Unutulmayan Acı
İş dönüşü canı eve gitmek istemiyordu. Nedense bu gün olabildiğince yalnız kalmak istiyordu. Zaman zaman takıldığı barın önüne geldiğinde, içeri girmekle girmemek arasında bir süre kararsız kaldı. Girmekten vazgeçip sahile doğru ağır adımlarla yürüdü. Sahil oldukça tenhaydı. Yine de ta uç tarafa, insan uğrağı olmayan yere doğru ilerledi. Sahil oldukça sessizdi. Sessizliği bozan sadece ayaklarının altında kırç, kırç eden kumlardı. Kumların serinliğine aldırmayarak çöküp oturdu. Sırtını bir kayaya yasladı. Denizi seyretti uzun uzun. Ayın gümüşi ışıklarının oluşturduğu revnaklar doyumsuz güzellikteydi.
Gündüz denizde olağanın dışında kızıl bir renk vardı. Kimileri bunu deprem olacak diye yorumluyordu. Oysa balıkçı Murat Reis aksini söylüyordu.
Eskiden balık çoktu. Özellikle küçük balıkların temel gıdası planktonlardı. Balık nesli körfezde hemen hemen yok olmuş durumda. Bu nedenle planktonlar hızla üremekte. O kadar çoğalmışlar ki, sanki deniz yüzünde bir çarşaf oluşturmuşlar. Bu da deniz suyunun yeteri kadar oksijen alamamasına neden oluyor. Bir de lodosun etkisiyle, tabanda birikmiş olan kirlilik yüzeye vurunca, deniz tamamen oksijensiz kalıyor ve planktonların kitle halinde ölümlerine neden oluyor demişti.
Hey gidi koca Murat Reis, sen bunları bana anlatmasaydın, ne gün deprem olacak diye hop oturup hop kalkacaktım. Gündüzün o çirkin görünümü sanki yok olmuş. Deniz yine her zamanki gibi pırıl pırıl. Belki de lodos durduğu için her şey yine yerli yerine oturmuştu.
Aslında o bunları kafasını tokmaklayan düşüncelerden, ruhunu saran acılardan kurtulmak için düşünüyordu. Ne düşünürse düşünsün, geçmişin acılarını unutamıyordu. Eşini doğum yaparken yitirişi yine çöreklendi düşüncelerine. Doğum yeni bir can getirirken, o mukaddes olayı gerçekleştiren anneyi alıp götürmüştü. Tam yedi yıl geçmişti aradan. Kızı üç ay önce okula başlamıştı.
İlk günler eşinin ölümüne neden olan kızını sevemeyeceğini zannetmişti. Hatta kızından nefret bile etmişti. Bazen cinnet geçirir gibi oluyordu. Eşinin ölümüne neden olan o et parçasını boğup öldürmek geçiyordu içinden. Baba annesinin kucağında gülücükler yağdırırken o yitirdiği eşinin acısıyla kıvranıyordu. Ne çok sevmişlerdi biri birlerini. Ölünceye kadar birlikte olacaklardı. Hatta ölüm bile ayıramayacaktı. Ölümü bile birlikte kucaklayacaklardı. Olmadı. Kader çok acımasız davranmıştı. O zamansız ölüm, en mutlu olacakları bir anda koparıp almıştı canı kadar sevdiği eşini. Bu nedenle o günahsız yavrusunu aylarca kucağına alıp sevememişti. Aklına geldikçe yavrusundan utanır olmuştu.
İlk baba deyişinde buzlar birden eriyivermişti. Bir baba kelimesi ona babalığın doyumsuz hazzını tattırmıştı. O günden sonra varı, yoğu, her şeyi biricik kızı olmuştu. Oysa şimdilerde yeni bir dönemece varmıştı. Bir hayli yaşlanan annesi,
Benim bir ayağım çukurda. Aniden gidiveririm. Bu kızın hali ne olur diyordu? Haklıydı annesi. Ama o bunca yıl kızını üvey anne eline düşürmemek için evliliğe hep soğuk bakmıştı. Üstelik ölen karısının anısına saygısızlık yapmak istemiyordu. Nice yeminler etmişlerdi hiç ayrılmayacağız diye. Ölüm bile bizi ayıramaz diyorduk. Oysa ölenle ölünmüyor.
Yakın bir arkadaşı görev yaptığı kasabadan Kasap Oktay beyin orta okul öğretmeni kızını önermişti. Kızı da ailesini de çok övmüştü.
