Doğanın İntikamı mı

Doğanın İntikamı mı?
Dünyanın en uygar! ülkesi ve dünyanın efendisi Amerika’nın bir türlü imzalamayı kabul etmediği sanayi kirliliğini önleme anlaşması sayesinde sanayi artıkları ve atıklarıyla dünyamız büyük bir felakete hızla ilerliyor. Ağır sanayilerin neden olduğu kirlilik yüzünden iklimlerde önlenemez bir düzensizlik başladı. Hiç görmediğimiz ve alışık olmadığımız bir şekilde fırtınalarla çatılar uçuyor. Asırlık ağaçlar kalın gövdelerine rağmen kökünden sökülüp devriliyor. Çölden geçen fırtınaların taşıdığı kumlar yüzünden göz gözü görmez oluyor ve bu nedenle karayollarında kazalar oluyor. Bir hafta önce yağan yağmur sanki asit yağmuruydu. Birçok yerde otların ve çiçeklerin kurumasına ve sararmasına neden oldu. Yağmurla karışık yağan bu asit için henüz hiçbir açıklama yapılmadı. Fırtına bu asitleri nereden koparıp almıştı. Siyanür havuzlarından mı? Çevrecilerin uyarılarına kulak asmayan çevreci düşmanları hadi bakalım açıklasınlar bu asit olayını? Şu durum da çok iyi bilinmelidir. En az siyanür havuzlarında biriktirilen siyanür atıkları kadar termik santrallerin külleri de tehlikeli ve zararlıdır.
Dünya İnka’ların tahminini doğrularcasına hızla bir felakete doğru sürükleniyor. Ağır sanayiler kadar, termik santraller doğayı kirletiyorlar. Bu da yetmiyormuş gibi deprem kuşakları üzerine ve doğa harikası yerlere nükleer santral kurma çalışmaları sürdürüyorlar. Nedense son günlerde onkoloji profesörleri adeta birbirleriyle yarışıyorlar. Kanserden korunmak için şunu yeme bunu yeme diye fetva üzerine fetva veriyorlar. Nedense Çernobil faciasını göz ardı ediyorlar. Şüphesiz yediklerimizde de kanserojen etkiler var ama hiç biri Çernobil’in neden olduğu kadar etkili değildir. Eğer yenilene bilir enerjilerimizden yeteri kadar yararlanmayı becerebilsek ne termik santrallere ne de nükleer santrallere gerek kalmaz. Termik ve nükleer santral konusunda atacağımız her adımda dünyanın akciğerleri olan Amazon ormanlarının yavaş, yavaş yok edilmekte olduğunu göz ardı edemeyiz.
Yıllar önce İzmirli iş adamlarımız Çeşme’de rüzgâr santralleri kurmuşlardı. Bedava ürettikleri elektrik enerjisini Türkiye Elektrik kurumuna satmak istediklerinde reddedilmişlerdi. Yıllardan beri Aydın Germencik’de su buharı boş yere fışkırıp duruyor. O buhardan elektrik üretimi için neden yararlanılmıyor? Sonuçta termik santrallerindeki türbinlerin dönüşü su buharı ile sağlanılmıyor mu? Doğal buharla elektrik üretimi doğayı kirletmediği için mi yeğlenmiyor? Hidroelektrik santralleri kurmak için ille de büyük barajlar kurulması gerekmiyor. Düşük debili santrallerle de elektrik üretimi yapılabiliyor. Rüzgâr ve güneş zengini olan ülkemizde bu güçlerden elektrik üretmek en akılcı yoldur. Aldığım duyumlara göre Menemen Çukurköy’de bazı iş adamlarımız rüzgâr tribünleri kurmaya başlamışlar. Okurlarım Çukurköy’ün adına aldanmasınlar. Çukurköy Dumanlı dağların zirvesine yakın bir yerdedir. Bin iki yüz metre yüksekliğe çıkıldıktan sonra yaklaşık iki yüz metre inilerek köye varılır. Etrafı dağlarla çevrili olduğu için çukurda kaldığından bu ismi almıştır. Çevresindeki dağlar rüzgâr tribünleri kurulmasına çok elverişlidir. Rüzgâr Tribünü kurulmaya elverişli olan yer yalnızca Çukurköy mü? İstanbul nedeniyle en çok elektrik tüketilen koskoca Trakya’da olabildiğince çok güçlü rüzgâr alanları var. Rüzgârlarımız gerektiği şekilde değerlendirildiğinde ne termik, ne de nükleer santrallere gerek kalmaz.
Özcan Nevres

Özcan Nevres
Latest posts by Özcan Nevres (see all)
(Bugün 1, toplamda 107 kez ziyaret edildi.)

Özcan Nevres tarafından yayınlandı

15 Ağustos 1935 de Menemen’de doğdum. Esas mesleğim elektrik ve elektronik teknisyenliğidir. Gazeteciliğe 1958 yılında Ege’de yayınlanan Sabah Postası gazetesinde başladım. Hobilerim yazmak, okumak, tarihi eserler ve harabelerle ilgilenmektir.