibi delilere kaldı. Yoksa senin canın gebermek mi istiyor. Tam ben belediye başkanlığını garantilemişken sen çıkıyorsun ortaya. Bilirsin yaşamak güzel şeydir. Yaşamayı seviyorsan ve yaşamak istiyorsan derhal adaylıktan çekilirsin. Aksi halde başına geleceklere üzülme fırsatı bile bulamayacaksın. Bilirsin geberenlerin üzülemeyeceğini. Tekrar ediyorum, eğer yaşamak istiyorsan ve bir parçacık aklın kalmışsa başında, hemen adaylıktan çekilirsin.
Kimsiniz efendim?
Kim olduğumu halen anlayamadın mı ulan salak, Zır deli. Yanıtını beklemeden kapattım telefonu. Matbaa sahibi Mehmet Menteşeli
Hayrola koca usta ne olup duru diye sordu.
Az bekle kokusu biraz sonra çıkar deyip matbaadan ayrıldım. Oradan doğru tamirci Saki ustanın yanına gittim. Tamirci Saki usta
Hayrola yüzün gülüp duru, yeni gelişmeler mi var.
Bak karşıya adayımız beni fellik fellik arıyor. Önemli bir şey olmasa beni arar mı. Senin dükkânında telefon olmadığını bildiğinden bu tarafa bakmıyor bile. Telefonu olan dükkânlarda arıyor beni
Yine ne var, söyle de meraktan kurtar beni.
Acele etme, birazdan çıkar kokusu. Dışarı çıktım, Osman’a seslendim.
Hayrola Osman ne aranıyorsun öyle
Hah yahu ben de seni arıyordum. Nedense oraya bakmayı akıl edemedim. Gelsene benim dükkânıma gidelim.
Gidelim Osman. Çaycıya iki çay söyleyerek girdim dükkânına. Bir tabure çekip oturdum.
Hayrola Osman, canını sıkan bir şey mi oldu. Rengin solmuş. Hasta mısın yoksa. Sorma, keşke hasta olsaydım. Bu iş hastalıktan da beter, çok kötü bir durumdayım. Bu yüzden seni aradım.
Hayrola
Senin haberin yok mu?
Neyin haberi olacak ki bende. Saki ustanın dükkânda ne radyo var ne de telefon. Haber varsa sende var, söyle de öğreneyim.
Haberler kötü.
Neden, savaş mı çıktı, yoksa ihtilal mi oldu. Öyle bir şey olsa radyolar bilgi verir.
Yok, be yahu bu haberin savaşla veya ihtilalle ilgisi yok
Ya ne ile ilgisi var
Ölümle tehdit edildim.
Niye tehdit ediyorlar ki.
Neden olacak, adaylıktan çekilmemi istiyorlar. Çekilmezsen ölümlerden ölüm beğen diyorlar.
Kim bu patavatsız, haddini bilmez herif, adını söylemedi mi.
Adını söylemedi ama Cumhuriyet Halk Partisinin adayının sesine benzettim sesini. Hayret bir şey, zoru neymiş bu adamın.
Tam seçimi garantilemişmiş, ben çıkmışım ortaya
Emin misin Cumhuriyet Halk Partisinin adayı olduğundan.
Onun sesini iyi tanırım. Kesinlikle o idi.
Vay be, bu iş iyiden iyiye sarpa sarmaya başladı. Bu adam ola bildiğince tehlikeli. Diğer adaylardan korkum yok ama bundan korkulur.
Neden
Neden olacak, adam horoz dövüşünden zevk alan biri. Kendisinde bile bir sürü dövüş horozu var. Bu adamlar kan görmekten zevk alıyor. Alimallah gözünü kırpmadan adam öldürür. Kendisi öldürmese adam tutar öldürtür. Nasıl olsa adamda para çok. Oldukça zengin biri.
Peki, ne yapacağız bu durumda
Tek çaren istifa etmek
Ya istifa etmezsem?
Öldürürler seni. Varsan baksan beni bile öldürürler. Bak şu işe be. Yakında memur olup, adam gibi bir işe sahip olmayı düşlerken, şimdi de bu geldi başımıza. Vay benim umutlarıma. Uçtu gitti benim evlilik hayallerim.
Senin son sözün ne? Vallahi arkadaş ben daha yaşamak istiyorum. Daha yaşımız ne ki. Üstelik yaşamak güzel şey. Bas istifanı bitirelim bu işi.
Tamam, tamam istifa edeceğim. Sen haklısın.
İyi olur diye kalktım. Neylersin arkadaş umutlarımızın ömrü bu kadarmış. Doğruca dükkânıma gittim. Sonucu merakla bekliyorum. Biraz sonra geldi. Ferahlamış bir hali vardı.
Ne yaptın diye sordum.
Adaylıktan çekilmiyorum. İstifa mistifa yok. Ölesiye devam edecek bu iş. Terzi Mustafa dayı ile konuştum, olanları ona anlattım.
Delimin sen. Bu zamanda adam öldürmek kolay mı. İpe götürüler alimallah adamı dedi. Ben de istifa etmekten vazgeçtim. Çaresiz menejerliğim devam edecekti
Gece sekiz buçukta Osman’ın Tabakhanede toplantısı vardı. Seçmenin karşısına ilk defa çıkacak ve ilk konuşmasını yapacaktı. Ona güzel bir konuşma metni hazırladım. İyi okuya bilmesi için de özene bezene temize çektim. Belediye yayın bürosundan toplantı için gerekli duyuruları yaptırdım. Bağımsız aday Osman Akıllıuzun bu gece yirmi otuzda Tabakhanede sayın halkımıza hitap edecektir. Osman Akıllıuzun bu toplantıya Çelebinin davulu eşliğinde eşeğe ters binmiş olarak gidecektir. Tüm halkımız davetlidir.
Sık sık tekrarlattığım duyuru oldukça etkili olmuştu. Çok yoğun bir ilgi vardı toplantımıza. Saat sekizi yirmi geçe coşkulu bir kalabalıkla Tabakhaneye doğru hareket ettik. Önde Çelebi davulunu var gücüyle tokmaklıyor. Hemen Çelebinin arkasında Osman Akıllıuzun eşeğe ters binmiş vaziyette halkı selamlıyor. Alkışlar ve bravo sesleri arasında arada yuh sesleri ile karışık küfürler de geliyor ama aldırdığı yok. Tabakhaneye vardık. Konuşmasını yapacağı kahvehaneye girdik. İki masayı yan yana koyarak üstüne bir sandalye koyduk. Kürsümüz tamamlanmıştı. Elektrikçi İsmet’in kulağına eğildim.
Yanından su eksik etme, çok heyecanlı bu deli. Bir gır gır uğruna kaybetmeyelim adayımızı. İsmet hemen su almaya gitti. Az sonra yanımdaydı. Adayımız sana teslim deyip karşıya geçtim. Fotoğraf makinamı hazır duruma getirdim. Osman yazdığım metni açmış, okumak için tezahüratın bitmesini bekliyor. Deklanşöre sık sık basıp önce Osman’ın sonrada kalabalığın resimlerini çektim. Adayımız büyük bir zorlukla, kekeleyerek metni okumaya çalışıyor. Sonunda okumayı başardı.