İnan bana, o kız senin kızını öz kızı gibi kabullenecektir. Babasıyla konuşurken,
Bizim kızın evlenme vakti neredeyse geçiyor. Yaşı yirmi sekiz oldu ama, şöyle doğru dürüst bir kısmeti çıkmadı. Şöyle soyuna sopuna güvenilir birini bulsak ta evlendirsek demişti.
Ben de ona senden söz ettim. O,
Madem arkadaşına bu kadar güveniyorsun, gir araya bir ağabeylik yap dedi. Sen hele bizim kasabaya gel, önce kızın babasıyla tanıştırayım. Gerisi çorap söküğü gibi kendiliğinden gelecektir.
Hava iyice serinlemişti. Üşümeye başlamıştı. Kalkıp evine doğru yürüdü. Yürürken hep arkadaşının önerisi kafasında uğulduyordu.
Gel şu kıza peki de. İnan hem sen mutlu olacaksın, hem kızın. Bir karara varmalıydı. Evlendiğinde eski eşini unutabilecek miydi. Ya kızıma iyi bakmazsa? Okumuş, yüksek öğrenim görmüş bir kızdan ne kötülük gelebilir ki? Evine vardığında annesi sofrayı hazırlamış kendisini bekliyordu. Kızı boynuna sarıldı.
Babacığım neden geç kaldın? Seni babaannemle öyle merak ettik ki. Daha kızı sözlerini bitirmeden annesi,
Nerde kaldın be oğlum? Meraktan öldürecek misin beni?
Arkadaşlara takıldım anne. Bir daha olmaz merak etme. Yemek arasında annesine,
Anne sana bir müjdem var. Arkadaşım sağlık memuru Sefahattin bana bir kız bulmuş. Kız bizim kasabanın ortaokulunda öğretmenmiş. Çok iyi bir ailenin kızı olduğunu söylüyor. İlle de gel ailesiyle tanıştırayım diye ısrar ediyor. Gidip ailesiyle tanışacağım.
Peki sen kızı tanıyor musun?
Şöyle böyle tanıyorum. On kasımda partimizi temsilen anma törene katılmıştım. Atamızı anlatan konuşmayı o yapmıştı. Evlenme gibi bir düşüncem olmadığından pek dikkat etmemiştim. Hayal meyal anımsıyorum. Önce gidip ailesiyle tanışayım. Nasıl insanlar oldukları hakkında arkadaşımın verdiği bilgilere eklenecek bir şeyler var mı? Öğrenip dönerim. Sonra da bir fırsat bulup kızla tanışırım.
İyi güzel de oğlum, okumuş kızlar biraz havalı olur. Onunla anlaşabilecek misin? Hani ben kendi akrabalarımızdan birini bulsaydık daha iyi olmaz mıydı diyorum?
Anne, sana kaç kere söyleyeceğim. Ben akraba kızı ile evlenmem. Sakat doğacak bir çocuğun sorumluluğunu hiçbir zaman üstlenmem.
Neden sakat çocuk doğsun oğlum? Amca, hala, teyze kızlarıyla evlenmiş niceleri var. Hangi birinin çocuğu sakat doğdu ki?
Anne, istisnalar kaideyi bozmaz diye bir söz vardır. Ben sana bir şey sorayım. O akraba evliliği yapanların hangisinde üstün zekalı çocuk var. Baksana bizim kızımıza. Zekası dillere destan. Güzelliği de cabası.
Sen bilirsin oğlum. Yuvayı kuracak olan sensin. Evleneceğin kızla hayatını paylaşacak olan da sensin. Bana sadece mutlu olmanı dilemek düşer. Kızı konuşulanları dikkatle dinliyordu. Yemeği bırakıp babasının yanına geldi.
Babacığım, gerçekten evlenmeyi düşünüyor musun?
Evet kızım, sana çok cici ve üstelik öğretmen olan bir anne alacağım.
Yaşşa baba demek ki benim de bir annem olacak.
Evet kızım. Gerçi babaannen bu denli yaşlanmasaydı evlenmeyi düşünmeyecektim ama, bu durumda düşünmenin zamanı geldi.
Bilsen beni ne kadar sevindirdin babacığım. Babaannemi de çok seviyorum ama yinede bir annem olmasını istiyorum.
Tamam kızım, en kısa zamanda senin öz anneni aratmayacak bir annen olacak.
