Hayvan Sevgisi
Babamla birlikte ahıra girdiğimizde üç atımız da bana bakıp yem sevincini belli ediyorlardı. Babam bu ne iştir böyle? Bunların her gün bakımın ben yapıyorum, yemlerini ben veriyorum. Buna rağmen yemlerini senden istiyorlar dediğinde, yem vermekte aramızda pek bir fark yok. Sen bir bandırma saman, bir kapak arpa veriyorsun. Ben bir bandırma arpa bir kapak da saman veriyorum dedim. Babam desene arpa çuvalı bu kadar çabuk o yüzden bitiyor dedi ve ekledi. Sen sakın bir daha bunlara yem verme. Atları arpayla çatlatacak mısın dedi?
Babam bana hep sitem ederdi. Bir gün ölecek olursam koyun sürümüzün dahi nerede olduğunu bilemeyeceksin derdi. Bir gün senin keçin Elmas ağır hasta, son bir defa onu görmek istersen meraya git. Bu sayede koyun sürümüzün merasını da öğrenmiş olursun dediğinde, tamam gideyim dedim. Yarın doru kısrağı al. Rahvan olduğu için uzun yolda seni yormaz. Eyerini kuşattığında kolanını sıkı bağla ve damaklı gem takmayı ihmal etme. Kısrak dinlenik olduğu için densizlik yapıp seni üzerinden atabilir. Sabah altıda yola çıkarsan Emirâlem tren istasyonunda bizim süt taşıttığımız atlarımızı ve sürümüzün muçosunu görürsün. Onunla birlikte meraya gidersiniz dedi.
Sabah erkenden kalkıp ahıra gittim. Rahvan kısrağa yular taktıktan sonra ahırdan çıkardım. At çok semiz olduğundan eyer takmaya gerek görmedim. Zaten oldum olası atlara çıplak binmeyi seviyordum. Hemen binip yola çıktım. Yol daha kısa olduğu için demir yoluna paralel olan yoldan atımı sürdüm. Karşı taraftan gelen trene aldırmadığım için yuların ipini sıkı tutmamıştım. At trenden çok korkmuştu. O korkuyla zeytinliğin içine doğru hızla koştu. Ağaçların altından geçerken eğilecek olsam başım dallara çarpıp ölümüme neden olabilirdi. İlk ağacın altından geçerken atın üstünde iyice doğruldum ve karın boşluğuma denk gelen dala tutundum. At altımdan kayıp gitmişti. Yere atladığımda atım üzerinde olmadığımı fark etmişti. Hemen geri döndü. Her halde ona tay iken nasıl baktığımı unutmamıştı. Tekrar bindim ve bu defa Manisa yolundan gitmeyi yeğledim.
Emirâlem tren istasyonuna vardığımda atlarımızı gördüm. Sürünün muçosu güğümleri sarmakla meşguldü. Beni görünce hayrola ne arıyorsun burada diye sordu. Beraber meraya gideceğiz dedim. Ne yapacaksın merada? Orada senin kalabileceğin bir yer yok ki dedi. Kalmayacağım ki, hemen geri döneceğim dedim. Yola çıktık. Süleymanlı köyüne yaklaşırken köye vardığımızda ağa çocuğusun diye köyün kızları sana kur yapabilirler. Sakın ilgilenme. Köyün delikanlılarıyla başımız derde girmesin dedi. O yıllarda Süleymanlı köyü henüz şimdiki yerine taşınmamıştı. Köyün kıyısında suyu gürül, gürül akan bir çeşme vardı. Atlarımızı sularken on altı, on yedi yaşlarında bir kız terlik altına nalın giydiğinden şakuduk, şukuduk sesler çıkararak çeşmeye geldi. Güya elindeki sürahiye su dolduracak ama bana bakmaktan akan suyu gördüğü yok. Sırtımı döndüm. Dolanıp yine karşıma geçti. Atları çeşmenin yakınındaki at bağlama yerine götürüp bağlarken kızın gözü halen bendeydi. Köyün kahvesine gittik. İçeri girer girmez biri ula Ali bu delikanlı da kim diye sordu. Ali Nevres Ahmet Kâhyanın oğlu dediğinde, hoş geldin delikanlı. Artık senden bolca toprak bastı parsı alırız dedi. Şaşırıp kalmıştım. Ne parasıydı bu? Üstelik üzerimde fazla bir para da yoktu. Başka biri ula korkutup durma delikanlıyı. Köyümüze gelenden toprak bastı parası mı alınır deyince rahatladım. Biri yap Kâhya oğluna bir çay dedi. Çayın bardağı daha önümden alınmadan bir başkası da çay söyledi. Üçüncü çayı içtikten sonra dördüncüsü söylenince içemem dedim. Bu defa misafire kahve yap dedi. İki de kahve içmek zorunda kaldım. Her çay diyene içmem dediğimde Kahya oğluna lokum ver dediler. Kahveci yerden aldığı kirli gazete kâğıdına on beş kadar lokumu sarıp verdi. Yola çıktığımızda tam lokumları atacakken geçmişte on beş gün kadar beraber olduğumuz sarı köpek aklıma geldi. Atmaktan vazgeçtim.
