Bir haber ajansının müjdeli haberine bakın. Doktorlara müjde Ek ücretlerine yüzde elli zam yapıldı diyor bu müjdeli haberde. İlk akla gelen önümüzde seçim var ya. Zam yapmak şimdi mi aklınıza geldi sorusu hepimizin aklına gelmiştir. Müjdenin devamına bakıyoruz. Meğer yapılan o büyük zamdan doktorların eline geçecek para topu, topu üç buçuk liraymış. Doktorlarımız bu büyük zammı bozdurup, bozdurup harcasınlar.
Doktorlardan söz etmişken Sayın Cumhurbaşkanımız doktorlara muştuladı. Doktorlarımıza yapılan saldırıların önünü kesmek için gereken önlemler alınacaktır diyor. Bu önlemler acaba nasıl olacak? Bir kararname ile bu saldırganlara verilecek cezalar arttırılamaz mı?
Gerçi Cumhurbaşkanımızın bu işlere ayıracak zamanı yok. O anayasanın tarafsızlık ilkesini ve yaptığı yemini hiçe sayarak açılışlarda bile seçmen lerden dört yüz milletvekili çıkaracak oy istiyor. Bu isteğe benim gibi birçok insanımız mutlaka Allah korusun diyordur.
Nedenine gelince cumhuriyet tarihi içinde bu güne kadar bu denli komşularımızla papaz olmamıştık. Papaz olan ülkeler en çok ticaret yaptığımız ülkelerdi.
Ülke ekonomisi ise tam bir batağın içindedir. Üretime değil de tüketime değer verilen bir ülkede ekonominin çökmesi kader değildir. Ekonominin yanlış yönetilmesindendir. Sıcak para girişleri geçici olarak refah sağlar ama borçları geriye ödeme günü geldiğinde Başbakan yardımcısı Ali Babacan’ın feryadı kulakları tırmalar. Eğer bu yıl içinde iki yüz yirmi milyar dolar bulamazsak bittiğimiz gündür diyor.
Seçmenlerin çocuklarının ve torunlarının geleceği için oylarına sahip çıkmaları gerekir. Evlerine gönderilen üç beş torba kömür ve üç beş paket makarna için oy verenler şunu iyi bilmeleri gerekir. Ekonomi iflas ettiğinde evlerinin önünde ne kömür ve ne de makarna bulamayacaklardır. Bu durum üretmeden tüketmenin kaçınılmaz sonucudur. Üretmeden tüketmenin sonucunu siyasi partiler de görmelidirler.
Ne yazık ki bir DSP nin dışında hiçbir partinin söyleminde ne üretim var ve ne de karma ekonominin önemini vurgulayan var. Oysa az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ekonominin lokomotifi devlettir. Ülkeyi dışa bağımlılıktan kurtaracak olan tesislerin kurulmasında hükümetler girişimcilerle ortak olacaktır. Hükümetin kendi planı doğrultusunda girişimcilere destek vermesi gerekir.
Kızım Boğaziçi Üniversitesi son sınıfındayken Koç Holding’e bir atık su projesi hazırlamıştı. Koç Holding Türkiye genelinde otuz beş başarılı öğrenciye karşılıksız burs veriyordu. Kızım da o bursu alan öğrencilerden biriydi. Koç grubu kızıma bu projeyi yaptırırken Koç grubuna katılması için beş yüz bin lira aylık önermişti ama kızım bu büyük parayı kabul etmemişti.
Kızım projeyi tamamladığında kurulacak tesis beş yüz milyon liraya mal olacaktı ve bu yatırım aynı yıl beş yüz elli milyon lira olarak geri dönecekti. Şirket bu projeyi ekonomik bulmadı. Zira o yıllarda banka faizleri yüzde onun üzerinde seyrediyordu. Oysa bu projeyi devlet yaptırmış olsaydı deniz kirliliğini önlemekte çok büyük adımlar atılmış olacaktı. Marmara denizi bu denli kirli olmayacaktı.
Hayvancılığın geliştirilmesi için devlet şeker fabrikalarını yeniden işletmeye açmalıdır. Nedenine gelince hayvancılıkta hayvanlar için en ucuz yem şeker pancarı küspesidir. Şeker fabrikaları kapatıldıktan sonra piyasa yem üreticilerinin insafına kaldı.
Lüksemburg ülkemize göre avuç içi kadar küçük bir ülke olmasına rağmen dünyanın en zengin ülkeleri arasındadır. Sahip olduğu ağır sanayi kuruluşlarını tarım ve hayvancılıktan kazandığı paralarla kurmuştu. Denizden kazandığı arazilerle tarım ve hayvancılık yapan ve bu konuda dünyanın en ileri ülkesi olan Hollanda da ağır sanayisini tarım ve hayvancılıktan kazandıklarıyla kurmuştu.
Bizde ise tarım ve hayvancılık konusunda çok geniş olanaklarımız olmasına rağmen birçok gıda maddesini ve kasaplık hayvan ve et ithal ediyoruz. Bu durum çok düşündürücü değil mi?
- Tükeniş - Haziran 24, 2016
- İnönü Krom Satmış - Haziran 24, 2016
- Konu Taksim Meydanı Olunca - Haziran 24, 2016