Sevgili hemşehrilerim. Büyük bir alkış salvosu, bravolar, ya ya ya şa şa şa Başkan Osman çok yaşa, en büyük başkan bizim başkan. Arada yuh sesleri geliyor ama o büyük gürültü arasında kayboluyor. Sanki yer yerinden oynamıştı. Binlerce kişi tek bir ses olmuştu. İsmet, Osman’ın heyecanını yatıştırsın diye suyu uzattı. Osman eğilip suyu aldı. Bir yudum aldıktan sonra bardağı iade etti. Adayımızın su içmesi bile büyük bir alkış salvosuna neden olmuştu. Osman yine metni gözünün hizasına kaldırdı. Başlığın altındaki yazıyı okumaya çalıştı. Bir türlü metni okumayı beceremiyordu. Heyecandan elindeki mikrofonu ağzına yaklaştıramıyor, metni bile göz hizasında tutamıyordu. Çaresiz ezberlediği başlığı yineledi. Sevgili hemşerilerim… Ve yine çılgınca alkışlar. Cümleyi birkaç kez yineledi. Yarım saatlik süremiz doldu. Benim özene bezene hazırladığım metin okunmadan çöpe gitti. Osman’ı yine eşeğe ters bindirdik. Önde Çelebi, davulunu var gücüyle tokmaklıyor. Ben ha bire resim çekiyorum. Taraftarlar, daha doğrusu gırgırcılar coştukça coşuyorlar. Tam yeni bir resim çekeceğim sırada, birden eşek havalını verdi. Eşek omuzlara alındı ama üzerinde Osman yok. Eşekten düşen adayımız ayaklar altında, kimsenin aldırdığı yok. Hemen yardımına koştum adayımızın. İsmet’in de yardımıyla zor aldık adayımızı ayaklar altından. Bu arada fotoğraf makinam flaşı ile birlikte yere düştü. Ayaklar altında ezilmelerine engel olamadım. Makinam da flaşım da hurdaya dönmüştü. Canım çok sıkılmıştı. Zira ikisi de değerli cihazlardı. Konvoydan ayrılıp dükkânıma gittim. Makinamı onarmaya çalışıyorum. Mümkün değil. Tam nakavt olmuş. Gelen geçen
Ula usta ne edip durun orada. Parkta karnaval var. Yer yerinden oynuyor. Senin aday ortalığı kırıp geçiriyor. Sen oturmuş fotoğraf makinasıyla oynuyorsun.
Boş ver deyip işime devam ettim. Fotoğraf makinası benim için çok önemliydi. Zira Ulus ve Demokrat İzmir gazetelerinin bölge temsilcisiyim. Ertesi gün park işletmecisinden bir mesaj geldi. Olanlardan beni sorumlu tutuyordu.
İkinizi de mahkemeye vereceğim. Kırılan masa ve sandalyelerin bedelini sana ödeteceğim diyordu mesajında. Ben de şaka yollu bir mesaj gönderdim kendisine.
Arkadaşım, sana kim akıl verdi de gidip bu denli çürük masa ve sandalyeleri aldın. Sağlamların köküne kıran mı girmişti. Ne güzel oldu, sana malın çürüğünü dayanıksızını sattıklarını sayemizde öğrenmiş oldun.
Ertesi gün iş yerim doldu doldu boşaldı. Bu gece de gırgır var mı diye soran sorana.
Hele bir dinlenelim, biraz düşünelim, zamanı geldiğinde açıklarız. Bu ara eski bir Cumhuriyet Halk Partili olmam nedeniyle Cumhuriyet Halk Partililerden sitem eden edene.
Bırak şu deliyi diyorlar da başka bir şey demiyorlar.Baktım Menemenli Kara İlyas karşımda
Ne yapmışsın sen dün gece?
Bir şey yaptığımız yok be İlyas
İyi ki yapmadın, daha ne olsun be. En az üç bin kişiyi toplamışsınız meydana
Bu daha başlangıç be İlyas. Gün ola harman ola, önümüzde daha çooook Osman’lı günler olacak. Anlayacağın gırgır daha çok uzun süre devam edecek.
Hadi sen, ben ve Osman üçümüz Ejder’in yerine gidelim. Kafaları bigüzel çekelim bu gece.
İyi olur be İlyas, hadi git sen başkanımıza haber ver. Bedava ziyafete bayılır. Sayemizde bu gece iyi bir gece yaşasın.
Akşam Ejder’in yerine gittik. Kentimizin en iyi içkili lokantası. İçkileri, mezeleri donattırdık masamıza. Amacım masamızı oldukça zengin tutmak ve masada sağdan soldan gelecek ikramlara yer bırakmamak. Önlemlerim yine de yetersiz kaldı. Çevremizdekilerin ikramlarıyla masamız doldu taştı. Bunlar yetmiyormuş gibi birde lokantanın sahibi Ejder ağabeyimiz de ikramcılara katılınca, masamızın hali görülmeye değerdi. Gece yarısına doğru hesabı istedim. Kara ilyas itiraz etti.
Hesabı bu gece ben ödeyeceğim. Yarın akşam da sizden olur. Hesap ödendi. Hep beraber benim dükkâna gittik. İlyas bu işin kesinlikle bittiğini, Osman ‘ın kesinlikle başkanlığı kazanacağını, yeminlerle de destekleyerek garanti verdi. Bu garanti adayımızı oldukça keyiflendirdi. Neredeyse sabah olacak, kimsenin kalkıp gitmeye niyeti yok. Kalktım
Beyler neredeyse sabah olacak. Bu gece bu kadar olsun. Haydi, dağılalım artık. Yarın gece aynı saatte Ejder ağabeyin orada buluşuruz. Şimdi gidip yatalım. Yarına bol bol enerji toplayalım. Sonra yine işimize döneriz. Bizden halkımız yeni şeyler bekliyor. Ertesi gece buluşmak üzere dağıldık.
Karalaştırdığımız saatte, Ejder’in yerinde buluştuk. Yedik içtik. Etraftan Osman’a laf atıp konuşması için zorlayanlar var. Ah benim şu çimdiklerim olmasa. Kalkıp ta ne güzel konuşacak. Her konuşmaya yeltendiğinde basıyorum çimdiği. Susmak zorunda kalıyor. Canı yanıyor ama yine de ses çıkarmıyor. Bir ara dikleni verdi.
Ne çimdikleyip duruyorsun yahu. Bırak ta konuşayım biraz. Görmüyor musun benim konuşmamı istiyorlar.
Ağır ol da molla desinler. Biz İsmet Paşa ocağında öğrendik politikayı. Biz içki masasında kesinlikle konuşmayız ülke sorunlarını.
Tamam, tamam anladık konuşmuyorum işte. O ara İlyas karıştı konuşmamıza
Bırak ta konuşsun yahu, insanlarımızın onun konuşmalarına gereksinimleri var. Onun her söyleyeceği altın değerinde. Onun söyledikleri değil bu kenti, dünyayı aydınlatır vallahi.
İlyas işi zıvanadan çıkarma. Otur oturduğun yerde. Sen de sarhoş oldun galiba.
Tamam, tamam senin dediğin olsun. Vakit bir hayli geç olmuştu. Hesabı ödedim. Çıktık lokantadan. Doğruca parka gittik. Kahvelerimizi içtikten sonra dağıldık.
***
Ertesi gün iş yerime geldiğimde, alışık olmadığım içki yüzünden başım kazan gibiydi. Başım gövdeme ağır geliyordu sanki. Ne yapsam nafile. Elim bir türlü işe varmıyor. Oysa yapılacak birikmiş o kadar çok iş var ki. Dışarı çıktım, açık havada kendimi toplarım diye düşündüm. Ayaklarım beni Osman’ın dükkânına sürükledi. Dükkâna girdim,
Hayırlı işler Osman.
Eyvallah abicim, hoş geldin sefalar getirdin. Sana da hayırlı işler.Ne var ne yok
İyilik sağlık, evvel Allah bomba gibiyim. Her an patlaya bilirim.
Aman iyi ol da, bir de seni düşünmeyelim.
