Yıllar önce arazimde çalışırken rahatsızlandım. Arabama binip doğruca Menemen Devlet Hastanesine gittim. Acilde kimseyi göremeyince üst kata çıktım. Resmi Dahiliye yazılı kapıyı tıklatıp içeri girdim. Doktor ayaklarını masanın üzerine koymuş, yarı uzanmış durumda. Yanında da görevli hemşire. Rahatsız edilmesine çok bozulmuş olacak ki, sert bir şekilde sordu,
Ne istiyorsun?
Kalbimle ilgili bir sorunum var dedim.
Ver evraklarını,
Henüz yaptıramadım. Siz gerekeni yapın. Evrakları daha sonra hazırlatırım.
Git evraklarını yaptır da gel.
Doktor bey, sorunum kalbimle ilgili. Ömrüm evrakları hazırlatmama yetecek mi?
Daha konuşuyor, çık dışarı. Tepemin tası atmıştı.
Kimsin sen be…. beni dışarı kovacak. Hipokrat yemini yapmış bir hekimsin. Bana çık dışarı diyemezsin.
Kapıyı vurmadan niye içeri girdin?
Kapıyı tıklatmadan içeri dalacak hödüklerden değilim. Git kulaklarını yıkat.
Ben de seni muayene etmiyorum.
Seni yapmış olduğun Hipokrat yemini çizgisine getirmesini bilirim diyerek kapıyı vurup dışarı çıktım. Aşağı Acile indiğimde pratisyen hekim Hünkar bey,
Abi ne oldu size böyle? Renginiz çok bozuk?
Hele bir elektromu çek bakalım. O arada anlatırım. Bu ara bas bas bağırıyorum. Yukarıdaki dahiliyecinin adı ne diye. O ara bir başka dahiliyeci geldi. Hünkar beye
Kime sordun da elektro çekiyorsun diye sordu?
Özcan Nevres ağabey rahatsızlanmış deyince hemen yanıma geldi ve
Bu işi bana bırakın diyerek kabloları takmaya başladı. Yine bağırıyorum,
Yukarıdaki dahiliyecinin adı ne? Dahiliyeci kulağıma eğilip,
Remzi………. dedi. O ara elektrom çekildi. Dahiliyeci,
Bu kalbinizle ilgili bir sorun değil, tamamen sinirsel dedi. Tansiyonumu ölçtü on altı. Yan odaya aldılar. Burada iki saat kalacaksın. Saat başı elektronu çekeceğiz dedi. Ve yan odaya aldılar. İki saat sonra tansiyonumun on ikiye düşmesi üzerine evine gidebilirsin dediler.
Ertesi gün bir dilekçe hazırlayıp doğruca baş hekime gittim. Dilekçemde kalbim ile ilgili rahatsızlığım nedeniyle gerekli müdahaleyi yapmasını istediğim hastanenizin dahiliye uzmanlarından Remzi ………. gerekli müdahaleyi yapmamıştır. Bu hekiminizin yapmış olduğu Hipokrat yemini çizgisine getirilmesi için gerekenin yaptırılmasını arz ederim. Gereği Menemen Devlet Hastanesi Başhekimliğine, bilgi için Sağlık Bakanlığına, Başbakanlığa, Devlet Başkanlığına. Başhekim oldukça şaşırmıştı.
Nasıl olur? Bu hekimimiz hastanemizin en sessiz hekimidir. O sırada yardımcısı emekli tabip albay Erdoğan Kamalıoğlu içeri girdi. Başhekim,
Erdoğan ağabey bakar mısın? Remzi bey Özcan beye nasıl davranmış. Dilekçeyi alıp okuduktan sonra,
Ben gidip onunla konuşayım bakalım. Bu ne iştir böyle? Diyerek çıktı. Az sonra geri döndü. Başhekim, Ne oldu ağabey konuştun mu?
Konuştum. Ne bileyim ben onun eşraftan olduğunu dedi. Bu kez şaşırma sırası bana geldi.
Ne demek oluyor bu. Memleketin eşrafından olduğunu nereden bilirdim. Bu adamın özrü kabahatinden büyük. Erdoğan bey,
Hadi gel dedi. Senin safra kesesi ameliyatını hastanemizde yapalım.
Daha önce sağlık karnen İstanbul’dan. Bu nedenle par almamız zor olur. Git İstanbul’da ol demiştiniz.
Parayı boş ver. Biz onu ne yapar, yapar alırız. Doğal olarak bu arada hekimden olan şikayetimin geri alınması istendi.
Bu arkadaşımız gelip sizden özür dilerse af eder misin?
