GEÇ GELEN MUTLULUK
Henüz sekiz yaşında güzeller güzeli bir kızdı. Babası deliydi. Bu yüzden üzerindeki giysiler, onun bunun verdiği eski püslü şeylerdi. Esnafın çoğu bu sevimli kıza gönlünden ne koparsa, para, yiyecek ve bazen de solmuş, elde kalmış giysiler verirlerdi. Çarşının en merkezi yerinde iki testici dükkanı vardı. Dükkan sahiplerinden birinin adı Selim’di. Kavgacı biri olduğundan, esnafın çoğu sevmezdi onu. Komşusu testici Hasan’la da hiç geçinemezlerdi. Sık sık dövüştükleri de olurdu. Selim bu küçük kıza ilgi gösterdiğinde Testici Hasan pür dikkat kesilir,
Aman bu ahlaksız herif bu kıza bir kötülük yapmasa bari derdi. Selim’de komşusunun kendisini kolladığının farkındaydı. Günlerden Cuma. Esnaf Cuma namazı hazırlığındayken küçük kız Güler dükkanının önünden geçiyordu. Kıza gel diye işaret etti. Kız hemen yanına geldi. Kıza,
Al şu parayı, köfteciye git iki porsiyon köfte yaptırıp al gel buraya. Bu gün öğle yemeğini beraber yiyelim dedi. Kız uzatılan parayı sevinçle aldı. Koşarak köfteciye gitti. Namaz saati geldiğinden dükkan boştu. Köfteleri bir kağıdın içine doldurup sardılar. Yanına birde ekmek koydular.
Götüre bilecek misin kızım?
Götürürüm amca.
Hadi öyleyse, dökmeden götür bari.
Döker miyim hiç diyerek ekmeği koltuğunun altına sıkıştırdı. Köfte dolu sıcacık paketi ellerinin arasına alarak, koşarak testici dükkanına gitti. Testici büyük bir saksının üzerine sıraladığı tahtalarla bir masa hazırlamıştı. Kağıda sarılı köfteleri o derme çatma masanın üzerine açtı. Ekmeği önce ikiye böldü. Parçaları bir daha böldü.
Hadi bakalım güzel kız, yemeğimizi çabucak yiyelim. Cuma namazı bitmeden biz yemeğimizi yemiş olalım. Köfteler nefisti. Testicinin acelesi yüzünden neredeyse ekmekleri ve köfteleri çiğnemeden yuttu. Testici,
Hadi gel bakalım elime su dök diyerek kalktı. Küçük kızı elinden tutarak arka tarafa götürdü. Kızın üzerindekileri çıkarmaya başladı. Kız,
Amca ne yapıyorsun sen, ayıp dedi.
Yok kızım ayıp mı olur? Sen geceleri annenle baban ne yapıyorlar, hiç görmedin mi? Kız utanarak,
Gördüm dedi.
İşte bizde onların yaptıklarının aynısını yapacağız. O işi yaptıktan sonra sana çok, çok köfte parası vereceğim. Kız çırıl çıplak kalmıştı. Testicinin gösterdiği yere uzandı. Testici vahşi bir hayvan gibi saldırdı kıza. Kız,
Acıyor, amca ne olursun yapma diye bağırmaya başladığında eliyle ağzını kapatarak iğrenç emeline ulaştı. Kız ağzını kapatan testicinin kocaman eli yüzünden nefes alamaz olmuştu. Testicinin iğrençliği biraz daha uzasaydı, belki de havasızlıktan ölecekti. Çektiği acı ve havasızlık yüzünden perişan haldeydi. Yattığı yerden kalkacak hali kalmamıştı. Testici pişkinlikle,
Ne o kız çok mu hoşuna gitti. Daha mı istiyorsun yoksa. Daha yapardık ama, millet camiden çıkmaya başladı. Kızın kalkmadığını görünce elinden tutup kaldırdı. Avucuna iki buçuk lira sıkıştırdı.
Al bu parayı. Bu parayla bir hafta doya doya köfte yersin. Artan parayla şeker bile alırsın. Kız elindeki paraya baktı. Şimdiye kadar kimse ona beş kuruştan fazla para vermemişti. Parayı cebine yerleştirirken ağlıyordu. Testici,
Hadi gözlerini sil ve git artık buradan. Haftaya Cuma günü yine gel. Sana yine çok para veririm. Kız gözlerini silerek dükkandan çıktı. Perişan haldeydi. Cuma namazından dönen Testici Hasan efendi kızın perişanlığını fark etti. Kıza,
Gel bakayım kızım buraya. Nedir bu halin senin böyle?