Sen nasılsın
Bozuk
Neden
Neden olacak, benim gibi içkiye alışık olmayan adamı, iki gecede ayyaşa çevirdiniz. Şimdi de kafam ağır geliyor gövdeme. Yapılacak yığınla iş olduğu halde elim işe varmıyor. Bu gidişle, müşterilerden dayak ta yiyebilirim. O ara kapının arkasında dik olarak duran kalınca bir morelye ilişti gözüme. Hemen çekip aldım. Elimle tarttım. İkiye biçildiğinde Osman gibi elli kiloluk birini rahatça taşıya bilirdi. Hemen Osman’ın eline tutuşturdum morelyeyi.
Çabuk bunu marangoz Süleyman’a götür. Dikine ikiye biçtir. Kenarlarını da yuvarlat ki elleri acıtmasın.
Ne olacak bu
Ben ne diyorsam onu yap, lafla kaybedilecek zamanımız yok. Ayrıca on santim uzunluğunda bir santim kalınlığında dört adet cıvata al, rondeleli olsun. Osman ‘ın aklı bir türlü yatmamıştı bu işe.
Allah Allah, ne olur bu morelyelerden yahu. Ne yapmayı düşünüyorsun. Anlat ta ben de bileyim.
Ne diyorsam onu yap. Dedim ya sana lafla kaybedilecek zamanımız yok. Bu gece Samanhanede İçişleri Bakanının toplantısı var.
Nerede, nerede
Samanhanede
Bize ne bundan
Biz de yeni yolda yapacağız toplantımızı. Böylece kim daha güçlü çıkacak ortaya. Kalabalığı en çok toplayan gücünü kanıtlayacak. Güçlü olan malı götürecek, yani belediye başkanlığını kazanacak.
Osman morelyeyi biçtirmeye gitti. Çıraklarımı çağırdım. Birine evimin anahtarını verdim. Çabuk evdeki koltuklardan birini al gel. Diğerine de sende atölyeye git, kalem ve kâğıt getir bana dedim. Çırağımın atölyeye gitmesiyle gelmesi bir oldu. Uzattığı kâğıdı kalemi aldım. Osman’ın masasına oturup, bir duyuru hazırladım. Çırağıma hazırladığım duyuru ile birlikte on lira verdim. Çabuk bunu belediye ilan bürosuna götür, dört defa ilan etsinler. Her ilan üç kez yayınlandığından epeyce doyurucu olacaktı. Az sonra benim duyurum yayınlanmaya başladı. Dikkat dikkat, burası belediye ilan bürosu, ilanları veriyoruz. Bağımsız aday Osman Akıllıuzun, bu gece saat sekiz otuzda, Yeniyolda sayın halkımıza hitap edecektir. Osman Akıllıuzun bu toplantıya tahtırevanla gidecektir. Sayın halkımız bu toplantıya davetlidir. O ara Osman biçtirdiği morelyeden elde edilen iki morelye ve diğer siparişlerimi getirmişti. Koltuk almaya giden çırağım da gelince hemen işe başladım. Osman durmadan soruyor
Ne olacak bu morelyeler, vidalar ve koltuk. Tahtırevan nedir.
Bekle az sonra yapınca öğrenirsin diyerek, işime devam ettim. Susup beklemeyi yeğledi. Atölyemden getirttiğim el breyiz ile koltuğun her ayağına birer delik deldim. Morelyeleri koltuğun ayaklarının yanına uzattım. Dengeli olması için deleceğim delikleri dikkatle işaretledim. İşaret ettiğim yerlere delikleri açtıktan sonra, montaja başladım. Osman’ın getirdiği cıvataların başlarına rondeleleri geçirip sıkıca vidaladım. İş görecek mi, dengesi iyi mi diye incelerken, Elektrikçi İsmet Kuru geldi.
Ustam, ne olup duru bu tahtırevan işi. Ne biçim şey bu, doğrusu biliyman. Ben de kendisine yöre diliyle yanıt verdim.
Körmün ula, işte önünde durup duru.
İyi ama bu böyle olmaz
Ya nasıl olur,
Bunun ışıklandırması gerekir.
Haklısın İsmet. Hemen iki çita buldurup, koltuğun üst tarafına çiviledim. Atölyemden pil kutusu, pil, kablo ve dört adet te altı voltluk değişik renklerde ampul getirttim. Montajı tamamladıktan sonra devreye bir çıt çıt anahtar koydum. Tahtırevan ile birlikte minik mahyamız da hazırdı. Bir ara başımı caddeye çevirdim. O da nesi, dükkânın önü tıklım tıklım seyirci dolu. Meraklılar yüzünden yol trafiğe kapanmış. İsmet’e
Tut şunu ucundan dedim
Ne olacak
Ne olacağı var mı? Caddede kalabalık yüzünden trafik durmuş. Neredeyse emniyetten gelip müdahale edecekler. İşin cılkı çıkmadan, götürüp saklayalım şunu. Götürüp belediye hamamının külhanına sakladık. Osman’ın dükkanına dönerken çay ocağına çay söyledik. Çaylarımızı içerken İsmet sordu?
Kaç liralık ilan verdiniz
On liralık
Yetmez alın benden de on lira deyip masanın üzerine attı. Tam o sırada Kara İlyas göründü kapıda
Hayrola, çay ziyafeti mi var
Öyle gibi
On liralık mı?
Yok, yahu, o para İsmet’in ilan hediyesi. Çaylar şirketten. Nevres oğlundan.
İlanınızı duydum. Nereden buldunuz tahtırevanı? Merak ettim onu görmeye geldim.
Nereden bulacağız, kendimiz imal ettik. Hamamın külhanına koyduk, gidip görebilirsin. Gidip tahtırevanı gördükten sonra elindeki on lirayı uzattı. Tahtırevan güzel olmuş, alın şu on lirayı benim de katkım olsun. Böylelikle benim verdiğim le birlikte ilan sayımız otuz altıya ulaşacaktı. İlanımız tekrar tekrar yinelenirken, İçişleri Bakanının Samanhanede yapacağı toplantının duyurusu başladı. Ardından Cumhuriyet Halk Partisinin, onun da ardından Güven Partisinin duyuruları başladı. Bir anda kentte duyuru meydan savaşı başladı. Bir bizden, Bir Adalet Partisinden. Cumhuriyet Halk Partisi ile Güven Partisinin yayınları duyulmaz oldu. Bağımsız aday ile Adalet Partisi arasındaki duyuru çekişmesini izlemeyi yeğlemişlerdi. İlan bürosuna yeni on liralar gönderip, kıyasıya sürdürdük duyuru savaşımızı.
Akşamüstü Cumhuriyet Halk Partisi İl Başkanı Fevzi Bey geldi yanıma
Yıldoğan’dan telefon ettiler, ille de seni istiyorlar. O gelmezse sizde gelmeyin diyorlar bize.
Beni niye istesinler ki. Partiye başvurumu reddeden sizler değil misiniz. Üyesi olmadığım bir partinin toplantısında ne işim var benim?
Aman Nevres usta, beni zorda bırakma. O işi halledeceğiz. Hele şu seçim bitsin, seni istemeyenler gider sen gelirsin partimize. Hem Ulus gazetesinin, hem de Demokrat İzmir gazetesinin temsilciliğini yapacaksın, sonrada partiye kabul edilmeyeceksin. Böyle şey olmaz.
Tamam, arkadaş Yıldoğan’a geleceğim sizinle, bunu senin ve Yıldoğan’lıların hatırı için kabul ediyorum.
