Gündemimizde çok önemli iki konu var. Birincisi Süleyman Şah türbesidir. İkincisi ise düşen iki jetimiz ve dört de değerli subaylarımızın şehit olmasıdır.

Süleyman Şah türbesinin apar topar boşaltılmasını, türbeyi patlayıcılarla yıkmayı kim eleştiriyorsa yerden göğe kadar haklıdırlar. Koskoca Türk ordusu, büyük Türk ulusu adına neye mal olursa olsun o türbe mutlaka korunmalıydı. Oraya saldırma cüretini gösterecek olanlara hak ettikleri dersi vermeliydi. Konu ile ilgili olarak bazı insanlar Kardak kayalıklarında eski başbakan Sayın Tansu Çiller’in Yunanlılara karşı nasıl dik durduğunu örnek olarak göstermektedirler.

Peki, kazın ayağı öyle mi? Kardak kayalığı olayı patlak verdiğinde o dönemin başbakan yardımcısı Sayın Deniz Baykal kendisine ve kimi insanlara göre harika bir öneride bulunmuştu. Biz de o kayalığın karşısındaki kayalığa asker çıkarıp misilleme yapalım demişti.

Öneri kabul edildi. Askerlerimiz öbür kayalığa çıkarak hani çocukların kavgalarında benim babam senin babanı döver derler ya, işte iki grup arsında öyle bir kavga geliştirildi. Ta ki ağababaları Amerika ikiniz de oturun oturduğunuz yerde deyinceye kadar. Bunun neresi sağlıklı çözüm? Bunun neresi kahramanlık?

O olayda Rahmetli Ecevit gibi bir başbakan olsaydı o kayalıkları sahiplenmek için kayalıklara bırakılmış olan rahibi, sivilleri ve keçileri toplayıp Türkiye’ye getirir yargılardı. Yunanistan’a da o kayalıklara bir daha her hangi bir şey bırakırsan bunu savaş nedeni sayarım derdi.

Tıpkı on iki mil konusunda adaların kara suları yoktur dediği gibi. Tıpkı Ege denizini kuzeyden güneye tam ortadan bölen çizdiği çizgi gibi.

Eğer uçaklarınızla ve gemilerinizle bizden izin almadan bu çizgiyi geçerseniz bunu savaş ilanı sayarım dediği gibi. Bu çizgi Yunanlılar tarafından ne havadan ve ne de denizden geçilmedi. Ta ki Netekim Paşanın bu çizgiyi yok saydırdığı güne kadar. Keşke o çizgi hiç kaldırılmasaydı.

İnternet’te dolaşan bir habere göre Türkiye’nin Yunanistan’a A.B ye girebilme umudu karşılığında on altı ada ve bir kayalık Yunanistan’a verilmiş. Vatanını ve ulusunun onurunu korumakta duyarlı olan hangi vatandaşımız bunu içine sindire bilir ki?

Malatya havaalanından kalkan iki jetimizin kısa zamanda kule ile bağlantıları kesilmiş ve az sonra uçakların düştüğü ve dört değerli subayımızın şehit olduğu haberi gündeme bomba gibi düşmüştü. Bu olay ile yüreklerimiz yanarken her kafadan bir ses çıkmaya başladı.

Kimilerine göre iki uçak birbirlerine çarpmışlardı. Kimilerine göre bu iki uçak düşürülmüştü. Bir başka sav ise bu uçakların metal yorgunu oldukları için düştükleriydi. İnsaf edin. Bu iki uçak metal yorgunluğundan aynı anda düşer miydi? Kaldı ki bu uçaklar tam bir bakımdan geçirilmeden uçuş izini alamazlardı.

En son açıklamada ise yoğun sis yüzünden dağa çarpmışlardı. İlk akla gelen olmaz böyle şey demek olmuştu. Zira uçaklardaki radarlar bu dağı hemen gösterirdi. Eğer doğru ise bu uçaklarda radar olmadığı çok yazık demekten başka bir şey elden gelmez. Buna rağmen uçakları kullanan pilot subayların o bölgeye avuçlarının içi gibi bilmeleri gerekir.

Bu durumda uçuşlarını o çok iyi bildikleri dağa göre ayarlarlardı. Bu işte bir iş var ama hele kara kutuları bir incelensin. İncelemede düşüş nedenleri mutlaka açığa çıkacaktır. Şehitlerimize rahmet diliyorum. Ailelerinin ve ulusumuzun başı sağ olsun.

Özcan Nevres
Latest posts by Özcan Nevres (see all)
(Bugün 1, toplamda 74 kez ziyaret edildi.)

Özcan Nevres tarafından yayınlandı

15 Ağustos 1935 de Menemen’de doğdum. Esas mesleğim elektrik ve elektronik teknisyenliğidir. Gazeteciliğe 1958 yılında Ege’de yayınlanan Sabah Postası gazetesinde başladım. Hobilerim yazmak, okumak, tarihi eserler ve harabelerle ilgilenmektir.