Hayır gelmem.
Neden gelmezsin kızım?
O amca gibi canımı acıtırsın da ondan.
O amca dediğin kim?
O.. oradaki testici amca.
Ne yaptı kızım o testici amca sana? Kız apış arasını işaret ederek,
Buramı çok acıttı dedi. Kızın bacaklarından kan sızıyordu. Testici Hasan,
Vay namussuz ırz düşmanı vay. Çoktandır kuşkulanıyordum o namussuzdan diyerek komşularına seslendi.
Ey komşular, bakın şu namussuz ırz düşmanına. Avuç içi kadar çocuğa ne yapmış? Komşular merakla dışarıya çıktılar.
Ne oluyor Hasan usta, ne bağırıyorsun öyle?
Bakın komşular şu ırz düşmanı namussuza. Küçücük kızı ne hale sokmuş. Durumu öğrenen komşular hışımla Selim’in dükkanına koştular. İçeride Selim yoktu. Komşusu Testici Hasan’ın kızla konuştuğunu gördüğünde hemen dükkanını terk ederek kayıplara karışmıştı. Eczaneden polis karakoluna telefon açıp durumu anlattılar. Polisler bir cip ile gelip kızı aldılar ve hastaneye götürdüler. Daha sonra da Testici Selim’in peşine düştüler. Durum jandarmaya da bildirildi. Jandarma Selim’i bir bağ evinde kıstırdı. Selim jandarmalara,
Benim hiçbir şeyden haberim yok diye yeminler sıralamaya başladı.
Mutlaka komşum testici Hasan iftira etmiştir dedi. Jandarma erinin biri belinden palaskasını çıkarıp tokalı tarafıyla var gücüyle vurmaya başladı. Selim,
Dur komutanım, ne olur vurma. Her şeyi söyleyeceğim. Jandarma,
Hadi konuş öyleyse diyerek palaskasını indirdi. Testici selim,
O kız dükkanıma geldi. Bana,
Annemle babam bu gece ne yaptılar biliyor musun dedi? Eteğini kaldırıp, babam annemin burasına girdi dedi. Birden ne olduğumu anlayamadım. Şeytana uydum. Olanlar oldu. Diğer iki jandarma da palaskalarını çıkarıp var güçleriyle vurmaya başladılar. Her palaska inişinde bas, bas bağırıyorlardı.
Bak biz de şeytana uyduk. İyi oluyor mu böyle diyorlardı? Selim palaska darbelerine daha fazla dayanamayarak bayıldı. Biri matarasını açıp yüzüne su döktü. İyice ayılmasını beklediler. Ayılınca ayağa kaldırıp kollarını arkasına çevirip, bileklerini iple bağladılar. Jandarmalardan biri,
Yeter arkadaşlar. Bu herif dayağa dayanıksız. Geberir meberir başımıza iş açarız. Bir de adam yerine koyarlar, ırz düşmanı namussuzu. Hızlı adımlarla karakola gittiler. Nezaret hanenin demir kapısın açıp, tekme tokat içeri attılar.
***
Yargıç,
Nasıl yaptın sen bu işi diye sordu.
Şeytana uydum efendim, ne olur bağışlayın beni. Söz veriyorum bir daha yapmam.
Sen bu sekiz yaşındaki kızın ırzına geçtiğini kabul ediyorsun değil mi?
Kabul ediyorum efendim.
Peki nasıl yaptın bu işi. Yaparken hiç mi vicdanın sızlamadı?
Şeytan aldattı efendim.
Ya öyle mi? Demek seni şeytan aldattı. Vah, vah demek aldandın ve şeytana uydun.
Evet efendim.
Bana da şeytan ne diyor biliyor musun? Kır kalemi as şu insan müsvettesi şerefsizi. Ne çare yasalar karşısında elim kolum bağlı. Savcıya fikrini sordu. Savcı
Bu suçun karşılığı olan ceza yedi buçuk yıldır. Çocuğun çok küçük olması tüm hafifletici nedenleri yok saymamızı gerektirir. Dolayısıyla suçun karşılığı olan cezaya mahkum edilmesini, yani üst sınır olan yedi buçuk yılla cezalandırılmasını talep ediyorum dedi. Ağır ceza reisi diğer iki hakimle fısıldaşarak konuştu. Onların fikirlerini sordu. Savcının talebine aynen katılıyorlardı. Mahkeme reisi katibe,
Yaz dedi. …. nolu yasanın a bendine binaen yedi buçuk yıl ağır hapse mahkum edildi. Sanığa sordu.