Saat on dokuz sıralarında Atapark’ta buluştuk. İl başkanı Fevzi ile milletvekili Sadi beylerle sohbet ediyoruz. Gideceğimiz ilçeye hareket edeceğimiz vakte kadar zaman öldürüyoruz. Sakinliği ve sessizliğiyle ünlü kentimizin yukarı caddelerinden alışmış olmadığımız bir gürültü koptu. Kulak verdik ne oluyor diye. Osman adını duyunca gürültünün nedenini anladık. Yeniyol caddesine doğru bir göz attım. O da nesi. Cadde tıklım tıklım dolmuş, her taraf insan kaynıyor. Biraz daha oyalansak, komşu ilçeye gitme olasılığı kalmayacak. Doktor Seyfi Bey benim gitmek için ayağa kalktığımı görünce
Durun yahu, şu deliyi biraz seyredelim.
Deli benim eserim, onu ben de seyretmek isterim. Bir de şu caddeye bakın, biraz daha oyalanırsak geçip gitmemiz mümkün olmayacak.
Amanın bu caddeye ne olmuş böyle. Nereden geldi bu kadar insan buraya.
Nereden gelecekler, baksanıza, traktörler ha bire köylerden insan taşıyor. Bu gidişle köylerde kimse kalmayacak, herkes adayımı görmeye geliyor. Seyfi beyin arabasına binerek hareket ettik. İl Başkanına da hemen hareket etmelerinin gerektiğini söyledik. İnsan selinin arasından çok zor geçerek kentin dışına çıktık. Yarım saat sonra Yıldoğan’daydık. Coşkulu bir kalabalık karşıladı bizleri. İlçede dört ay kadar kaldığımdan her kes tanıyordu beni. O gece ısrar üzerine uzun bir konuşma yaptım. Yine de daha da konuşmamı istiyorlardı. Çok hoşlarına gitmişti söylediklerim. Oysa bende konuşacak hal kalmamıştı. Aklım fikrim hep adayımın toplantısındaydı. Geç vakit ayrıldık Yıldoğan’dan.
Kente vardığımızda bir başkaydı insanların hali. İstisnasız her kes gülümsüyordu. Tanıdık birini görünce Seyfi beyden durmasını rica ettim.
Bağımsız adayın toplantısına gittiniz mi diye sordum.
Gitmez olur muyum hiç. O bizim göz bebeğimiz, onu yalnız bırakır mıyız hiç.
Kalabalık mıydı toplantısı
Ohoooo, ben diyeyim beş bin, siz deyin on beş bin, bu şehir bu güne kadar böylesi bir kalabalık görmemiştir. Kalabalık yüzünden trafik durdu. Bu yüzden en az iki saat çevreyle irtibatımız kesildi.
Peki İçişleri Bakanının toplantısıyla ilgili bilgin var mı.
Olmaz olur mu, ben oraya da gittim. On beş yirmi kişi kadar vardı dinleyici olarak. Bizi ciplere bindirip, Osman’ın toplantısına gönderdiler. Oradaki kalabalığı bakanımızın toplantısına getirelim diye, neredeyse Osman ‘ın‘taraftarlarından dayak yiyecektik. Teşekkür ederek yolumuza devam ettik.
Ertesi gün müşterilerimden Hüseyin Bey anlattı.
Polis yolu açmak için, tahtırevanı benim arabanın bagajına koydu. Tahtırevanı benim arabanın bagajında görenler, Osman’ı da arabamda zannettiler. Arabamı havaya kaldırmak istediler, bereket arabam ağır da kaldıramadılar. Yapmayın etmeyin diye bağırıyorum, dinleyen kim? Bir ara, arabamın tekerlekleri boşa dönmeye başlayınca çok korktum. Mahvedecekler di arabamı.
Tamiri gereken birkaç radyoyu tamir ettikten sonra, biraz hava almak için Atapark’a doğru yürüdüm. Parka vardığımda, kara İlyas ile elektrikçi İsmeti gördüm. Yanlarında tanımadığım üç kişi daha vardı. Görmezlikten geleyim dedim olmadı. Hemen beni gördüler ve yanlarına davet ettiler. Çaresiz gidip yanlarına oturdum. Gündemde yine bağımsız adayımız dı konuşulan konu dün geceki olağan üstü kalabalıktı. İsmet karşı tarafı göstererek
Bak senin ki orada dedi. Adayım üç kişiyle kafa kafaya vermiş oldukça hararetli konuşuyorlardı. Garsonu çağırdım. Al şu iki buçuk lirayı, bu senin bahşişin. Bak karşıda Deli Osman var, tanıyor musun onu
Ayıp ettin abi başkanımızı nasıl tanımam.
Şimdi gideceksin onun yanına. Önünde düğmelerini ilikleyip, hafifçe eğilip saygılar sunacaksın ve onu bizim masaya davet edeceksin. Garson gitti ve dediklerimi aynen uyguladı. Konuştuğu kişilerden izin isteyip kalktı, konuştuğu kişiler oturması için ısrar ettiler. Yerine oturdu, konuşmaya devam ediyorlar ama gözü bende.
Hadi gel diye işaret ediyorum. O da ne yapayım kurtulamıyorum bir türlü anlamında işaretler yapıyor. Sonunda beklediği izin çıktı. Yanımıza doğru yönlendi. Ben masadaki arkadaşlara
Osman yanımıza vardığında hepimiz ayağa kalkıp karşılayacağız ve yine hepimiz birden oturması için sandalyelerimize buyur edeceğiz.
Biri oturacağı sandalyeyi altından çekip düşürelim mi diye sordu?
Sakın ha, o kadarı fazla olur. Hepimiz kurulu birer zemberek gibiydik. Yanımıza ulaştığında hepimiz yerimizden kalkarak, ağız birliğiyle
Buyurun sayın başkanım diyerek oturması için sandalyelerimizi uzattık. Osman bu sıcak ilgi karşısında çok etkilenmişti.
Lütfen beyler, lütfen. Rica ederim rahatsız olmayın. Beni çok mahcup ediyorsunuz diyordu ha bire. Onu da oturttuk yanımıza. Akşama kadar çaylarımızı sık sık tazeleterek sohbet ettik. Kentimizi en kısa zamanda nasıl mamur ve örnek bir kent haline getireceğimizi uzun uzun tartıştık.Ertesi gün buluşmak üzere dağıldık.
***
Ertesi gün ilk işim Osman’ı aramak oldu. Dükkanına gittim.
Hadi bakalım başkanım kahveleri ısmarla da aklımız başımıza gelsin. Bir türlü uyku mahmurluğunu atamıyorum üstümden. Ismarlaması senden, parası benden. Kahveleri söyleyip geldi. Kahvelerimizi içtikten sonra,
Başkanım, kaç gündür sesimiz, soluğumuz çıkmıyor. Hemşehrilerimiz bizi ya öldü zannedecek, ya da adaylıktan çekildiğimizi.
Peki, ne yapalım
Yeni bir basın toplantısı.
Ne duruyorsun öyleyse, işte telefon orada. Hemen başla. Telefonun manyeto kolunu çevirdim. Santral memuresine, önce İlkadım gazetesini, daha sonra da Devrim gazetesini bağlamasını rica ettim. Telefonlara yanıt veren elemanlara, bağımsız aday Osman Akıllıuzun’un basın toplantısı yapmak istediğini, bu toplantıda çok önemli açıklamalarda bulunacağını söyledim.
Toplantı saat kaçta olacak
Yine saat on dörtte. Tamam, hemen geliyoruz dediler. İki ekip te tam saatinde geldiler. Kendilerine yine toplantımızın Amerikan usulünde olacağını söyledim. Bu nedenle sorularınızı yine ben yanıtlayacağım. Onlara soracakları için tüyo da veriyorum.