O gece erken yattı. Kararını vermişti. Erken kalkıp arkadaşının yanına gidecekti. Erken yatmasına rağmen, bir türlü uyuyamadı. Ha bire kafasında acabalar kümeleniyordu. Ya bu evlilik gerçekleştiğinde kızıma kötü davranırsa? Düğmeci Osman beyi anımsadı. Dükkanına gelir, içini dökerdi. Bazı zamanda hırsından kafasını yumruklardı.
Nişanlıyken, Osman beycimdim. Evlendik, Osman olduk. Daha ilk çocuğumuz dünyaya geldiğinde Osmaaaaaan olduk.Çocuklarımın hatırına katlandım bunca yıl. Hani çocuklarımı bir evlendirsem, ilk işim bu karıyı boşamak olacak derdi. Boşamak kısmet olmamıştı Osman beye. Bir gece sabaha karşı geçirdiği beyin kanamasında yaşamını yitirmişti. Osman beyin durumuna düşmek korkusu içinde cızzz etti. Oysa Osman beyin eşi ilk eşiydi. Arada üvey evlat sorunu da yoktu. Buna rağmen evliliği hiç iyi gitmemişti. Ya ben de aynı duruma düşersem korkusu içini olabildiğince kemiriyordu. Osman beyi düşüncelerinden söküp atmaya çalıştı. Nice uyum içerisinde yaşayan aileler vardı. Neden kuracağı yuva o ailelerinki gibi olmasın? Adımını atmıştı bir kez. Üstelik kızına da söylemişti. Dönüşü artık olanaksızdı. Sabaha karşı uykuya daldı. İki saat kadar uyuduktan sonra uyandı. Motor sıkletine binip kasabanın yolunu tuttu.
***
Öğlene yakın kasabaya vardı. Kasabalının birine sağlık ocağını sordu. Kasabalı,
Hemen şu sokağı dönünce kocaman bir çınar ağacı göreceksin. Sağlık ocağı o ağacın karşısında. Teşekkür etti adama. Yoluna devam etti. Çınar ağacının yanında durdu. Motor sıkletini sehpaya kaldırıp direksiyonunu kilitledi. Sağlık ocağına girip karşısına çıkan hemşireye Sefahattin beyi sordu. Hemşire,
Tam karşımızdaki odada diye yanıtladı. Karşı odaya gidip kapıyı tıklattı. İçeriden bir ses,
Gir dedi. Kapıyı açıp girdi. Sefahattin bey sanki gözlerine inanamamıştı.
Vay, vay kimi görüyorum. Oh be nihayet gelebildin. Kasap Oktay bey seni sora sora bir hal oldu. Adama ne diyeceğimi bilemez oldum. Geldiğine nasıl sevindim anlatamam. Hele gel bi sarılayım sana. Çok özlettin kendini. Sarılıp öpüştüler. Sefahattin bey odacıya seslendi,
Durmuş bey, bak konuğum var. Hadi bizim kahveci Osman’a git te iki orta kahve söyle. Kahveler deve tabanı batmaz olsun de.
Tamam müdürüm, söylerim. Az sonra kahveler geldi. Kahveleri kahveci Osman kendisi getirdi.
Ula müdürüm, aha bu Durmuş konuğun varmış dedi. Merak ettim. Bizim kasap Oktay’a sözünü ettiğin oğlan mı geldi diye.
He ya Osman efendi, sözünü ettiğim bu delikanlı.
Üle helalin varmış be müdürüm, arkadaşın yağız delikanlıymış. O işi şimdiden olmuş belle. Böyle civan delikanlıya kızını vermeyecek te kime verecek.
Ne yapalım be Osman efendi, kısmette ne varsa o olur. Biz araya girdik. Allah utandırmasın.
Amin dedi Kahveci Osman.
***
Öğlen yemeğine Sefahattin beyin evine gittiler. Odacı Durmuş konukları var diye Sefahattin beyin evine uğrayıp eşine bildirmişti. Bu gibi işlerde odacı Durmuş neyin yapılacağını çok iyi bilirdi. Eve gitmeden önce kasaba uğrayıp et almıştı. Sefahattin beyin eşi Nazmiye hanım, oldukça hamarat bir kadındı. Çok kısa bir zamanda güveç, pilav ve salatadan oluşan bir mönü hazırlamıştı. Nazmiye hanım konuklarına,
Hoş geldiniz dedi. Necmi,
Hoş bulduk dedi. Tokalaştıktan sonra yemek masasına buyur etti.
