GİRİTLİ NEVRES CAFER AĞA

GİRİTLİ NEVRES CAFER AĞA

Giritliler genelde çok kavgacı ve atak olurlar. Nevres Cafer ağa da on iki yıl cepheden cepheye sürülmesine ve çektiği onca çileye rağmen savaşa doymamış bir adamdı. Girit’in Yunanlılığı her zaman tartışılması gerekir. Zira Girit adasının yerli halkının kökeni MİNOS tur. Dor istilasından sonra o adada ne MYKENOS kaldı, ne de MİNOS. Dor istilasından kaçan Yunanlılar iki koldan Anadolu’ya kaçtılar. Dor’ların ırk kökeni tartışma konusudur. Kimi tarihçilere göre Orta Asya’dan gelme Türk kökenli. Kimilerine göre Kuzey Avrupa’dan gelen Ari kökenli. Balkanlarda da durum aynı. Üst üstte gelen Türk göç ve yerleşimlerinden sonra, Balkanlardaki insanların Türk oldukları kesindir. Macarların ihraç mallarındaki damgalarında Madein Hungari yazması onların ne denli Türk olduklarını kanıtlamaz mı? Eğer Dorların kökeni Türk ise Yunanlıların kökü ne olur bilemiyorum. Kökleri ne olursa olsun, Yunanlılar Türk kökenli Giritlileri, uyguladıkları vahşetlerle göçe zorlamışlar ve doğup büyüdükleri toprakları terk etmek zorunda bırakılmışlardır.

İki buçuk yıl süren savaşlardan sonra, 6 eylül 1669 da varılan bir anlaşmayla Girit Osmanlıların hakimiyetine girmişti. Osmanlı hakimiyeti 10 ağustos 1913 yılına kadar sürmüştü. Osmanlı yönetimi bir çok isyanları kolayca bastırmıştı. 1886 da başlayan isyandan sonra Girit çok fena karışmıştı. Zira Osmanlı, Rus ve Balkan savaşları nedeniyle çok yıpranmıştı. Başka devletlerin isyanları desteklemeleriyle Türkler ve Rumlar arasında uzun yıllar süren çatışmalar olmuştu. Osmanlı desteğinden yoksun kalan Türkler, üstüne üstlük birde Rus ve Balkan savaşları için gençlerin tamamı askere alınınca, Yunan destekli Rumların karşısında ezilmeye başladıklarında Anadolu’ya kaçış başlamıştı. Bu bir göç değildi. Büyük bir katliamdan kaçıştı. Katliamdan kaçanlar, varlarını yoklarını geride bırakarak, canlarını kurtarmaya çalışıyorlardı.

Kaçış Rumlara ait teknelerle sağlanıyordu. Bazı tekne sahipleri Anadoluya kaçırmak için teknelerine aldıkları savunmasız insanları öldürerek üzerlerinde buldukları para ve altınları aldıktan sonra denize atıyorlardı. Daha sonra geriye dönüp yeni kurbanlar arıyorlardı.

Nevrezaki Cafer’in amcası zabitti. Selanik’e yerleşmişti. Cafer askere alınınca geride kalan ağabeyi Osman, çareyi Anadolu’ya göç etmekte bulmuştu. Nevrezaki ailesi Menemen’e yerleşmişti. Rumlar Osman’ı Menemen’de de bulmuşlardı. Onu Vakıf Çayırı mevkiinde pusuya düşürerek öldürdüler. Nevrezaki Cafer Trablusgarp ta, Balkanlarda ve Kafkaslarda on iki yıl boyunca cepheden cepheye sürüldü. Terhis edilip Menemen’e döndüğünde Ege’de Yunan işgali başlamıştı. Hayatının en acı günlerini Yunan işgali zamanında yaşamıştı. Doksan dört yaşında noktalanan tüm yaşamı içerisinde,

Ah, ah derdi, bir Türk Yunan savaşı çıksa a gönüllü askere gitsem.Takılırdım kendisine,

Dede, gözlerin görmüyor, nasıl savaşacaksın Yunanlılarla? Çok fena kızardı.

