Elli üç yıl önce ülkemiz Demokrat Partiyle birlikte kalkınma edebiyatıyla tanıştı. Bin dokuz yüz elliye kadar kalkınmanın sözünün edilmediği ülkemizde neler yapıldığına bir bakalım. Yurdun her yanı çelik ağlarla örüldü. Beykoz kumdura, Paşabahçe cam, Hereke, Merinos dokuma, Nazilli basma, Kırıkkale silah fabrikaları ve daha niceleri o dönümde ülke ekonomisine, üstelik Duyunu Umumiye borçlarını da ödeyerek kazandırılmıştı. Yakın bir zamana kadar o fabrikalar ülke ekonomisinin bel kemiğiydi. Ekonomideki yozlaşma bu fabrikaların neredeyse tamamını bitirdi.
1950 sonrası devlet malı deniz yemeyen domuz felsefesi başlatıldı. Ege’de Gediz nehri üzerinde inşa edilmeye başlanan Demirköprü barajı Demokrat Partililere arpalık olmuştu. O yıllarda on lira yöğmiye ile iş bulamayan işsizlere karşın iktidar Demokrat partili olanlara Demirköprü baraj inşaatında beş katı yani elli lira yöğmiye veriyordu. Baraj inşaatından iş kapan bazı kişiler bıçkı atölyeleri kurarak büyük paralar kazanmaya başlayınca haepsi birer kereste fabrikatörü havasına girmişlerdi. O dönemde köylerde yeni ağalar türemişti. Krediyi kapan bir traktörle yetinmemiş bir kaç tane birden almışlardı.
Yeni ağalardan Arap Abdi masanın üzerine koyduğu o dönemin en pahalı sigarası Yeni Harman paketinden sigarasını çekerken, gözü kör osun, bundan başka sigara içemiyorum diyebiliyordu. Bilinçsizce kulalnılan krediler pavyon hayatlarında tükenince bir çok ağa geldiği yere geri dönmüştü. Bunlardan biri de Yeni Harmandan başka sigara içemeyen Abdi ağaydı. En ucuz Köylü sigarasını alacak parası bile olmadığından önüne gelenden sigara dileniyordu.
1955 den sonra ekonomi olabildiğince çökmüştü. Bolluk ve zenginlik yaratma uğruna çarçur edilen paralar yüzünden ne hazinede para, ne de dış itibar kalmıştı. Kötü gidişi gören zengin ülkeler kredi musluklarını tamamen kapatmışlardı. Köylü sabanına burun ekletecek demiri bulamaz olmuştu. Akla gelen her şey karaborsaya düşmüştü.
Karaborsayı önlemek için çıkarılan Milli Korunma Kanunu hapishanelere adam doldurmaktan başka bir işe yaramamıştı. Hükümet iflasın eşiğine geldiğinde erken seçimle bir dört sene daha kazanmayı planlamıştı. 1957 de seçimi yine Demokrat Parti kazanmıştı.Seçimin şaibeli olduğu iddialarına rağmen, hükümet ortalığı yumuşatacak önlemler alma yerine muhalefet liderlerini, gazetecileri tutuklatıp ceza evlerinde süründürmeyi yeğledi. Tırmanan gerginlik yirmi yedi Mayıs darbesiyle beklendiği şekilde sona erdi.
Asker korkusuyla kimileri kabuğuna çekildi. Kimileri Demokrat Partiden istifa etiklerini bildirerek günü kurtarmaya çalıştılar. Oysa Demokrat Parti darbenin yapıldığı gün kapatılmıştı ama onlar yine de istifalarını açıklayarak rahatlamaya çalıştılar.
Önceleri askeri darbe küskünleri barıştırır gibi olmuştu. Yalan yanlış ihbarlarla bir çok eski demokratın yakalanması, mahkemelerde ve hapishanelerde sürünmeleri yeni bir gerginliğe neden olmuştu. CHP lilere göre her Demokrat Partili potansiyel suçluydu. Eski demokratlara göre de her CHP li birer müfteri idi.
Askerlere yaranmak isteyenlerin uydurduğu köpek ve bebek davalarının Yüce Divanda görüşülmesi ve devlet radyolarında yayınlaması haklı tepkiler neden olmuş ve Yüve Divan güven kaybına uğramıştı. Bu olaylar sonucu ülke bölünmüşlüğü yıllarca sürdü. Halkçılar komünist, demokratlar ise çıkarcı kavgası bitmek bilmedi. Rusya dağıldıktan sonra komünistlik anılamaz oldu.
1950’lerde Küçük Amerika olacağız diye çıktık yola. Ne Amerika olabildik, ne de sanayi ülkesi. Bu arada tarımı katletmeyi de başardık. Küçük Amerika olmaya meraklı Türkiye’de sefalet diz boyu.
Sinan Çetin’in Filim Gibi programına rastlantı sonucu takıldım. Takılmamın nedeni atmış beş yaşındaki babanın perişan görünümüydü. Alkol ve kumar tutkusu adamı ne hale getirmiş diyerek halimize şükrettik. Oysa ardından gelen buluşma daha feci görüntüler sergiliyordu.
Elli yaşındaki adam tükenmiş bitmiş ayakta zor duruyor. Yaşadığı yer baraka bile denilemiyecek bir yer. Yukarıda bir içkili lokanta var. Oradaki artıklarla yaşamını sürdürdüğünü söylüyor. Hastalıklarının sayısını kendisi de bilmiyor. Eskiden ayakkabı boyacılığı yapıyordum. Sandığımı çaldılar. Şimdi o işi de yapamıyorum.
Zavallı insanlık bu derece düşkün bir insanın ekmek teknesi boya sandığını çalabilecek kadar düştü mü. Vah benim ülkeme vah. Hani Anayasa’ya göre devlet vatandaşına insanca yaşamasını sağlamakla yükümlüydü. İşte memleketimizden insan manzaraları. Elli üç seneden beri kalkınma edebiyatıyla yaşamamıza rağmen nereden nereye geldik.
- Tükeniş - Haziran 24, 2016
- İnönü Krom Satmış - Haziran 24, 2016
- Konu Taksim Meydanı Olunca - Haziran 24, 2016