Necmi bey, hepimiz merakla sizi bekliyorduk. Ha gelecek, ha gelecek diye. İnan umudumuzu kesmiştik.
Nazmiye hanım, inan sizin beni bu denli merakla beklediğinizi bilseydim bu denli geç kalmazdım. Evlilik kararı almak çok zor bir olgu. Hele benim gibi çocuklu biri için daha da zor. Zor da olsa sonunda kararımı verdim ve geldim. Bakalım zaman neyi gösterecek?
Ben çok, çok iyi olacak diyorum. Kızla da ailesiyle de iyi görüşüyoruz. Kız da, ailesi de çok iyi insanlar. Öyle olmasaydı biz araya girer miydik?
Çok sağ olun. İnşallah kısmet olur, kızım annesizlikten, ben de yalnızlıktan kurtulmuş oluruz.
Ben ona kızınızın konumunu açtım. Yedi yaşını aşmış bir kızın bana ne yükü olur ki dedi. Üstelik bana can yoldaşı, arkadaş olur. O zaten sizi tanıyormuş. Biz bu işe oldu gözüyle bakıyoruz.
Her şey yi güzel de, bir sorun var. Oturduğu evin sahibinin iki kızı var. Evlerinin önünden geçerken neredeyse pencereden düşecekler. Benim bildiğim erkekler kızlara laf atarlar. Oysa onlar bana laf atıyorlar. Kiracılarıyla evleneceğimi öğrenirlerse atmadık çamur bırakmazlar.
Biz o konuyu çok iyi biliyoruz. Buraya tayin olmadan önce o kızlara komşu idik. Seninle samimi olduğumuz için bizden bir istekte bulundular. Bu konuyu şimdiye kadar sana açmadık. Dediler ki; siz Necmi ile iyi görüşüyorsunuz. Biz ona bir büyü yaptırdık. Size geldiğinde bir fırsat bulup büyüyü ceketinin astarına dikiver. Tamam dedim. Demesem şirretler hır çıkaracaklar. Aldım o büyüyü., o gün, bu gün bizim şu vazonun içinde duruyor. Büyüye inanmadığım için atmadım. Onların salaklık hatırası olarak saklıyorum.
Keşke dediklerini yapsaydın. İnsan oğlu uzay yolculuğu yaparken bu saflar halen büyüye, hurafeye inanıyorlar.
Hatta sormuştum onlara. Bu büyü hanginiz için diye? Fark etmez dediler. Onu başkasına kaptırmayalım da, hangimize kısmet olursa olsun. Büyüğüne sen ondan büyüksün dediğimde ne fark eder dedi. Bunlarınki nasıl bir aşk anlayamadım. Sanki hayvan pazarından mal alıyorlar. Garibime gitti. Ne demek hangimize olursa olsun. Bence o kızlarda ahlak kavramı da yok.
Bırak ahlak kavramını, onurları da yok. Bir gün tepem attı. Boşuna asılmayın, depoda size yer kalmadı. Olabildiğince pişkin, sıkışırız demez mi? Ben de bu dünyada kadın olarak ikiniz kalsanız, yinede hiç birinizle evlenmezdim dedim. Hele büyüğü olabildiğince pişkin. Yesinler seni, kızmak ne kadar yakışıyor sana demez mi? Baş olunmaz bunlarla diye düşündüm. Çekip gittim. Zorunlu kalmadıkça o sokaktan geçmez oldum.
Hepsini biliyoruz. Seni nasıl kızdırdıklarını gelip anlatırlardı bize. Sefahattin’den bile utanmıyorlardı.
Boş verelim o şıllıkları, biz kendi işimize bakalım. Bu konuya çok dikkat etmek gerekir. Onların etkisinde kalıp bozuşmaktansa bence hiç başlamamak daha iyidir.
Niye bozulsun canım? Biz ona her şeyi anlatırız. O çok olgun bir kız. Onların etkisinde kalacağını sanmıyorum.
***
Yemekten sonra yine sağlık ocağına gittiler. Uzun uzun konuşup geçmiş günlerini yad ettiler. Mesai bitiminden sonra kahvehaneye gittiler. Kasap Oktay bey kahvehanenin devamlı müşterilerindendi. Gidip masasına oturdular. Sefahattin bey Necmi ile Kasap Oktay beyi tanıştırdı. Oktay bey Necmi’ye büyük ilgi gösterdi. Konuşma arasında Necmi’ye ne zaman döneceğini sordu? Necmi,
Yarın dönüyorum dedi.