More gözüm görmüyor ama belki karamboldan öldürürüm birkaç Yunanı.

Ya onlar seni öldürürlerse?

Öldürsünler more nasıl olsa ben de onlardan birkaç kişi öldüreceğim ya. Anılarını uzun uzun anlatırdı. Girit2te Rumlarla nasıl kapıştıklarını, Rumları nasıl yıldırdıklarını, bu yüzden Rumların kendilerine Nevroz (sinirli) lakabını taktıklarını, zamanla bunun Nevrezaki’ye dönüştüğünü bıkmadan usanmadan defalarca anlatırdı.Dede bunları çok anlattın dediğimizde,

Olsun more, bir daha dinleyin, fena mı derdi. Anılarında en köklü yer etmiş olanı ise Kafkas savaşı dönüşündeki yaşadıklarıydı.

Savaş sonrası geri dönüyorduk. Ayaklarımızdaki postallar parçalandığından, tabanlarımız yere, buzların üstüne basıyordu. Yiyecek yok: Açlık canımıza tak etmişti. Bir at karşımıza çıkmıştı. Hemen atı yakalayıp kestik. Topladığımız çalı çırpılarla pişire bildiğimiz kadar pişirerek yemeye başladık. Ben açık gözlük ederek atın derisinden kocaman bir parça keserek ayaklarıma sardım. İplerle bağlayarak çarık gibi kullanmaya başladım. Biz atın etini yerken, komşu birliğin at seyisi geldi.

Bu yediğiniz etin komutanımın atının eti olduğunu biliyorum. Bana da verirseniz, komutanıma söylemem dedi. Ona da et verdik. Ne yapsın zavallı? Oda bizim gibi açlıktan kıvranıyordu. Ben ayağıma sardığım deri yüzünden çok rahat etmiştim.

Dede nasıl yediniz o yarı pişmiş at etini diye takıldığımda,

More ne yapacaksın? Aç mı öleceksin derdi

***

Foça’ya yerleşmiş olan Arabaki Mehmedali anlatmıştı.

Senin deden Nevres Cafer ağa çok kabadayı bir adamdı. Babamla çok iyi arkadaştılar. Ortak koyunculuk bile yapmışlardı. Yunan zamanında dedenle babam koyun otlatmaktan dönerlerken, babama arkalarından gelen iki yunan askerini işaret etmiş.
Bak be Arabağa, arkamızdan iki Yunan askeri geliyor. Öldürelim onları, alalım ellerindeki silahları. İkimize de silah lazım. Babam,

Hadi öldürelim deyince ilerideki bir kürlüğün içine saklanmışlar, askerler iyice yaklaştıklarında deden atlamış üzerlerine. Babamın korkudan eli ayağı tutulmuş, kürlüğün içinde öylece kala kalmış. Deden bakmış babamdan hayır yok hemen ötekinin üstüne atlayıp onu da öldürmüş. Dedem bu olayı bana hiç anlatmamıştı. Yine bir gün ziyaretine gittiğimde savaş anılarını anlatmaya başladı.

Dede hep savaşları anlatıyorsun. Arabağa ile ne yaptığını hiç anlatmıyorsun.

Ne more kim anlattı sana bunu.

Arabağa’nın oğlu Mehmedali.

Babası mı anlatmış ona?

Babası anlatmış. Bir de sen anlat bakalım.

Bir gün koyunları çobanlara bıraktıktan sonra Menemen’e dönüyorduk. Arkamızdan iki Yunan askerinin geldiğini gördüm. Arabağa’ya,

Hadi more Arap, öldürelim şu askerleri, alalım tüfeklerini ellerinden.

Ya öğrenirlerse bizim öldürdüğümüzü?