Bir diyeceğin var mı?
Yok efendim.
Dava bitmiştir. Kapat dedi katibe.
***
Jandarmalar Selim’i cezaevi müdürlüğüne teslim ederlerken,
Bu iti, garibanlar koğuşuna verin ki diğerlerinin ahlakını bozmasın. Müdür yardımcısı,
Tamam anlaşıldı dedi.
Selimi getirip ağır kokan bir koğuşa yerleştirdiler. Üst ranzada oturan biri,
Konuğa çay verin diye seslendi. Biri tepsi içine konmuş bir bardak çay getirdi. Çay, çaydan başka her şeye benziyordu. Zehir gibi bir şeydi. Çayı zorla içti. Bardağı tepsiye koydu. Çayı getiren tepsiyi eline aldı. Gözlerini Selim’in gözlerine dikti. Gözlerindeki ifade kin doluydu. Sert bir sesle,
Hadi koysana dedi.
Neyi?
Neyi olacak be adam. Dam ağasının hakkını.
Ne hakkıymış bu?
Anlamadın mı be adam. Burada her gün defalarca çay çıkar. Çay paraları dam ağasında toplanır.
Ben dam ağası tanımam. İçeceğim çayı kendim alırım.
Ya öyle mi? Anlaşılan sen eceline susamışsın.
Elinizden geleni arkanıza koymayın. Adam tepsiyi alıp gitti. Koğuşta soğuk bir hava esti. Koğuştakilerin tümü kendisine iyi gözlerle bakmıyorlardı. Akşam yemeğinde koğuştakilerin tümü yer sofrasının etrafına sıralandılar. Kendisi için aralık bir yer bırakılmamıştı. Gardiyandan kendisine dışarıdan yiyecek bir şeyler almasını istedi. Gardiyan,
Burası babanın evi değil. Önüne konulanı ye dedi.
İyi ama beni aralarına almıyorlar.
Sen de hapishane raconuna uy. Dam ağasının istediğini yap.
Onlar benden haraç istiyorlar.
Elimden bir şey gelmez. Hapishanelerin raconu böyle. . Çaresiz geceyi aç geçirecekti. Gece yarısına doğru dam ağasından yat emri geldi. Yattılar. Tam uykuya dalacakken yanı başında yatan iki kişi üzerine abandı. İkisinin de elinde büyük çivilerden yapılma şişler vardı. Şişleri gırtlağına dayadılar. Biri,
Sen hapishanenin raconuna uyacak mısın? Yoksa işini bitirelim mi dedi. Boğazına dayanan şişler canını acıtıyordu. Sert bir hareket yapsa şişler gırtlağına saplanacaktı. Korkuyla,
Tamam ne isterseniz yapacağım dedi. İşini bitirelim mi diye soran,
Gelir gelmez ayak bastı parası verseydin tarife elli liraydı. Şimdi iki katını vereceksin.
Tamam veririm.
Hadi ver öyleyse. Doğrulup yastık altına koyduğu pantolonunu çekip aldı. Arka cebinden yüz lira çıkarıp verdi. Tam belayı defettik diye rahatlayıp yatacakken, parayı alan,
Ne yatıyorsun?
Yatmayayım mı?
Sen küçük bir kızı becermişsin öyle mi?
Şeytana uyduk be abi.
Bak işte gördün mü? Şimdi de bizi şeytan dürttü. Hadi kalk bakalım tuvalete gideceğiz.
Ne işimiz var tuvalette?
Ne işimiz mi var. Senin o küçük kıza yaptığını biz de sana yapacağız. Boşuna dememişler. Bu dünya etme bulursun dünyası. Ettiğini bulacaksın. Karşı koymak istedi. Şişin gırtlağına girmeye başladığını fark ettiğinde korkudan kısılmış bir sesle,
Tamam tamam gidelim tuvalete. Şişin battığı yerden sızan kanı eliyle sildi. Korkudan her tarafı titriyordu. Ranzadan kalkıp tuvalete girdiler. İki saat sonra tuvaletten çıktıklarında ola bildiğince bitkindi..