Seçilirseniz turizmin gelişmesi için neler yapmayı düşünüyorsunuz?
Asar dağı ile Hamursuz dağın arsına tel gerip, dipsiz sepetle turist naklini gerçekleştireceğiz. Osman hemen lafa karıştı,
Yahu ne diyorsun sen , hiç dipsiz sepetle turist nakli yapılır mı
Reklâm olsun Osman, hem o iki dağ arasındaki tele asılı olan sepete binecek olan oturup ta ne yapacak. Biliyorsun dağlardan bakıldığında beldemizin olağan üstü bir güzelliği var. Sepetin kenarına sıkıca tutunur, hem aşağısını, hem de karşıları seyreder.
Doğru ya, yazın öyleyse
Ekonomik kalkınma için neler düşünüyorsunuz.
Biliyorsunuz ovamız oldukça verimli bir ova. Ne yazık ki susuzluktan doğru dürüst işlenemiyor. Bu yüzden ovamızın her tarafını fıskiyelerle donatıp gereken verimli sulu tarıma geçişi sağlayacağız. Beldemize deniz de getireceğiz. Hemşehrilerimiz denize gitme zahmetine katlanmadan ayağının dibindeki denize girecek. Dünya bu büyük başarımızı yerinde görmek için kentimize taşınacak. Kimileri gelip bizim bu büyük buluşlarımızın patentini isteyecek bizden. O kadar çok gelen olacak ki esnafımız, sanatkârımız son derece kalkınacaklar. Gelenlerin bıraktıkları döviz ve paraları kasalarımıza bile sığdıramayacağız. Topladığımız para ve dövizlerle komşu illere bile yardım yağdıracağız.
Ertesi gün yerel gazeteler yine manşette verdi basın toplantımızı. Hem de en büyük puntolarla. İş yerime gelen gelene, Karşıdan bağırıyorlar,
Ula koca usta deniz ne zaman gelip duru
Usta, fıskiyeler ne zaman çalışmaya başlayacak.
Koca usta dipsiz sepetle turist naklide nereden aklınıza geldi. Daha neler neler. Akşamüstü bobinajcı Abdullah usta geldi dükkânıma. Ağzı kulaklarına varıyordu gülmekten.
Nereden geldi aklınıza bu deniz getirme işi. Hele hele bu dipsiz sepetle turist nakletmekte ne oluyor?
Önce hoş geldin. Şunu iyi bilin ki biz halkımızın gerçek temsilcisiyiz. Her şeyden önce halk çocuğuyuz. Elbette görevimiz halkımıza en güzel ve en yararlı hizmetleri sunmaktır. Tabi şimdiden denizi ayağının altında belliyorsun, bu yüzden sevinçten ağzın kulaklarına varıyor.
Sırada yeni bir gır gır faslı var mı.
Az bekle görürsün. Sen şimdi İşçi Partisi Genel Başkanısın. Hemen telefon açıp onu canı gönülden kutlayacaksın. Hadi bakalım hazır mısın?
Bırak Allah aşkına yahu, bir de beni bulaştırma bu işe.
Üç beş dakika da olsa koskoca İşçi Partisinin genel başkanı olacaksın, az şey mi bu. Telefonun manyetosunu çevirdim, karşıma çıkan santral memuresine
Sizden bir ricam olacak
Estağfurullah Özcan Bey, yine bir gırgır mı var
Tabi her zamanki halimiz. Şimdi sen 956 ya sinyal gönder ve adayıma, sizi Ankara’dan arıyorlar deyip benim telefona bağla. Sinyal gönderildi. Ankara’dan aranıldığı söylenildi. Hemen ben devreye girdim.
Alo kiminle görüşüyorum efendim.
Osman Akıllıuzun
Efendim bir yanlışlık yapmayalım, Bağımsız aday Osman Akıllıuzun değil mi?
Evet, efendim, benim o
Lütfen ayrılmayınız efendim, Sayın Genel Başkanımız Mehmet Ali Aybar sizinle görüşmek istiyor.
Tabi efendim bana şeref verirler. Hemen ahizeyi Abdullah beye uzattım. Ahizenin üstüne mendil kapatmayı da ihmal etmedim. Abdullah bey gayet ciddi bir ses tonuyla
Alo kimsiniz? Dedi
Osman Akıllıuzun, bağımsız belediye başkan adayı.
Evladım ben Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı, Mehmedali Aybar’ım. Senin elbise temizleyicisi olduğunu okudum gazetelerde. Elbise temizleyicisi emekçi demektir. Senin gibi bir emekçinin koskoca bir ilde belediye başkanlığına aday olması beni çok sevindirdi. Seni bu uygar cesaretinden ötürü candan kutluyorum. Gözlerinden öper, başarılarının daim olmasını dilerim. Ben şimdi ilinizin örgütümüze emir vereceğim seni desteklemeleri için. Arzum seni önce belediye başkanı olarak, sonra da partimize üye olarak görmek istiyorum. Hadi evladım kal sağlıcakla. Aman kendine iyi bak. Tekrar tekrar öperim gözlerinden.
Ben de sizi ellerinizden öperim paşam, Sağ olun varolun paşam. Hemen telefonu kapattım. Duya fondan çay söyledim çay ocağına. Hemen telefona uzak bir yere çekilip oturduk. Osman dükkânından çıkıp bizim sokağa girdi. Sağa sola bakınıyordu. Belli ki bu büyük kutlamayı anlata bileceği birilerini arıyordu. Çaycının bize çay getirdiğini görünce hemen yanımıza geldi. Gözlerinin içi gülüyordu. Ayağa kalktık. İkimiz birden
Buyur sayın başkanımız hoş geldiniz dedik.
Lütfen beyler, lütfen rahatsız olmayınız. Lütfen rica ederim.
Bizim başkanımıza sevgi ve saygımız sonsuzdur. Koltukların birine yığılırcasına oturdu.
Başkanımıza da çay getir dedim çaycıya.Çayını içerken bir hayli rahatlamıştı. Bobinajcı Abdullah Bey
İşleriniz iyi gidiyor her halde. Bakıyorum sizin toplantılarınıza, Diğer adayların toplantılarıyla kıyaslanmayacak kadar kalabalık. Diğerlerini öyle üçe beşe değil, elliye yüze katlıyorsunuz. Ne kadar da çok seviyor halkımız sizi. Görünen o ki siz bu işi garantilemişsiniz.
Kısmet ağabey, ben de sizin gibi düşünüyorum. İnşallah başaracağız bu işi.
İnşallah Osmancığım, inşallah. Gönlümüz sizinle birlikte
………………
Sessizliği yine Osman bozdu.
Haberiniz var mı beni Ankara’dan aradılar.
Kim aradı.
Haberiniz yok mu?
Nereden olacak söylemedin ki
Ne bileyim ben, belki haberiniz vardır diye düşündüm.
Pes vallahi be Osman. Telefonumuz sanki paralelmiş gibi konuşuyorsun. Aklınca bizim kendisini işletip, işletmediğimizi araştırıyordu. İşletilmediğine kanaat getirince, biraz önceki konuşmamızı birazda abartarak ballandıra ballandıra anlattı bize. Biz de kendisine bunun gayet normal olduğunu şaşılacak bir yanı olmadığını söyledik.
Seni partisine üye yapmak için yağ yakıyor dedim. Bir telefon ücreti karşılığında paraşütçülük yapacak. Kentimize tepeden inecek. Sayende koca bir kentin belediye başkanlığını partisine mal edecek. Var mı öyle üç kuruşa beş köfte. Nerede bu bolluk. Kaldı ki hiçbir parti, heveslenip umutlanmasın. Zira umutları kursaklarında kalır. Biz özgürlüğümüze kellesini koymuş insanlarız. Neden özgürlüğümüzü kısıtlayalım ki.