Hadi more dedim. Kim anlayacak bizim öldürdüğümüzü? Her gün çeteler, Yunanlı öldürüyor. Bunu da çetecilerden bilirler. Karar verdik öldürüp silahlarını almaya. İleride Sefer beylerin köşede bir kürlük vardı. Askerlerin bizi göremeyecekleri bir yere geldiğimizde kürlüğün içine girip beklemeye başladık.Öndekini Arabağa öldürecekti. Arkadakini de ben öldürecektim. Önümüze geldiklerinde atladım birinin üstüne. Belindeki kasaturayı alıp hemen sapladım. Baktım Arabağa yok ortalıkta. Öteki askerin silaha davranmasına fırsat vermeden yakaladım onu. Kasaturasını çekip onu da öldürdüm. O zaman ben çok acardım. İkisini de öldürmek çok kolay oldu. İkisinin de kasaturalarını, kütüklüklerini ve silahlarını alıp kürlüğe döndüm. Arabağa’nın korkudan eli ayağı tutulmuş tir tir titriyordu. Hemen tüfeğin birini, kasaturayı ve kütüklüğü uzattım. Hadi more kalk oradan. Karanlık basıncaya kadar ovada saklanalım. Gece evimize döneriz dedim. Gece olunca evlerimize gittik. Ben kiremitleri kaldırıp, tüfeği, kasaturayı ve mermileri altına sakladım. Daha sonra Arabağa’nın evine giderek ona verdiğim silahı da aynı şekilde kiremitlerin altına sakladım.

Yunan kaçarken o tüfekleri kiremitlerin altından çıkardık. Güzelce temizledikten sonra Değirmen dağına çıktık. Orada bir çukur bulup içine girip sipere yattık. İki kişi daha yanımıza geldi. Kaçan Yunanlılara ateş açtık. Makinalı tüfekleri bizden yana çevirip öyle bir ateş açtılar, hiç birimiz başımızı dışarı çıkaramıyoruz. Kurşunlar başımızın üzerinden vınlayarak geçiyor. O sırada bir hücum borusu çalmaya başladı. Bizim gibi Yunanlılarda Türk askerinin Menemen’e girdiğini zannettiler. Büyük bir kaçış başladı. Kaçarken beraberlerinde götürdükleri koyun sürülerini de bıraktılar. Ben,

Hadi gidelim o koyun sürülerine el koyalım dedim. Sonradan gelen o iki kişi gelmek istemediler. Korktular. Biz Arabağa ile gidip sürüleri çevirdik. O koyunlar ikimize de maya oldu. O koyunlar sayesinde ikimiz de zengin olduk. Yine savaş yıllarına geri döndüğünde, yavaşça odadan çıktım. Gözleri iyi görmediğinden çıktığımı fark etmemişti. O anlatmasına devam ediyordu.

Çok çalışkan bir insandı dedem. Doksan dört yıl süren yaşamında hiç dinlenmeden çalıştı. Gözleri görmemesine rağmen, el yordamıyla bağ buduyor, boğaz çapası yapıyordu. Sordum dedeme,

Dede gözlerin görmediği halde nasıl buluyorsun gideceğin yeri.

More eşek biliyor yolu. Tam bizim bağın yanında bir karaağaç var. O ağacı biraz seçe biliyorum. Ağacın yanına geldiğimde eşeğe dön diye işaret ediyorum. Sergiye vardığımızda eşek duruyor. İnip onu bir ağaca bağlıyorum. Ot bol. O yayılırken ben işime devam ediyorum.

Kıbrıs çıkartmasında,

Ah more ah, beni de alsaydılar askere. Kim bilir kaç Yunanı öldürürdüm diyordu. Kıbrıs çıkartmasının yapıldığı günler, zafer haberleri onun hayatı boyunca yaşadığı en güzel günleri olmuştu.

Özcan Nevres
Latest posts by Özcan Nevres (see all)
(Bugün 1, toplamda 215 kez ziyaret edildi.)

Özcan Nevres tarafından yayınlandı

15 Ağustos 1935 de Menemen’de doğdum. Esas mesleğim elektrik ve elektronik teknisyenliğidir. Gazeteciliğe 1958 yılında Ege’de yayınlanan Sabah Postası gazetesinde başladım. Hobilerim yazmak, okumak, tarihi eserler ve harabelerle ilgilenmektir.