Meraya vardığımızda muço Emirâlem’den aldığı yiyecekleri çoban kulübesine götürdüğünde attan indim. Keşke inmez olaydım. Dört köpek etrafımı sardı. Korkunç dişlerini göstererek hırlıyorlar. Neredeyse saldıracaklar. Yer çöktüm. Buna rağmen etrafımdan ayrılmaya hiç niyetleri yoktu. Sarı köpeğin koşarak geldiğini gördüğümde içimden eyvah, işte şimdi ayvayı yedim diye geçirdim. Köpek azmanı olan bu köpekle başa çıkmak olası değildi. Beni mutlaka parçalardı. Diğer köpeklerin hizasına geldiğinde birden yanındaki köpeğe saldırıp ensesinden yakalayıp fırlatıverdi. Diğerine döndüğünde hepsi çil yavrusu gibi dağıldılar. Yanıma kuyruk sallayarak geldiğinden korkusuzca başını okşadım ve cebimdeki lokumları çıkardım. Üç dört tanesini ağzına tıktığımda bize meraklı gözlerle bakmakta olan diğerlerine de birer tane attım. Lokumu kapıp yiyenler hemen kuyruk sallamaya başlayarak artık dost olduğumuzu belirttiler. O sırada muço dışarı çıktı ve ne oluyor yahu? Bu köpekler niye havladılar dediğinde elinin körü oldu. Sarı köpek olmasaydı beni parçalayacaklardı dedim. Nasıl olur? Köpekler seni tanımıyorlar mı dediğinde, nereden tanıyacaklar. Ben bu sarı köpekten başkasını görmedim ki dedim. Muço aşağıdaki dere yatağını gösterdi. İşte bak senin keçi orada suyun başında dedi. Çeşmeye doğru yürürken sarı köpekte peşimdeydi. Yaklaştığımda keçime Elmas diye seslediğimde çok cılız bir sesle meledi. Yanıma gelmek için hareket etti ama gücü yetmedi. Koşarak yanına gittim. Kulak arkalarını biraz okşadıktan sonra onun için aldığım leblebi şekerinden bir avuç çıkarıp yemesi için uzattım. Dönüp bakmadı bile. Sarı köpek gözlerini avucumdaki leblebi şekerine dikmişti. Tümünü ona verdim. Kelebek hastalığının ölüme sürüklediği keçim için artık yapa bileceğim hiçbir şey yoktu. Hayvanların ağlayıp ağlamadığını bilmem ama keçimden ağlayarak ayrıldığımda bana keçimin de ağladığını sanmıştım. Atımı bağladığım yere döndüğümde muçoya koyun sürüsünün nerde olduğunu sorduğumda buradan en az iki saat uzaktadır yanıtını aldım. Sürüyü görmekten vazgeçerek geri dönmeye karar verdim. Süleymanlı köyüne vardığımda atlarımızı sularken çeşmeye gelen kızın çıktığı evin penceresine gözüm takıldığında kızın halen yolumu gözlediğini fark ettim. Çeşmenin başında durmayarak yoluma devam ettim.
Çok yorucu yolculuğum sona erdiğinde akşam olmuştu. Atımı ahıra koyduktan sonra eve gittiğimde sofra kurulmuştu. Hemen sofranın başına çöktüm. Koca bir gün hiçbir şey yemediğimden çok acıkmıştım. Babam sürüyü nasıl buldun diye sorduğunda sürüyü görmediğimi söyledim. Nedenini diye sorduğunda sürü iki saat uzaktaymış. O yüzden göremedim dediğimde, yazıklar olsun. Ben çalışıyor, çabalıyorum. Size iyi bir gelecek sağlamak için çırpınıyorum. Sen sürüyü görmeden geri dönüyorsun. Yazıklar olsun dedi. Babam haklı olduğu için söyleyecek bir söz bulamadım. Özcan Nevres
- Tükeniş - Haziran 24, 2016
- İnönü Krom Satmış - Haziran 24, 2016
- Konu Taksim Meydanı Olunca - Haziran 24, 2016