Ben bir hekimi ayağına çağırtıp özür diletecek hödüklerden değilim. O sizden özür dileyecek, benden değil. Yeter ki bir daha böyle bir davranışta bulunmayacağına dair bana söz verin.
Tamam anlaştık dediler. Yarın gel. Tahlillerini yapalım ve ertesi gün de ameliyata yatıralım. Anlaştık ve söylenildiği gün ameliyata alındım.
***
Evde uzanmış kitap okuyorum. Ensemde zonklamalar başladı. Kalkıp tansiyon cihazını alıp tansiyonumu ölçtüm. On sekiz. Apartmanımızın karşısındaki eczaneye gittim.
Ben ölçtüm ama, tereddüde düştüm. Bir de siz ölçün dedim. Ölçtüler. Bu kez on dokuz. Eczacı hanım,
Ağabey niye doktora görünmüyorsun? Hastane şurası. On adımlık yer. Nedenini araştırsınlar.
Haklısın diyerek hastaneye yöneldim. Saatime baktım. On ikiyi on geçiyor. Doktorların yemek saati. Annemin, ölümüne kadar tedavisini üstlenmiş olan doktorun muayenehanesine gittim. Doktor masasının başında oturmuş hasta bekliyor. Onu iyi bir hekim olarak biliyordum. Oysa ne zaman yanına uğrasam muayenehanesi hep sinek avlıyordu. Nedenine doğrusu akıl erdiremiyordum. Karşılamak için kalktığında,
Önce beni iyice muayene et. Daha sonra oturur sohbet ederiz dedim. Hemen muayene odasına geçtik. İyice muayene ettikten sonra, hastanede yaptırmam için tahlil belgesini doldurdu.
Borcum ne diye sorduğumda,
Yedi milyon alıyoruz dedi. Şaşırıp kaldım. Zira diğer doktorlar muayene ücreti olarak beş milyon alıyorlardı. Oysa o doktora üç yıldan beri bahçemde yetişen her türlü sebze ve meyveden bolca evine taşıyordum. Başka biri olsaydı ücret sormamı bile yadırgardı. O davranışı bana muayenehanesinin neden verimli çalışmadığını anlatmaya yetmişti. Açıkçası adam bindiği dalı kesmişti. İçimden bundan sonra çok!!! beklersin her yıl verdiğim on on iki kiloluk bal kabaklarını. Her yıl en az on tane veriyordum. Ama neylersin? Ocağına düşmüştüm. Zira hastanenin dahiliye uzmanlarından biriydi.
Ertesi gün sabah gidip kan tahlili için kan verdim. Saat on dörtte tahlil sonuçlarını alıp hastanedeki odasına baktım. Hemşire,
Bu gün izinli, muayenehanesindedir dedi. Muayyene hanesine gittim. Tahlil sonuçlarını inceledi.
Çok kötü dedi. Bu tahlile göre sende ya siroz başlangıcı, ya da Allah korusun daha beteri var. Biz bir de özel bir laboratuarda tahlil yaptıralım. Zira ben hastanenin tahlillerine güvenmiyorum dedi. Şok olmuştum. Şaşkınlıkla,
Hasan Türkoğlu’na mı yaptırayım? Dedim.
Yok canım, Ragıp Dere sokağında yeni bir laboratuar açıldı. Orada yaptır dedi. Doldurduğu tahlil formunu alıp önerdiği laboratuara gittim. Hemen kan aldılar ve bir saat sonra gel dediler. Hesabım ne diye sordum.
On bir milyona yapıyoruz ama siz on milyon verin dedi.
Lütfettiniz dedim. İstanbul’da bu tahlil üç buçuk milyona yapılıyor. Pişkinlikle,
Bizim burası böyle dedi. On milyonu verirken,
Ücreti peşin ödeyeyim. Tepem atarsa gelip tahlilleri almam.
Bir saat sonra gidip tahlil sonucunu aldım. Hastanede yapılan tahlilden farkı yoktu. Götürüp doktora verdim. Bu arada şokun etkisinden kurtulmaya başlamıştım. Daha doğrusu bir şeyler sezmeye başlamıştım. Tahlil sonuçlarını inceledikten sonra,
Seni biyopsiye göndereceğim. Karaciğerinden parça alıp inceleyecekler.
Doktor be… ben ölüyor muyum? Durumum bu denli vahim ve acil mi? Belki bana yediklerim ya da aldığım ilaçlar dokunmuştur. Bir süre perhiz yaptıktan sonra gerek görülürse biyopsi yaptırmam daha uygun olmaz mı? dedim. İsteksizce,
Olabilir dedi ve alacağım ilaçların reçetesini yazdı. İlaçları alıp kullanmaya başladım.
