Uzun bir süre kara kovan balı reklamından gına gelmiştik. Kara kovan balının nasıl bir bal olduğunu yazınca reklamın adını bal deresi balı olarak değiştirmek zorunda kaldılar. Ben kalitesinden hiç şüphe etmediğim balın kilosunu yaklaşık on üç liradan alıyorum. Bal deresi balı diye sattıkları balın kilosu ise yirmi beş lira. Bu değer kavanozun içindeki balın net ağırlığı ise yirmi beş liradır. Eğer tüm bal satıcılarının pazarladıkları bal gibi sekiz yüz elli gram ise kilosu yaklaşık yirmi dokuz liraya gelir. Bir de dikkatimi çeken reklamdaki yüksek dağların zirvesinde milyonlarca çiçekten el değmeden elde ettiğimiz baldır demeleri. Benim bildiğim bal zaten elle üretilmez. Yüksek dağların zirvelerinde ise ot bile bitmez. Doğup büyüdüğüm bölgede iki yüksek dağ vardır. Yamanlar sıra dağlarının zirvesi Bey dağıdır. Tıpkı Manisa’daki Sipil dağının zirvesindeki gibi ot bitmez kayalıklardır. Bu bal pazarlamacıların arıları o kayalıklarda ot bitmediği halde milyon türlü çiçeği nerede ve nasıl buluyorlar? Bir de hediye olarak verilen küçük bir şişe polen var. Değeri yetmiş lira imiş. Polen fiyatını öğrenmek için yılların arıcısı, kovan peteği imalatçısı ve bal pazarlamacısı Köy enstitüsü mezunu Aziz Topuz hocayı aradım. Aramamın nedenini de açıkladım. O reklamları ben de izliyorum. Bir kere o reklamı yapan kişi bal konusunda hiçbir şey bilmiyor. Ne yazık ki insanlarımız o reklamlara aldanıyor. Polenin toptan fiyatı şişe olarak değil kilo olarak yirmi beş otuz liradır dedi.
Reklamda gösterilmekte olan polen şişesinde en fazla yüz gram polen vardır. Yüzde yüz kar ile satılsa bile ederi en fazla altı lira eder. Değerli okurlarım. Gördünüz mü yetmiş liralık polenin ne olduğunu? Altı liralık poleni yetmiş lira olarak tanıtmak ve bu yol ile insanları aldatmanın ne olduğuna değerli okurlarım karar versinler. Bu arada sekiz yüz elli gramlık kavanozlarda satılan balın fiyatı mağazalara göre değişmektedir. Markalı balların tümü doğal baldır. Aralarında hiç fark yoktur. Bu nedenle bal alırken kesemize uygun olanı seçmemiz gerekir. Açıkçası pahalı satılanların ucuz satılanlardan hiçbir farkı yoktur. Yeter ki markalı ve TSE li olsun.
Yıllar önce yoğurt şimdiki gibi kâselerde satılmazdı. Tepsilerde mayalanan yoğurtlar müşterinin isteğine göre tartılarak satılırdı. Bir gün yoğurt almaya gittiğimde mandıracıdan bir kilo yoğurt istedim. Koyun yoğurdu mu, inek yoğurdu mu olsun dedi? Sen bana inek yoğurdu ver. Koyun yoğurduyla başkalarını kazıkla dediğimde ne yani dedi? Biz sahtekâr mıyız? Sen benim Nevres Ahmet Kâhyanın oğlu olduğumu biliyorsun. Koyun sütünün mayıs ayı başlarında kesildiğini bilmeyen biri olamam. Manda sütü ile inek sütünün karışımı olan yoğurttan ister misin deseydin ancak o zaman doğruyu söylemiş olurdun dedim. Çok fena kızdı ve bu yüzden kendisiyle uzun yıllar merhabalaşmadık. Menemen ile Silivri’nin yoğurdunun ünlü olmasını sağlayan manda sütü katkılı yoğurtlardı. Kurak yıllar başladıktan sonra bataklık alanlar daraldığından mandacılık hemen, hemen yok oldu. Terkos gölüne yakın yerlerde az da olsa halen mandacılık devam etmektedir. Manda sahipleri de artık gözlerini açmışlar. Yoğurdu kendileri yapıp i işlek yol kenarlarında kendiler pazarlamaktadırlar. Gerçi günümüz sosyetesi zayıflamak veya zayıf kalmak için her ürünün yağsızını aramaktadırlar. Onlar için damak zevki arka planda kaldığından çok lezzetli olan manda yoğurdunun sağlığımız için çok yararlı olsa da onlar için hiçbir değeri yoktur.
Bu satırları yazarken çocukluk yıllarımı anımsadım. Elmas adını verdiğimiz bir maltız keçimiz vardı. Babam bu keçiyi hiç sevmezdi. Ömrünün büyük bir bölümünde koyun sürüsü sahibi olmuş olan babam iyi bir sağıcı olduğu halde bu keçiyi sağamazdı. Zira keçi onun sağmasını istemiyordu. Tam sağım biteceğinde süt kovasını tekmeleyip sütü dökerdi. Bunu başaramazsa sütün içine işerdi. Bu yüzden keçimizi hep ben sağardım. Ortalama dört litre süt verirdi. Annem sütü bazen peynir mayası ile mayalardı. Çoğunlukla da yoğurt mayalardı. Annem üç günlük yoğurdun tamamını gubada çalkalar, yağını aldıktan sonra kalanı keseye koyup süzere çökelek yapardı. O keçi sayesinde evimizde peynir ve tereyağı hiç eksik olmazdı. Annemin mayaladığı sütten gerçek anlamda tam yağlı peynir olurdu. Şimdilerde satın aldığımız tam yağlı peynirlere hiç benzemezdi. Keşke o yıllara tekrar dönebilseydim. Villada yaşayacağıma o kerpiç evimizde yaşayabilseydim. Tulumbamızın buz gibi suyundan içebilseydim. Ne demişler? Geçti Bor’un pazarı. Sür eşeğini Niğde’ye. Geride tatlı anılardan başka hiçbir şey kalmadı.
Özcan Nevres
- Tükeniş - Haziran 24, 2016
- İnönü Krom Satmış - Haziran 24, 2016
- Konu Taksim Meydanı Olunca - Haziran 24, 2016