Kirlenen Dünyada Özlem

Çoğunlukla çarşıdan evime dönerken yürümeyi yeğlerim. Boğluca deresinin üzerindeki köprüden geçerken dereden akmakta olan iğrenç görünümlü suya gözlerim takılıyor. Yola devam ediyorum. Mimarsinan köprüsünün paralelindeki yoldan ilk defa yaya olarak geçiyorum. Tuzla deresinin üzerine geldiğimde akan suya bakıyorum. Her ne kadar suyu Boğluca deresinin suyu kadar iğrenç olmasa da küçümsenmeyecek kadar kirli olarak akmakta. Bu suları kirletenlere karşı neden belediye bu kadar umursamaz veya çaresiz anlamak olası değil. Gördüklerimden etkilenmiş olduğumdan olsa gerek yatma zamanı geldiğimde bir türlü uyku tutmadı. Kafama çocukluk yıllarında yaşamış olduğum anılar takıldı. Zira çocukluğumda yaşadığım dünya olabildiğince bakir ve temiz bir dünyaydı.
Yaz aylarında iki aylığına bağ evimize göçerdik. Gecelerimizi karpit lambası ile aydınlatırdık. Zira karpit lambasının ışığı gemici fenerimizin ışığından çok daha parlaktı. Bağ evimizin yanında kocaman bir kara incir ağacı vardı. İncir ağacının en yüksek dalına bir urganın ucunu bağladıktan sonra diğer ucunu arabacı düğümünden geçirirdim. O düğümün bir adı da asıldıkça sıkılaşan düğüm olarak bilinir. Urganın üzerine oturur, var gücümle urganın ucunu çekerek urganın bağlı olduğu dala kadar yükselirdim. Yükselme tamamlandığında ipi kontrollü olarak bıraktığımda hızla yere inerdim. Bu oyundan iyice yorulduğumda evimizin beş altı metre uzağındaki asmanın altına yatmaya giderdim. Asma bir çadır kadar büyüktü. Onun koyu gölgesi benim gündüzleri yaşadığım evimdi.
Yedi yaşındayken babam Ormanbağları mevkisindeki araziyi satın alıp sebze bahçesi yapmıştı. Bahçemizin kalıcı suyoluna babam deli eriğe aşılanmış erik ve vişne fidanları dikmişti. Kısa zamanda suyolunun kenarı deli erik fidanları ile dolmuştu. En büyük zevkim aşı mevsimi geldiğinde o fidanlara değişik meyve türlerini aşılamaktı. Hızla büyümüş olan bir deli erik fidanının üç dalından birine şeftali, birine kayısı diğerine de İtalyan eriği aşılamıştım. Eserim olan ağacı görenler bu ne biçim ağaç diye sorarlardı. Şeftali türleri içinde en çok sevdiğim domat şeftali olduğu için birkaç deli eriğe domat şeftalisi aşılamıştım. Hendek kenarlarına diktiğim ayva fidanlarına da değişik armut türleri aşıları yapmıştım. Kendi elimle aşıladığım ağaçların vermiş olduğu meyvelerin tadına doyum olmazdı. Belki de bana öyle gelirdi. Bağımızdaki iyi cins kara incirimizden aldığım gözleri bahçemizin hendeğindeki incir ağacına aşıladıysam da bağımızdaki kadar kaliteli ürün veren bir ağaca dönüştürememiştim.
Bahçemizde aydınlatmada artık karpit lambası kullanmıyorduk. Konuklarımız geldiğinde lüksümüzü yakardık. Konuklarımız olmadığında ise avlumuzu gemici feneriyle aydınlatırdık. Bahçemizi atlarımızla döndürülen su dolabının çektiği su ile sulardık. Yaz günlerinin aşırı sıcaklarında en çok gereksinimiz olan soğuk su idi. Susuzluğumuzu gidermek için suyolunun kenarına yüzükoyun uzanır, akmakta olan buz gibi sudan kana, kana içerdik. Öğlen paydosunda ise havuzumuzun buz gibi suyuna dalarak serinlerdim. Uyku saati geldiğinde ahırımızın toprak damına çıkmak için incir ağacını kullanırdım. Ağaca tırmanır, dama en yakın daldan dama atlardım. İniş yolum da aynı şekilde olurdu. Damda yatmanın avantajı yalnızca serinlemek için değildi. Sivrisinek saldırısından da kurtulurdum. Koyun sürüsü sahibi olduğumuz zamandan kalma kepeneğimiz benim yatağımdı. Yatağıma uzandığımda en büyük tutkum yıldızları saymaktı. O yıllarda gökyüzü pırıl, pırıldı. Gecenin sessizliğini çakal ve sırtlan sesleri bozardı. Her gece yıldızları saymayı tamamlayamadan derin bir uykuya dalardım. Her sabah gün doğmadan kalkardım. İlk işim tulumbamızın buz gibi suyu ile yüzümü yıkamak olurdu. Daha sonra ahırdan atları çıkarıp dolap kuyusunun yanındaki incir ağacının altına bağlayıp önlerine bolca yem koyardım. Belki de tertemiz bir dünyada yaşıyor olmam yüzünden yorgunluk nedir bilmezdim. Okula gidip gelirken üç buçuk kilometrelik yolu on beş dakikada aşardım. Hem de kestirim olan dağ yolundan.
Kayınvalidemin öldüğü gün Metro turizmin yazıhanesinden kayınvalidemin evine giderken ardaki kısa dik yolu çıkarken neredeyse tıkanıp kalacaktım. Nedeni ise sobalardan yayılan duman kokusuydu. Gel de arama o çocukluk yıllarındaki tertemiz dünyayı. Yakında tüm Menemen, ovası ile birlikte kömür kokusu ve külleriyle yaşanmaz olacaktır. Dile kolay. Bir termik santral bir günde doksan beş ton kömür yakacaktır. Yanan kömürlerden arta kalan küllerden koca bir dağ oluşacaktır. Rüzgârlar bu külleri esiş durumuna göre Menemen, Aliağa ve Bergama ovalarına taşıyacaktır. Yalnızca ovalarda yetiştirilen ürünler zarar görmeyecektir. İnsanların akciğerleri olabildiğince olumsuz olarak etkilenecektir. Böyle bir durum ile karşılaşmamak için bölge halkının kurulması tasarlanan termik santrallerine karşı tam bir dayanışma içinde karşı çıkmalıdırlar. Bunu başaramazlarsa bedelini yoksulluk ve hastalıklarla öderler.
Özcan Nevres

Özcan Nevres
Latest posts by Özcan Nevres (see all)
(Bugün 1, toplamda 82 kez ziyaret edildi.)

Özcan Nevres tarafından yayınlandı

15 Ağustos 1935 de Menemen’de doğdum. Esas mesleğim elektrik ve elektronik teknisyenliğidir. Gazeteciliğe 1958 yılında Ege’de yayınlanan Sabah Postası gazetesinde başladım. Hobilerim yazmak, okumak, tarihi eserler ve harabelerle ilgilenmektir.