***
Muayene olmamın üzerinden on gün geçmişti. İstanbul’dayım. Küçükköy’deki Duygu hastanesine gittim. Uzman dahileyiciye muayene sonrası Menemen’deki doktorun yazdığı reçeteyi ve yapılan tahlil sonuçlarını gösterdim.
Hayret bir şey dedi. Sizin karaciğeriniz hasta. Buna rağmen kolesterol düşürücü ilaç yazmış. Üstelik kolesterolünüz sınırın altında. Sınır iki yüz yirmidir. Oysa biz iki yüz sekseni aşmamış olan hastalara kolesterol düşürücü ilaç yazmayız. Perhizle düşürülmesini sağlarız. Kolesterol ilaçları karaciğeri çok yorar. Bu nedenle yazmaması gerekirdi. Olanları iyice kavramıştım. Annemin hastalığında bizden iyi para almıştı. Bu para akışını benimle sürdürmeyi planlamıştı. Yapılan yeni tahlilde kolesterolüm yüz doksana, SPGT 210 dan 190 a SGOT ise 190 dan 175 e düşmüş. Hem de aldığım kolesterol ilacına rağmen.
Bir süre sonra yine Menemen’e gittim. İlk işim Devlet Hastanesinde yeni tahlil yaptırmak olmuştu. Tahlil sonuçları sevindiriciydi. Neredeyse kabul edilebilir sınırlarına düşmüşlerdi. Hastaneden çıktım. Gazete bayiinden gazete alıp eve döneceğim. Yolda veteriner hekim akrabamla karşılaştım. Hal hatır sorma faslı bittikten sonra,
Hasan ağabey, iyi demek adet olmuş, aslında hiç iyi değilim.
Hayrola neyin var?
Siroz başlangıcı, ya da kanser gibi bir şey. Eliyle hastaneyi işaret ederek,
Buradakiler mi söyledi sana bunu? dedi
Evet.
Sakın inanma bunlara. Bunların hepsi Hipokrat yeminini unutmuş, paradan başka bir şey görmeyen insanlar. Parmağıyla göz kapağımı kaldırıp gözümün içine baktı.
Bak dedi. Ben de hekimim. İnsanlığın atası maymun olduğuna göre hastalıklarımızda onlarla büyük benzerlik vardır. Bu nedenle bana güven. Sende kesinlikle ne siroz, ne de kanser var. Bir kere siroz olan insan çok hızlı zayıflar. Ayak bilekleri incelir. Karnı oldukça şişer.Üstelik senin gibi yol yürüyemez. Seni ben ne zaman görsem hep yayasın. Araba kullanmaktansa yaya yürümeyi yeğliyorsun. Sende siroz olsa tarlada çalışabilir misin? Onca ağır yükleri kaldırabilir misin? Söyledikleri beni oldukça rahatlatmıştı.
Hasan ağabey sen ne diyorsun. Ben şu anda yüz kiloluk yükü bile kaldırırım.
Sakın biyopsi yaptırma. Karaciğer vücudun en hassas organıdır. Onu boşu boşuna yaralatma. Teşekkür ederek ayrıldım. Gazetemi aldıktan sonra aklıma Yaşam Sağlık hastanesi geldi. Hemen oraya yöneldim. Hastaneye girdim. Görevliye,
Şefik bey nerede diye sordum?
Yukarıda dedi.
Çağırır mısınız?
Kim arıyor diyeyim?
Özcan Nevres. Az sonra merdivenlerden koşar adımlarla inerek geldi.
Abicim hoş geldin diyerek boynuma sarıldı. Öpüştük. Özel odasına davet etti. Hal hatır sorulduktan sonra görevliye kahve yapmalarını söyledi. Kahvelerimizi içerken tahlillerimi önüne koydum. Yaşadıklarımı kısaca anlattım. Tahlil sonuçlarını dikkatle inceledi.
Bu tahlillere göre bu güne kadar hepatit geçirmemişsin ve şu anda da böyle bir durum yok. Nereden çıkarmış bu siroz sonucunu. Kalkıp yanıma geldi. Göz kapaklarımı kaldırıp inceledi.
Sana aldığın ilaçlar dokunmuş. Ağrı kesici alıyor muydun?
Safra kesesi ameliyatından sonra oldukça fazla almıştım. Çok ağrılarım vardı. İstanbul’daki doktor tüm ilaçları yasakladıktan sonra çok enteresan bir durum, ağrılarım da kalmadı.
Demek ki ağrıların psikolojikmiş. Bundan sonra da almayacaksın. Aslında bu konu benim uzmanlık dalım değil. Cumartesileri bize gastro entrolog geliyor. Ona muayene ettirelim. İçimizde hiç kuşku kalmasın. Şöyle uzan diye hasta muayene yatağını gösterdi. Uzandım. İyice muayene ettikten sonra,
Gayet iyisin. Merak edilecek hiçbir şey yok. Yinede son sözü gastro entrolog söylesin dedi. Hesabı sordum.