Doğru söylüyorsun deyip kalktı. Hadi bana eyvallah. Ve çekip gitti. Bu büyük olayı daha birçok kişiye anlatması gerekiyordu.
………………
Seçime bir gün kalmıştı. İnşaatçılardan emanet bir el arabası buldum. Osman son toplantısını Atatürk meydanında yapacaktı. Toplantıya emanet aldığım el arabasıyla gidecekti. Ne olur, ne olmaz diye kendisine bir konuşma metni hazırladım. Tüm metni büyük harflerle yazdım. Okuyamaz ama, ya okursa? Tabi ki okuması iyi olurdu. Kendisine metni verirken
Bak Osman, bu adamlar senden çok korkuyorlar. Bu nedenle sen konuşurken elektrikleri mutlaka kesecekler. Bundan kesinlikle eminim. Senin bu metni okuman hiçbir adayın işine gelmez. Elektrikleri tahmin ettiğim gibi keserlerse, var gücünle bağırarak
Aranızda beni sevmeyenler, bana oy vermek istemeyenler olabilir. Bana oy vermek istemeyenler oylarını demokrasiye hiç saygısı olmayan Adalet Partisine vermesinler. Cumhuriyet Halk Partisine versinler diyeceksin. Ne söyleyeceğini iyice anladın değil mi diye sordum.
Ok ey, tamam anladım.
Hadi bakalım, bu son toplantımız senin için hayırlı olsun diyerek adayımı uğurladım. Tahminim doğru çıkmıştı. Aynen dediğim gibi Osman konuşurken kesivermişlerdi elektrikleri. Adayımsa tüm ezberlettiklerimi aynen söyleyivermişti. Toplantıdan sonra yanıma geldi.
Oh be ne iyi oldu, bana oy vermek istemeyenler oylarını mutlaka Cumhuriyet Halk Partisine versinler dedim. Öğrensinler elektrikleri kesmenin ne demek olduğunu. Sonuç ta Osman’ın pek etkisi olduğu bilinmez ama benim dilediğim gibi olmamıştı. Adalet Partisinin adayı kıl payı da olsa, kazanmıştı seçimi.
Pazar günü Yıldoğan’da kullandım oyumu. Motor sıkletime binip kentimize geldiğimde, adayımızı, dükkânının önünde heyecanla beni bekler buldum. Beni görür görmez kolunu uzattı bana doğru. Başparmağını iki parmağının arasına sokmuş, bilinen işareti yaparak
Naaaah sen tanzifat memuru olursun dedi.
Hayrola Osman, ne oldu da bana bu kadar kızdın.
Elinin körü. Daha ne olsun, bu saate kadar nerelerde sürttün. Saatine bakmıyor musun? Neredeyse öğlen olacak.
Kolay mı, Yıldoğan’dan buraya gelmek. Bu saatte gelebildiğime şükret. Yolda lastik patlaya bilirdi, motor arıza yapa bilirdi, hatta ben kazaya uğrar ölebilirdim de.
Hadi hadi fazla uzattın. Gidelim de şu sandıkları dolaşalım.
Baş üstüne sayın başkanım, emrin olur. Motor sıkletime binip sandıkları dolaşmaya başladık. Osman için sanki zaman durmuştu. Ah şu sandıklar bir açılsa, zaferimizi hemen Ejder ağabeyin lokantada kutlarız. Seçimi kaybetme gibi bir düşünce aklının kenarından dahi geçmiyordu.
Akşam, sandıklar açıldığında yine sürdürdük teftişimizi. Sandık başkanlarına oylamanın sonuçlarını soruyorduk. Ben avucumun içine yazdığım, karşıdan okunabilecek irilikteki 100 rakamını gösteriyordum sandık başkanlarına.
Vallahi Osman Bey, nasıl söylesem bilmem ki, size yüzün üstünde oy çıktı ama hep iptal edildi. İnanın ki çok üzüldük
Peki neden iptal ediyorsunuz benim oylarımı.
Neden olacak, kimilerine işaretler konulmuş, kimilerinde ise mühür yanlış yere vurulmuş.
Vayyyy be, şu işe bak. Bu insanlar bu kadar aptal mı yahu. Bir oyunu dahi doğru dürüst kullanamıyorlar. Tuluu Allah kahretsin be
Tüm sandıkları dolaştık. Sandık başkanlarının yanıtı hep aynıydı. Oysa sandıkların her birinde kullanılan oyların sayıları sekseni geçmiyordu. Sonuçlar kesinleştiğinde kendisine geçerli sadece elli altı oy çıkmıştı. Kendisine verilen binlerce oyun iptal edilip, sadece elli altısının geçerli sayılması çok fena sarsmıştı adayımızı. Feci şekilde yıkılmıştı. Teselli etmeye uğraştım ama boşuna. Ne söylesem fayda sağlamıyor.
Osman, niye üzülüyorsun bu kadar. Ben senden daha zararlı çıktım. Sen kazansaydın ben şimdi tanzifat memuruydum. Ne işe yaradı benim bunca emeklerim ve masraflarım. Ne oldu benim güzelim evlilik umutlarım. Saman alevi gibi yanmasıyla sönmesi bir oldu. O beni dinlemiyordu bile. O sadece iptal edilen oylarına kahroluyordu. Sonunda dayanamadım. Kolundan tuttuğum gibi. Komşumuz olan bir doktora götürdüm. Doktor arkadaşım onu iyice muayene etti. Bir sürü ilaç ve vitaminler yazdı. Doktor muayene ücreti almadı ama, ilaçlara ödediğim para, cebimi fena yakmıştı.
İlaçlarını alıp gittikten sonra bir hafta kadar ortalıklarda görünmedi. Yine dükkânıma geldi. İlaçlar iyi gelmişti ki morali bir hayli düzelmişti. Düzeldiği neşesinden belliydi.
Hayrola Osman, bakıyorum keyfin yerinde.
Sana geldim, hadi bakalım, kazanan arkadaşı gidip kutlayalım. Biz uygar insanlarız. Gidip kutlamazsak çok ayıp olur.
Sen git Osman, ben gelmeyeceğim.
Tabi gelemezsin. Sen zaten korkağın birisin. Sende o cesaret nerede, telefona uzandım. Manyeto kolunu çevirdim, santral memuresine
Belediye başkanını bana bağlar mısınız dedim. Tekrar manyeto kolunu çevirdim. Karşı tarafın telefonu açıldı.
Alo buyurun
Kiminle görüşüyorum efendim.
Belediye Başkanı Haluk
Sayın başkanımız, bağımsız başkan adayımız Osman bey sizi kutlamaya gelmek istiyor, zamanınız uygun mu acaba, gelebilir miyiz?
Siz kimsiniz
Osman beyin menejeri
Memnun olurum, buyurun gelin efendim. Osman’ın yüzü sap sarı olmuştu. Zira gidelim diyeceğime hiç ihtimal vermiyordu. Geçmişte temsilcisi olduğum Ulus Gazetesine geçmiş olduğum bir haber nedeniyle aramız oldukça gergindi. Haberim bir anda demokrasiyi sona erdirecek boyutlara ulaşmıştı. İsmet Paşa defalarca meclis kürsüsüne çıkarak, yaptığı konuşmalarda itidal önererek, askerin kışlalarına dönmelerini güçlükle sağlamıştı. Haberim, kentin yakınlarına düşen askeri bir jet pilotunun naşının çöp arabasıyla kaldırılmak istenmesiyle ilgiliydi. Hava Kuvvetleri bu olaya çok sert tepki göstermişti. Osman olayı bildiği için gideceğime hiç ihtimal vermiyordu.