***
Güler on dört yaşına gelmişti. Kabaran göğüsleriyle bir hayli alımlı bir kız olmuştu. Onun bakire olmadığını bilenler asılmaya başladılar. Beş on dakikalık beraberliğe çok para teklif ediyorlardı. Fakirlik, yarı aç yarı tok gezmek canına tak ettirmişti. Teklifleri kabul etmeye başladı. Karnı doyduğu gibi, yeni giysilerde ala biliyordu. O artık küçük bir fahişeydi.
***
Halil bisiklet tutkunuydu. Bu yüzden sık sık bisiklet kiralar saatlerce bisikletle gezerdi. Bisikletçi Nedim’in iyi bir müşterisiydi.Nedim’in dükkanı önünden geçerken Nedim,
Halil nereye gidiyorsun diye sordu.
Eve gidiyorum.
İşin var mı?
Yok ama bisiklet kiralamayacağım.
Bisikleti boş ver. Oruç musun?
Yok değilim.
Gel öyleyse. Gir içeri.
Ne yapacağım içeride.
İçeride Güler var.
Hangi Güler?
Deli Mümin’in kızı. Bana geldi. Ben orucum. Gir gör işini, boş gitmesin. Halil heyecanla içeri girdi. On beş yaşın toyluğunun heyecanıyla boğulacak gibiydi. Güler kapının arkasında duvara dayanmış, elinde koca bir salatalık hart , hart yiyordu. Halil hemen sarıldı Güler’e .Bir süre sonra. Güler,
Bitti mi işin diye sordu.
Bitti.
Ver öyleyse bir çorba parası. Halil elini cebine attı. Tek bir lirası vardı. Çıkarıp verdi. O bir lirayla çorba da içilirdi. Yemek te yenilirdi. Artanıyla akide şekeri bile ala bilirdi. Sevinçle teşekkür etti. Halil,
Seni istediğim zaman nerede bula bilirim diye sordu.
Hep çarşıdayım. Canın istediğinde işaret et bana. Arkandan dilediğin yere gelirim. Güler’in salatalığı bitmişti. Eğilip salatalık kokulu dudaklarını doya doya öptü. Daha sonra sık sık buluştular. Yıllar geçtikçe Güler genç kızlığa hızlı bir geçiş sürecine girdi. Göğüsleri oldukça irileşti. Müşterileriyle pazarlık ederek daha iyi para kazanmaya başladı. Daha iyi giyiniyor, kısa etekli giysileri bacaklarının güzelliğini cömertçe sergiliyor, erkeklerin ilgisini çekiyordu. Müşterisi çoktu. Her ilişkiden sonra evine gidip banyo yaptıktan sonra, güzel kokular sürünerek müşterilerine temiz bir beden sunuyordu.
***
Yedi buçuk yıl dolunca Testici Selim Tahliye edildi. O artık bir homoydu. Üstelik te müthiş bir erkek tiryakisi olmuştu. Memleketine dönmektense ilde kalmayı tercih etti. Kafa dengi arkadaşlar edinerek yaşamını sürdürüyordu. Yedi buçuk yıl içinde hiçbir akrabası ve yakını onu aramadı. Hapisten çıktıktan sonra da arayan soran olmadı.
***
Güler bir Pazar günü parkta otururken, karşı bankta bir asker gözüne ilişti. Oldukça yakışıklı olduğu dikkatini çekti. Gözlerini askerden bir türlü ayıramıyordu. Her gün üç beş erkekle beraber olduğu halde, içinde dayanılmaz bir seks arzusu uyandı. İlk kez bir erkeğin karşısında heyecanlanmıştı. Göz göze geldiklerinde bakışları kilitleni verdi. Gözlerini biri birlerinden ayıramıyorlardı. Asker kalkıp yanına geldi. Heyecandan boğulur gibi bir sesle,
Sizinle tanışa bilir miyim dedi. Güler’de şimdiye kadar hiç duymadığı bir heyecanın pençesinde boğulur gibiydi. Kısık bir sesle
Tabi neden olmasın? Askere yanı başını göstererek ,
Otur dedi. Asker oturdu. Bir süre konuşmadan bakıştılar. Asker böylesine güzel bir kızla hiç karşılaşmamıştı. Heyecanı yatışınca,
Adınız ne diye sordu?