Benim kızım sizin kazanızın orta okulunda öğretmen. Ona bir mektup göndereceğim. Zahmet olmazsa verirsin değil mi?
Elbette veririm niye zahmet olsun ki?
Eve gittiğimde mektubu yazarım. Nasılsa gece yine buraya çıkarsınız. Geldiğinizde veririm.
Tamam efendim siz nasıl uygun görüyorsanız öyle olsun.
***
Gece yine kahvehaneye çıktılar. Az sonra Kasap Oktay bey geldi. Yanlarına oturdu. Cebinden çıkardığı mektubu Necmi’ye uzattı.
Sana zahmet olacak ama, bu mektubu orta okuldaki kızıma veriver. Türkçe öğretmeni Hatice Tezbaşaran dedin mi onu sorduğun kişi hemen gösterir. Necmi,
Baş üstüne efendim diyerek mektubu cebine özenle yerleştirdi. Küçük yerlerde her şey çabuk duyulur. Kahvede oturanlar, konuğun damat adayı olduğunu sezdiklerinden, rahat konuşsunlar diye ilgilenmez görünmeye çalışsalar da kulaklarının konuşanlarda olduğu her hallerinden belliydi. Meraklı bakışlara aldırmadan gece yarısına kadar sohbet ettiler. Kasaba tarım beldesi olduğundan, erken kalkmak zorunluluğu vardı. Bu nedenle kahvehane birkaç ihtiyarın dışında tamamen boşalmıştı. Kahvehanenin boşalmasına aldırmayarak sohbetlerini gecenin yarısına kadar sürdürdüler. Dağılırlarken Nevzat sabah erken yola çıkacağını söyleyerek kasap Oktay beyle vedalaşmak istediğinde Oktay bey,
Kalsaydın bari birkaç gün dedi. Nevzat,
Kalamam, işlerim çok yoğun. İş yerini ihmal etmeye gelmez. Başka bir zaman daha fazla kalmaya çalışırım.
Bunu saymayız. Bir dahaki sefere böyle erken bırakmayız. Siz ne dersiniz Sefahattin bey.
Ne diyebilirim ki Oktay bey, Daha yüzünü doya doya görmeden gideceğim diye tutturdu. Oktay bey tatlı tatlı gülümsedi.
Hadi bu seferlik bağışlayalım. Ola ki çok acele bir işi vardır.
İnşallah, inşallah, hele bu iş tamamlansın, düğününe kalburla su taşıyacağım. Nevzat, Oktay beyin uzattığı elini öperek vedalaştılar.
***
Sabah erken saatte Sefahattin bey konuğunu uğurlarken,
Hadi bakalım, mektubu verirken kızımıza iyi bak. İnşallah birbirinizi beğenirsiniz. Nevzat,
İnşallah demekten gayri elden ne gelir diyerek Sefahattin beyle önce el sıkışarak sonra da birbirlerine sarılarak vedalaştılar. Motor sıkletini çalıştırarak hareket etti. Kasabasına vardığında önce dükkanına gitti. Çırağından gerekli bilgileri aldıktan sonra,
Ben eve gidiyorum. Yolda çok tozlandım. Banyo yapacağım diyerek dükkandan ayrıldı. Evinde banyo yaptıktan sonra tıraş oldu. En yeni elbisesini giyerek, tekrar dükkanına gitti. Orta okul öğretmenlerinden Şuayip beyle iyi görüşüyordu. Okula telefon ederek Şuayip beyle görüşmek istediğini söyledi. Görevli,
Şuayip bey şu anda derste. Lütfen on dakika sonra bir daha arayınız dedi. Telefonu kapatıp dükkandan çıktı. Motor sıkletini çalıştırıp orta okula gitmek üzere yola çıktı. oldukça hız sever olduğu halde motor sıkletini çok yavaş sürüyordu. Ağır ağır ilerlerken mektubu vereceği kızı düşünüyor ve ona söyleyeceklerini tasarlıyordu. Okula girip motor sıkletini arabalar için ayrılmış olan park yerine bıraktı. Çıkış zilinin çalmasını bekledi. Zil çaldığında hademenin yanına gidip Hatice Tezbaşaran ile görüşmek istediğini söyledi. Hademe,
Ne yapacaksınız Hatice öğretmenimizi?