Vazgeçelim yahu, gitmeyelim.
Hayır, arkadaş gideceğiz. Erkek adam sözünden dönmez. Koluna girdim, sürüklercesine belediyeye doğru yürüdük. Halen ısrar ediyordu gitmeyelim diye. Israrını makam odasına girinceye kadar sürdürdü. Makam odasına girdiğimizde, başkan çok sıcak karşıladı bizi. Anlaşılan beni bir daha karşısına almak istemiyordu. Başkanın gösterdiği koltuklara oturduk. Önce çukulata ikram etti. Arkasından da kahvelerimiz geldi. Osman ellerini dizlerinin üzerine koymuş, ayaklarını biri birine birleştirmiş olabildiğice saygılı oturuyordu. Hal hatır soruldu. Kahvelerimizi içerken sohbetimiz iyice koyulaştı. Osman önce ayaklarını uzattı, sonra da ellerini yana indirdi. Daha sonra da bacak bacak üstüne attı.
Sayın başkan, siz dua edin ki bu halk çok aptal ve cahil
Niye Osman Bey?
Niye olacak, benim en az beş altı bin oyum iptal edildi. Peki, sen kaç oy aldın? Kalk ulan oradan, orası benim hakkım demesiyle ben kendimi dışarıya attım. Gülmekten boğulacak gibiydim. Nefes almakta bile zorlanıyordum. Gülme krizine girdiğimden vedalaşmadan ayrıldım belediyeden. Aklıma geldikçe hep rahmetle anarım Haluk beyi. Sonradan Osman anlattı bana Osman’ın bağırması üzerine başkan yerinden kalkmış, gidip elini Osman’ın omuzuna koymuş ve
Kader bu be Osman demiş. Bu gün şans bana güldü, yarın da sana güler. Senin daha yaşın ne ki. Önümüzde daha nice seçimler var. Bakarsın bir dahaki seçimi sen kazanırsın, o zaman da ben gelirim seni kutlamaya. Bir arzun olduğunda seni her zaman beklerim. Burası senin de evin diyerek kapıya kadar uğurlamış.
Günler sonra parkta otururken yanıma geldi. Bir sandalye çekip oturdu. Ahlayıp ofluyordu.
Hayrola Osman, bakıyorum burnundan soluyorsun. Neyi dert edindin yine kendine
Bırak Allah aşkına yahu, nasıl olur da bu halk böylesine büyük bir aptallık yapar. Benim beş altı bin oyum iptal edilsin. Adam aldığı üç bin oyla başkan koltuğuna otursun. Olacak iş mi bu be. İşte bu çıldırtıyor beni. Ne yanıt vereceğimi düşünürken, parkın içinden geçmekte olan jandarma başçavuşu Kaya bey ilişti gözüme.
Kaya diye bağırdım
Dönüp baktı, şaşırmış bir hali vardı, zira benden hiç beklemiyordu böyle bir kaba hitabı.
Hayrola Özcan Bey
Çabuk buraya gel
Ağabey kusura bakma çok işim var, gelemeyeceğim.
Bana bak arkadaş, sen yeni kurulacak devletimizin devlet başkanına nasıl karşı geliyorsun. Bu bir emirdir. Derhal buraya geleceksin. Baktı ki gır gırlık yeni bir şeyler var, yolunu değiştirip yanımıza geldi.
Emret sayın devlet başkanım, emrinizdeyim.
Otur bakalım ve beni iyi dinle. Şu andan itibaran, kentimiz bağımsız devlet olma aşamasına girmiştir. Yeni devletimizin devlet başkanı ben olacağım. Sende genelkurmay başkanımız olacaksın. Belediye başkanımız da işte karşında, sayın Osman Akıllıuzun
Emredersiniz sayın devlet başkanımız, öl de ölelim.
Elinizde kaç tane ağır makinalı silahınız var? Biraz düşündü. Anlaşılan kente bağlantısı olan yolları hesaplıyordu.
Dört efendim.
Bu gece ağır makinalı silahları ilimizi çevre il ve ilçelere bağlayan yollara yerleştireceksin. Ben de bu gece bağımsızlık bildirimizi hazırlayacağım. Yarın bağımsızlığımızı, hazırladığım çok güçlü bir verici ile tüm dünyaya duyuracağız. Osman söze karıştı,
Neden bağımsızlığımızı ilan edeceğiz?
Tabi ki seni belediye başkanı yapmak için.
Tamam, da ağır makinalı silahlarla yolları kestik. Peki havadan nasıl korunacağız? Uçaklarla bizi havadan bombalamazlar mı.
Yahu Osman, her vesileyle şu meşhur deliliğin çıkı veriyor ortaya. Düşünsene, bir Deli Osman için yirmi bin insanı nasıl bombalarlar? Dünya ayağa kalkar be. Kaya bey
Doğru söylüyor devlet başkanımız, Bir tek insan için koca bir kent yok edilemez. Kolay mı öyle göz göre göre yirmi bin insanı ölüme göndermek?
Haklısınız dedi Osman
O halde yarın sabah erkenden bize taraf olan gençleri Atatürk meydanına toplayacağız. En az beş bin genç toplarız oraya. Bağımsızlık bildirimizi okuduktan sonra, doğruca belediyeye gideceğiz. İçeri girip belediye başkanını koltuğuyla birlikte, pencereden dışarı atacağız.
Hop hop durun yahu, koltuğu neden atıyorsunuz? Sonra ben nerede oturacağım.
Elinin körü, ayaklarının üstüne otur, onlar ne güne duruyor. O koltuk uğursuz olmasaydı sahibine yarardı. Uğursuz bir koltuğu biz ne yapalım? Seni de mi karşı bir darbeyle kaybedelim. Bir kurban yetmez mi? Koltuğun yenisinin köküne kıran mı girdi gider yenisini alırız. Hem de en iyisini.
Doğru söylüyorsun, hem de altın kaplamalısını alırız. Osman yine belediye başkanlığının hayallerine kaptırmıştı kendini.
Hadi artık kalkıp gidelim, hepimizin çok işi var.
Tamam, gidelim dediler ikisi de.
Ertesi gün kendimi araziye uydurmuştum. İş yerimdeki yoğun işlere rağmen gidemiyordum iş yerime. Osman beni bula bileceğini umduğu her yerde arıyordu beni. Yanıltıcı bilgiler göndererek beni bulamamasını sağlıyordum. Beni bulmaktan umudunu kesince gidip ucuz bir meyhaneye oturdu. Meyhaneciye para gönderdim, Osman’a bol içki ikram et diye. Böylece aranılmaktan kurtulmuştum.
Aradan geçen bir hayli zamana rağmen, her karşılaşmamızda, bağımsız devletimizi kuramadığımız için beni korkaklık ve döneklikle itham ederdi. Bu yüzden bana hep kırgın olduğunu söylerdi.
Osman’ın temizleme atölyesinden daha büyük bir atölye açıldığından, işleri oldukça bozuk gidiyordu. Geçim sıkıntısı çektiğini biliyordum. Arayıp buldum kendisini. Benim dükkâna gidip oturmayı önerdim. Biraz nazlandı, sonra da kabul etti. Çaylarımızı içerken bir hayli sitem etti bana.