Güler.
Ya senin?
Benim de Maksut.
Nerelisin?
Gaziantepliyim. Ya sen nerelisin?
Buralıyım.
Evli misin?
Hayır değilim. Dulum.
Çok güzelsin. Kocan nasıl boşadı seni?
Ben hiç evlenmedim. Küçük bir çocukken biri bana tecavüz etti.
Vay namussuz vay. Nasıl kıydı sana?
Oldu işte. Daha henüz sekiz yaşındaydım.
Tecavüz eden yakalandı mı?
Yakalandı. Yedi buçuk sene yedi. Hapisten çıkmıştır ama buralara dönmedi. Dönseydi geberttirdim namussuzu.
Sen onu bana göstere bilseydin, sana gerek kalmadan ellerimle boğardım onu.
Hadi boş verelim bunları. Ovaya doğru gidelim. Uygun bir yer bulup orada doyasıya sevişelim.
Ovada olur mu öyle şeyler.
Neden olmasın. Hep yapıyoruz bunu. Neden çekiniyorsun? Ben bir fahişeyim. Benim mesleğim bu.
Şaşırtın beni. Onlara hiç benzemiyorsun. Oysa ben seninle başka şeyler düşünüyorum.
Ne düşünüyorsun?
Seni buradan alıp gitmeyi ve seninle evlenmeyi.
Boş ver evliliği. Bıktığında başıma kakarsın fahişeliğimi.
Kakmam. Hele beni iyice tanı. Böyle konuştuğun için pişman olursun.
Nasıl inanayım sana.
İnan bana. Sana görür görmez yıldırım aşkıyla tutuldum.
Boş ver bunları, hadi ovaya doğru gidelim. Kasıkları arasında dayanılmaz bir arzu uyanmıştı. Şimdiye kadar hiç duymadığı bir duyguydu bu. Kol kola girip ovaya doğru uzaklaştılar. Yol boyunda bir şeftali bahçesi vardı. Bahçenin içinde boş bir dam vardı. Sık sık onu oraya götürürlerdi. Şeftali bahçesi her zamanki gibi boştu. Dama yöneldiler. Damın içine girdiklerinde sım sıkı sarıldılar biri birlerine. Yere uzanıp uzun uzun seviştiler. İlk defa girdiği ilişkiden dayanılmaz bir haz duyuyordu. Birkaç kez yinelediler ilişkilerini. İyice doyuma ulaştıktan sonra giysilerine çeki düzen vererek damı terk ettiler. Parka geldiklerinde, yine bir banka oturdular. Bir süre konuşmadılar. Maksut,
Bak sevgilim benim kışlamıza dönme saatim geldi. Önümüzdeki Cuma terhis oluyorum. Unutma seni buradan alıp gideceğim. Karım olacaksın. Seni Cuma günü nerede bulurum?
Kim bir yuva kurup ta bu iğrenç hayattan kurtulmak istemez. İlk defa, girdiğim ilişkiden zevk aldım. Niyetin ciddiyse, seni kışlanızın karşısında beklerim. Beni aramana gerek kalmaz. Bir aksilik olur da gelemezsen, gelinceye kadar her gün seni burada beklerim.
Tamam sevgilim. Mutlaka seni alıp gideceğim. Beni bekle. Beraberce kışlanın giriş kapısına kadar yürüdüler. Orada vedalaşıp ayrıldılar.
***
Perşembe günü ilçelerinde Pazar kuruluyordu. Pazara çıktı. Hemen hemen tüm pazarcılarla ilişkisi olmuştu. Bu nedenle her esnaf tanıyordu onu. Giyim eşyası satan bir tezgaha yanaştı. O günlerinin modası olan çok renkli damalı erkek gömleklerinden iki tane seçti. Fiyatını sordu. Tezgah sahibi,
Fiyatını ne soruyorsun? Bir ara buluşur ödeşiriz. İtiraz etmek geçti aklından vaz geçti. Yok pahasına az kullanmamıştı kendisini.
Tamam dedi. Pazar günü veya daha sonra buluşur ödeşiriz dedi. Başka bir giyim eşyası satan tezgaha gitti. Oradan da kendisi için iki elbise seçti. Fiyatını sordu.