Babasından mektup getirdim. Onu vereceğim.
Mektubu bana verin, kendisine vereyim.
Hayır, babası mektubu mutlaka kendisine vermem gerektiğini söyledi.
Peki öyleyse. Siz burada bekleyin, öğretmen hanımı çağırayım. Az sonra Hatice Tezbaşaran yanına geldi. Merakla,
Beni siz mi arıyorsunuz?
Evet efendim ben aradım.
Niçin?
Babanız size bir mektup gönderdi. Mutlaka size elden vermem gerektiğini söyledi.
Hayırdır inşallah derken yüzü kızardı. Mektubun elden verilmesi gerekçesini kavramıştı. Aslında Nevzat’ı çok iyi tanıyordu. Ev sahibinin iki kızının da ona aşık olduklarını kızlardan dinlemişti.. Kızlara,
Bu iş nasıl olacak? İkinizle birden evlenemezsiniz ki dediğinde,
Hangimiz kafeslemeyi becerirse demişlerdi. Kızların anlattıkları yüzünden Nevzat’ı çok merak etmişti. Kızlara,
Şu aşık olduğunuz Nevzat’ı bir de bana gösterin. Nasıl bir delikanlı ki hepiniz onun peşindesiniz.
O kasabamızın en yakışıklı delikanlısıdır. Kıvır kıvır saçları, gözünün önüne düşen kakülü, kaşıyla, gözüyle sanki bir ilah. Hele gözleri bir harika. Bir bakıyorsunuz lacivert, bir bakıyorsunuz kahve rengi. İnanılacak gibi değil. Çok merak etmişti. Gerçekten kızların dedikleri gibi oldukça yakışıklı mıydı? Yoksa abartılıyor muydu? Bir gün evin kızları,
Öğretmen hanım çabuk gel diye seslenmişlerdi. Anlamıştı neden çağırıldığını. Hemen pencereye gitmişti. İşte bak geliyor diyerek oldukça yakışıklı bir delikanlıyı göstermişlerdi. Bu delikanlıyı daha önce bir yerde görmüştü ama nerede? Belleğini oldukça zorlamasına rağmen anımsayamamıştı. Delikanlının yakışıklılığı onu da etkilemişti. Bu deli kızlardan biri, onların deyimiyle bu delikanlıyı kafeslerse yazık olur. Zaten bir evlilik geçmiş başından. İkinci bir evlilik için ince eleyip sık dokuması gerekir.
Günler sonra onu nerede gördüğünü anımsayabilmişti. On kasım günü onunla tokalaştığını anımsadı. O telaş arasında nedense bu denli yakışıklı olduğunu fark edememişim. Kafasında acabalar oluştu. Onunla tanışsa ve bir evliliğe adım atsalar o deli kızların tepkileri ne olurdu? Mutluluk mu dilerlerdi yoksa küserler miydi. Ne düşünüyorum ben diye söylendi. Ortada fol yok, yumurta yok, kendi kendime gelin oluyorum. Onu düşüncelerinden bir türlü sıyırıp atamıyordu. Bu yüzden uyuyamadı. Ancak sabaha karşı biraz dalabildi.
Onunla konuşurken kafasında yıldırım hızıyla geçmişi yaşıyordu. Onunla tekrar konuşabilmek için,
Bizim kasabaya gidecek olursanız, lütfen bana uğrayın. Babama ben de bir mektup yollayabilirim demişti.
Emriniz olur efendim,
Estağfurullah, emir değil sadece rica. Tokalaşarak ayrılmışlardı. Babasına yazdığı mektubu çantasından ayırmıyordu. Umutla gelişini bekledi. Ne oldu da mektup almak için gelmedi? Yoksa beni beğenmedi mi? Beğenilmemek korkusu içini kemiriyordu.
***
Hatice öğretmen ile konuşabilmesi için can atmasına rağmen bir türlü fırsat bulamıyordu. Okula gitse olmaz, okul çıkışında beklese o hiç olmazdı. Tek çare evinin önünden geçmek. Ev sahibinin kızlarının evlerinde olmadığı bir zamanı kollamaktı. Evin önünden geçerken Hatice öğretmen penceredeydi. Bir rastlantı mıydı, yoksa yolunu gözleme sırası ona mı geldi diye düşündü. Pencere önüne geldiğinde selamlaştılar. Ev sahibinin küçük kızının gözünden bu selamlaşma kaçmamıştı. Arka odadaki ablasının yanına gitti.