Bak Osman ülkemizde bin kadar belediye var. Bunlara bir o kadar da başkan seçildi. Şimdi hepsi de seçim sarhoşu. Ben sana bu gece bir kutlama mesajı hazırlayacağım. O mesajı matbaada bin adet bastırtacaksın. Bu mesajla birlikte iki üç adet şeker ambalajlayacaksın, sonra da bu paketleri belediye başkanlarına ödemeli olarak göndereceksin. Gelecek olan para, her birinden yüzer liradan yüz bin lira eder. Düş bundan ambalaj, şeker, mesaj ve posta giderleri için düş yirmi binini, yirmi bin de iadelere düş kalır atmış bin lira. Bu para da sana istediğin nitelikte modern bir atölye kurmanı sağlar. Sakın hazırlayacağım mesajı koymadan göndermeye kalkma, iş açarsın başına. Osman’ın aklı yatmıştı bu işe.
O gece bir mesaj metni hazırladım. Sabah götürüp Osman’a verdim. Mesajda aynen şöyle diyordum.
Sayın Başkanım, Seçilişinizi candan kutlar, görevinizin size ve beldenize hayırlı olmasını, başarılarınızın devamlılığını dilerim. Ben de belediye başkanlığına adaydım. Seçim mücadelesi sırasında varımı yoğumu harcadım. Ödemeli gönderdiğim bu paketten çıkan iki üç şekere ödeyeceğiniz para, benim yeniden bir iş kurmamı sağlayacak ve içine düştüğüm açlık ve sefaletten kurtaracak beni. Hoş görünüz ömür boyu sizi minnetle anmama neden olacaktır. Belki beni yüz liralık yardımınıza layık görmeye bilirsiniz. Böyle bir düşünceniz olursa, lütfen bildiriniz. Paranızı derhal iade edeyim. Bu vesileyle selam eder, esenlik ve mutluluklar diler, saygılarımı sunarım.
Osman mesaj metnini alıp gittikten sonra bir süre ortalıkta görünmedi. Sabah gazetelere göz gezdiriyorum. Antalya belediye başkanının küçük bir resmi, altında da bir alt yazı var. Antalya belediye başkanı dolandırıldı. Başkana yüz lira ödemeli gönderilen kutudan sadece üç şeker çıktı. Olayı savcılığa intikal ettireceklerini ve Osman akıllıuzun hakkında dava açacaklarını söylüyordu başkan. Bu haberi Osman da okumuş, telaşla yanıma geldi.
Okudun mu gazetelerde çıkan yazıları
Evet okudum, bana ne bundan. Sana verdiğim metni bastırıp, gönderdiğin kutuya koysaydın. Koymadan göndermen için kim akıl verdiyse ona git. O kurtarsın seni.
Haklısın dedi ve gitti.
Birkaç gün sonra, bu kez de Erzurum belediye başkanı ile ilgili bir haber çıktı gazetelerde. O da Osman Akıllıuzun adında biri tarafından dolandırıldığını ve konuyu mahkemeye intikal ettireceğini söylüyordu. Bu haberler üzerine gönderilen paketler, peş peşe geri geliyordu. Gelişen olaylar üzerine iki mektup yazıp, Antalya ve Erzurum belediye başkanlarına gönderdim. Sonunda her iki belediyenin başkanları davalarından vazgeçtiler. Bu badireyi de böylece atlatmış oldu.
Osman’ı içine düştüğü açmazdan kurtarmam gerekiyordu ama nasıl. Onu Almanya’ya işçi olarak göndermek en akla uygun olanıydı. Çağırdım Osman’ı
Osman seni Almanya’ya işçi olarak gönderilmeni sağlasam gider misin?
Almazlar ki ağabey
Ben senin gönderilmeni sağlayacağım. Yeter ki sen ve eşin bu işe peki deyin.
Eşimin peki demesine gerek yok, evde ben ne dersem o olur. O sırada kızı geldi, on iki on üç yaşlarında bir çocuk.
Hadi kızım evinize kadar git, annene sor, babanın Almanya’ya gitmesini ister mi. Hemen de bana verdiği cevabı getir. Tamam, amca dedi ve gitti. Biraz sonra geri döndü,
Annem gide bilirse gitsin diyor dedi
Osman hadi git kızın ne istiyorsa hallet, sonra yine gel buraya. Osman gidince İş ve İşçi Bulma Kurumuna telefon ettim. Telefona çıkan memura müdür beyle görüşmek istediğimi söyledim. Müdüre telefon bağlandığında
Sayın Müdürüm, sizden öyle bir işçi isterler ki bu kentten karşılamanız mümkün olmaz. Uzun süre beklenilir. Aranılan vasıflara uygun biri çıktı mı hemen göndere bilirsiniz değil mi?
Tabi öyle olur.
Elinizde hazır bir talep var mı?
Tabi, her zaman olur, hayrola?
Bizim şu Deli Osman aranılan vasıfların tümüne uyar da, hani onu Almanya’ya göndersek diyorum.
O delinin biri, elinden ne iş gelir ki.
Her iş gelir, bakmayın siz onun fıttırık olduğuna. Onun fıttırıklığı zeka tepkimesi, yani üstün zekadan kaynaklanıyor deliliği.
Peki Nevres Bey bir çare arayalım.
İki gün sonra kurumdan telefon ettiler. Osman için bir iş ayarlanmıştı bile. Hemen başvurusunu yapsın dediler. Osman’ı bulup kuruma gönderdim. Gereken işlemler yapıldı. Bir de gördüler ki Osman’da ilkokul diploması da yok. Yine bana telefon ettiler, bu adamın diploması yok diye.
Diplomanın hiçbir önemi yok dedim. Halk Eğitim Merkezi diploma vere bilmek için sokaklarda adam arıyor. O na da alırız. Bu kez Halk Eğitim Merkezine telefon ettim. Konuyu anlattım
Okuyup yazması var mı diye sordular
Birçok ilkokul mezununu cebinden çıkarır
Hemen gönder öyleyse. Yine Osman’ı arayıp buldum. Halk Eğitim Merkezine gönderdim. Biraz sonra elinde ilkokul diploması ile geldi. Almanya’nın yolu açılmıştı artık. Osman yol hazırlıklarına başlamıştı bile. Durumu öğrenenler
Hayrola koca usta Osman’ı Almanya’ya gönderiyormuşsun
Ne yapalım arkadaş, Almanlara bir führer gerekiyormuş. Osman’ın bu konuda uzman olduğunu öğrenmişler. Ne olur onu bize gönder diye haber saldılar. Sizlerin belediye başkanlığına layık görmediğiniz Osman’ı onlar kendilerine Führer yapacaklar Yakında ona şapkalarınızı çıkarıp ta selam vereceksiniz.
Yıllar sonra Osman, Proletarya adayı olduğunu söyleyerek Millet Vekilliğine adaylığını koymuştu. Ben o kentten ayrılıp memleketim olan Menemen’e yerleştiğimden, bu son gırgırdan yoksun kalmıştım. Belediye başkanlığına aday olduğunda masraflarının tümünü arkadaşlarımla ben karşılamıştım. Anlaşılan, bu nedenle adaylığın ne denli pahallı ve yıkıcı olduğunu anlayamamıştı. Etrafında bir yığın yalaka, yiyip bitirmişler Almanya’da kazanıp biriktirdiklerini. Sonunda taklalar atarak yitirilen bir Mersedes oto ve yitirilen Millet Vekilliği düşleri.
Osman bir süre daha kaybettiklerini tekrar toparlaya bilmek için Almanya’da çalıştıktan sonra, geri dönüş yapmış ve benim gibi doğup büyüdüğü memleketi olan Denizli’ye yerleşmiş.
Adaylık heveslerini tükettikten sonra bir daha haber alamadım Osman’dan.
- Tükeniş - Haziran 24, 2016
- İnönü Krom Satmış - Haziran 24, 2016
- Konu Taksim Meydanı Olunca - Haziran 24, 2016