Ne yapacaksın fiyatını? Al git işte. Ne zamandır görüşemedik. Buluşur ödeşiriz dedi.
Tamam. Pazartesiden sonra ne zaman ,istersen olur dedi. Giderken pazarcı arkasından bağırdı.
Gelirken aldığın elbiselerden birini giy de gel. Bakalım yakıştı mı? Bende göreyim bari.
Tamam öyle olsun dedi. İçinden,
Bu leş kargaları beni arayıp bulamadıklarında, yüzlerinin ne hale geleceğini merak ediyorum. Nah bulursunuz beni. Avucunuzu yalayın dedi. Oradan ayrılıp ayakkabı satılan bir tezgaha gitti. Kendisine alçak ökçeli spor bir ayakkabı seçti. Pazarcıya,
Bir de babama almak istiyorum. Babam benden nah şu kadar uzun diye karışının yarısını gösterdi. Pazarcı,
Kırk bir veya kırk iki olur dedi.
Ben kırk ikisinden alayım dedi. Pazarcı ayakkabıları paketleyip verdi.
Borcum.
Kırk lira yeter. Sen yabancı değilsin dedi.
Tamam diyerek parayı ödedi. Bir başka sergiden iç çamaşırları aldı. Seyyar bir satıcıdan yörede tartımak adı verilen büyük bir poşu aldı. Eve gittiğinde aldıklarından bir elbise ile bir kat iç çamaşırını ayırdı. Kalanları poşunun içine yerleştirip, poşunun karşılıklı uçlarını biri birine bağladı. Yolculuk için bohçası hazırdı. Su ısıtıp banyo yaptı. Gece evden çıkmadı. Sabah erken kalktı. Bir gün önce aldığı, giymek için ayırdığı elbiseyi giydi. Çorbacıya gidip karnını doyurdu. Bohçasını koluna geçirip askeri kışlaya doğru yürüdü. Saat dokuzda kışlanın önündeydi. İlerideki bir ağacın altına oturup yüzünü kapıya çevirdi. Kapıdan bir asker çıktığında kalbi parçalanacak gibi çarpıyordu. Çıkanların hiç biri beklediği değildi. Vakit öğleyi geçmişti. Tren istasyonundaki lokantaya gidip karnını doyurmayı düşündü. Vaz geçti. Ya ben gittiğimde Maksut çıkarsa diye düşündü. Bir övün aç kalmakla ölünmezdi. Beklemeyi yeğledi.
İkindi vakti kapıdan bir sivil çıktı. Etrafına bakındı. Kendisini görünce hızla yanına geldi. Maksut’u sivil giysiler içinde az daha tanıyamayacaktı. Sarıldılar biri birlerine. Güler bohçasını aldı. Maksut,
Ver onu bana dedi.
Niye verecekmişim? Baksana senin elindeki bavul oldukça ağıra benziyor. Maksut bavulunu yere koyup kapağını açtı.
Çöz bakayım o bohçayı. Onları da bavula sıkıştıralım.
Sığmaz ki.
Sığar, sığar. Çözülen bohçadan çıkanları bavula yerleştirdiler. Kapak kapanmamakta biraz direndi ama yine de kapandı. Güler müstakbel eşinin koluna girdi. Mutluluktan uçacaktı sanki. Tren istasyonuna vardıklarında, trenin gelmesine yarım saatten fazla vardı. İstasyon lokantasında oturup, gecikmiş öğle yemeklerini yediler. Maksut yemekten sonra gişeye gidip sülüsünü onaylattı ve Güler için ayrı bir bilet aldı. Önce Ankara’ya, oradan da Gaziantep’e geçeceklerdi. Az sonra bekledikleri tren geldi. Trene bindiler. Pencereden vedalaşanları seyrettiler. Tren hareket etti. Maksut,
Hadi sevgilim, oturacak bir yer bulalım dedi.Güler,
Dur Maksut, bu doğup büyüdüğüm beldeye son bir kez doya doya bakayım. Zira ben bir daha buraya ne dönmeyi ne de gelmeyi düşünmüyorum. Geçmişimi bu kentle birlikte maziye gömüyorum. Kent görünmez olduğunda buldukları boş bir yere oturdular.
Özcan NEVRES
- Tükeniş - Haziran 24, 2016
- İnönü Krom Satmış - Haziran 24, 2016
- Konu Taksim Meydanı Olunca - Haziran 24, 2016