Türkiye Teksas mı oldu

Her gün gazetelerde ve görsel yayınlarda insanlarımızın vahşice katledildiğini izliyoruz ve okuyoruz. İnsan canına kıymak ne kadar kolay oldu. Bir baba dahi, gözü gibi koruması gereken evladını katledebiliyor. Yaptığının cezasını kendi eliyle vermek istiyor ve yaşamına son vermek için fare zehiri içiyor. Fare zehiri içme oynadığı oyunun bir parçası olabilir. Zira öyle zehirler var ki; bir hekimin önünde içilse dahi içen kurtarılamaz. O halde niye fare zehiri içiyor? Kurtarılacağını bildiği için mi? Kesin ölüme neden olacak ilaçlarla değil de, kurtuluşu mümkün olan maddelerle intihara, başımdan geçen bir olay yüzünden hep şüpheyle bakarım. Gençlik yıllarımda flört ettiğim bir kız güya beni kaybetmekten korktuğu için intihara teşebbüs etmişti. Babası benden yardım istedi. Kızı bir arabaya koyarak İzmir Devlet Hastanesine götürdük. Kızın midesi yıkanırken babası doktora kızım ölmez değil mi diye sorduğunda doktor içtiği bir kutu ağrı kesici, beş kutu dahi içmiş olsaydı ölmezdi dedi. O anda kız ile evlenmem için olanların bir oyun olduğunu anlamıştım. Kıza neden intihar etmek istedin diye sorduğumda seni kaybetmekten korktuğum için demişti. Esas şimdi beni kaybettin. Ben ufacık bir kırgınlıkta intihara teşebbüs edecek bir kızla evlenip hayatımı zehir edemem dedim ve evlerinden bir daha dönmemek üzere ayrıldım. Oynanan oyunun kurbanı olmadım.

Katil baba yargılanırken mutlaka kendini cinnet geçirmiş olmakla savunacaktır. İçtiği fare zehirini de geçirdiği cinnete delil olarak gösterecektir. Yargıyı inandırıp az ceza alsa bile yaşadığı sürece vicdan azabı çekmeyecek mi? Gerçi onda vicdan olsaydı evladını katletmezdi.

İstanbul’un merkezinde genç bir adam cinayet suçundan yirmi yıl cezaevinde yatmış olan biri tarafından kurşun yağmuruna tutuluyor. Sıktığı kurşunlara rağmen genç adamın ölmediğini gördüğünde tabancasının şarjörünü kurşunla dolduruyor ve yaralı halde sürünerek kaçmaya çalışan gencin üzerine bir şarjör kurşun daha sıkarak öldürüyor. Yirmi yıl hapis yatmış bir insanın bırakınız adam öldürmesini, gölgesinden dahi korkmasını gerektirirdi. Oysa o korkmuyor. Zira artık cezaevleri beş yıldızlı otel konforunda. Yedikleri önlerinde, yemedikleri arkalarında. Bazen vatandaş kesesinden çıkan yemekleri dahi beğenmeyip kazan kaldırabiliyorlar. Hal böyle olunca cezaevine düşmekten korkulur mu? Nasıl olsa idam cezası da yok. Öldür öldürebildiğin kadar. Nerde o eski günler? Cezaevinde yatmış olanlar Allah düşmanımı bile oraya düşürmesin derlerdi. Bu ülkede trafikte neden yol vermedin diye insanlar öldürülüyorsa bunun nedenini iyice düşünmek gerekir. Merak ettiğim bir konu var. Dünyada bizim ülkemizdeki gibi yargının verdiği cezanın üçte birini yatıp çıkan mahkûmlar var mıdır? Yoksa yalnızca bizim ülkemize has bir durum mudur?

Birçok olayda cezaevleri tıklım, tıklım dolu olduğu için zanlılar dışarıda yargılanmak üzere serbest bırakılıyor. Bu gidişle tüm cezaevlerini Ergenekoncular dolduracağı için adi suç işlemiş olanlara hiç boş yer kalmayacak.

Belki de bu kötü gidiş yüzünden insanlar silahlanıyorlar. Uygar bir ülkede silahlanmanın hiçbir anlamı olmaması gerekir. Oysa insanlarımız devletin can ve mal güvenliğini sağlayamayacağından korktukları için, can ve mal kaygısıyla silahlanıyorlar.

Tüm bu yaşanılan cinayetler zincirinden sonra silahlanmaya dur demek için, ruhsatlı ve ruhsatsız tüm silahların toplatılması gerekir. Bu yapılmadığı takdirde cinayet haberleriyle içimiz yanmaya devam edecektir.

Özcan Nevres

Özcan Nevres
Latest posts by Özcan Nevres (see all)
(Bugün 1, toplamda 41 kez ziyaret edildi.)

Özcan Nevres tarafından yayınlandı

15 Ağustos 1935 de Menemen’de doğdum. Esas mesleğim elektrik ve elektronik teknisyenliğidir. Gazeteciliğe 1958 yılında Ege’de yayınlanan Sabah Postası gazetesinde başladım. Hobilerim yazmak, okumak, tarihi eserler ve harabelerle ilgilenmektir.