Ne hesabı? Dedi. Hesap mı olur? Biz arkadaşız. Teşekkür ederek ayrıldım. Her şeye rağmen içim rahat değildi. Doğruca Dahiliye uzmanı Hasan Türkoğlu’nun muayenehanesine gittim. Sıramın gelmesi için bir hayli bekledim. Sıram geldiğinde muayene odasına alındım. Önce dikkatle göğsümü, sırtımı ve karnımı muayene etti. Elektromu çekti. Masasının üzerine koyduğum tahlil sonuçlarını inceledi.
Geçmiş olsun dedi. Karaciğerin hızla iyileşmiş. Yine de ilaç almamaya gayret et. Çok zorunlu kalmadan ilaç alma. Sana reçete bile yazmayacağım. Hesabım ne diye sordum?
Ne hesabı. Sen bizim ağabeyimizsin. Rahmetli baban benim en iyi müşterimdi. Sen bize onun yadigarısın. Fazla ısrar edemedim. Teşekkür ederek ayrıldım. Çiçekçiye gidip en büyük ve güzellerinden iki yapma çiçek hazırlattım. Ücretini ödedikten sonra birini Yaşam Sağlığın sahibi Şefik Mas’a, diğerini de Hasan Türkoğlu’nun muayenehanesine göndermelerini söyledim. Oradan doğruca Akrabam Ali Sakallı’nın bürosuna gittim. Oradan İl Sağlık Müdürünü aradım. İl Sağlık Müdürüne, başıma gelenleri kısaca özetledim. Bu konu üzerinde ısrarla durmak zorundayım. Zira o hastanenin arsasını Sağlık Bakanlığına bağışlayan dokuz kişiden biriyim. Ayrıca büyük bina olarak anılan binayı Ragıp Dere ile birlikte, halktan ve üreticilerden topladığımız paralarla yaptırmıştık. Sağlık Müdürü
Bunları bana hemen faksla dedi. Hemen orada yazıyı hazırlayıp faksladık.
***
Yine İstanbul’da kayın validemin evindeyim. Telefon çaldı. Telefonu açan eşim,
Seni arıyorlar diyerek ahizeyi uzattı. Aldım. Telefondaki hanım İzmir’den aradığını, İl Sağlık Müdür yardımcısı olduğunu söyledi. Şikayetim için görevlendirilmiş. Yarım saat dil döktü. Şikayetimi geri almam için. Menemen devlet hastanesinin çok iyi bir imajı olduğunu, bu imajın zedelenmemesini istediklerini anlattı. Hatta cızırtı vardı. Zor anlaşabiliyorduk. Önümüzdeki hafta Menemen’de olacağımı, kendisini makamında ziyaret edeceğimi söyledim.
Menemen’e gittiğimde hastaneye uğradım. Baş Hekim yardımcısı Mehmet Kaplangı,
Abi seninle konuşmak istiyorum diyerek odasına davet etti.
Abi, İl Sağlık Müdür yardımcısı buradan seni aradı. Telefon numarasını da ben verdim. Gerçekten hastanemizin imajı çok iyi. Buradaki hekim arkadaşların hepsi seni severler. Gel bu şikayetini bizlerin hatırı için geri al.
Mehmet bey, baban öğretmenimdi. Foça’da yakın komşuyuz. Sizlerin hatırını sayarım ama, bu şikayetimi geri almama neden olamaz. Zira bu adam en az iki ay hayatımı kararttı. Kolay değil, iki ay siroz muyum? Yoksa kanser mi korkusuyla ölüp ölüp dirildim. Bunun bir bedeli olmalı.
Haklısın abi, ama yine rica ediyorum. Bizim hatırımız için geri al şu şikayetini.
Şikayetimi geri almam ama dondururum.
Nasıl olacak bu?
İfade vermeye gitmem. Ama bu hekim bir başkasına da aynı numarayı yaparsa tepesine binerim.
Tamam ağabey dedi. Ve olay bu şekilde kapandı. Kapanmasaydı ne olurdu? Devlet Hastanelerinde hastalara kurulan para tuzakları son mu bulurdu? Ne gezer. Doktorlar hastaya “ben falanca özel hastanedeyim Oraya gel” diyebildikleri sürece bu oyun böylece sürer gider. Parası olmayanların vay…. başına gelenlere demekten başka elden ne gelir?
- Tükeniş - Haziran 24, 2016
- İnönü Krom Satmış - Haziran 24, 2016
- Konu Taksim Meydanı Olunca - Haziran 24, 2016