Abla sana kötü bir haber vereceğim. Bizimki, Hatice öğretmene öyle içten bir selam verdi ki şaşırdım kaldım. Yüzünü görmedim ama, Hatice öğretmen de aynı içtenlikle selama karşılık verdi.
Kim kız senin dediğin?
Kim olacak ? İkimizin sevgilisi Nevzat.
Hadi be kızım, anladığım kadarı ile sen bulutlardan nem kapmaya başladın. Hatice öğretmen gibi hem güzel, hem okumuş bir kız hiç Nevzat’a yüz verir mi? O sülüğün bizden başka umarı olamaz. Olmaması gerekir. Ola ki öyle bir yakınlaşma başladıysa, biz de Nevzat’a bol bol çamur atar, Hatice öğretmenin kafasını karıştırır ve ondan soğumasını sağlarız.
Yutar mı dersin?
Yutmazsa gargara eder. Balçığı duvara vur, tutarsa da olur tutmasa da. Elbette çamur düştüğü yerde iz bırakır. Bundan böyle ona Nevzat’ı sürekli kötüleyeceğiz. Sen o işi bana bırak. Bak adamın kafası nasıl karıştırılırmış gör.
Abla sana güveniyorum. İnşallah düşündüğün gibi olur.
Akşam yemeğinden sonra, Hatice öğretmenin odasına gittiler. Abla Zeynep,
Hatice kız, bu gün evimizin önünden Nevzat’ın geçtiğini gördüm. Ayol onu ben çok iyi bir insan diye bilirdim. Oysa ne melun bir adammış o. Meğer karısını doğumdan önce kıyasıya dövmüş te, bu yüzden erken doğum yapmış. Kadıncağız erken doğum yaparken kan kaybından ölmüş. Bizler de aptalca onun iyi bir insan olduğunu düşünüyorduk.
Hadi canım sen de. Öyle şey olur mu? Neredeyse iki sene oluyor sizin evinize kiracı girdiğim. Hepiniz Nevzat için deliriyordunuz. Hep onun iyi bir insan olduğundan söz ediyordunuz. Ne değişti ki birden onun çok kötü bir insan olduğuna karar verdiniz?
Dün Nevzat’ın bir akrabasına gittim. Ta okul yıllarımdan beri arkadaşımdır. Onun bir öğretmenle söz kesmek üzere olduğunu söyledi ve yazık olacak kıza dedi.
Neden yazık olsun ki?
O ne sinsi bir canavardır bilemezsiniz. İnan bana, o evlendiği gün bile karısını döver. O kadınları sevmektense dövmeyi sever. Karısı bunca yıl oldu öleli. Neden evlenemediğini hiç düşünmediniz mi? O evlense bile karısına dayak atma keyfini yaşamak için evlenir. Karısını sevmek için değil. Ne söyleyeceğimi bilemedim. Hani akraba olmasalar inanmayacağım ama, oldukça yakın akrabalar. İnanmak zorunda kaldım.
Olabilir. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz derler. Durduk yerde neden iftira etsinler? Zeynep’in keyiften yüzü gülüyordu. Zira Hatice öğretmenin zokayı yuttuğunun farkındaydı. En azından içinde bir kuşku uyanmıştı. Zeynep,
Bilsem o öğretmen kızın kim olduğunu gidip Allah rızası için uyaracağım. O kız mutlaka yabancıdır. Garibin başı yanmasın bari.
***
Hatice öğretmenin içine kurt düşmüştü. Söylenenler gerçek mi acaba diye düşünüyordu. Ya gerçekse? Yakışıklı bir erkekle evlenme uğruna kendini ateşe mi atacaktı? Gerçeği nasıl öğrenecekti? En doğrusu bir konuşma fırsatı çıktığında duyduklarının tümünü ona aktarmak ve doğru olup olmadığını sormaktı. Bunun için de o günü sabırla beklemek zorundaydı. Acele etmek zorunda değildi. Kafasında çöreklenen bu düşünce yüzünden bir türlü uyuyamıyordu. Kafamda neler kuruyorum? Ortada fol yok yumurta yok. Onun kendisiyle evlenmeye gönlü olsaydı babama yazdığı mektubu gelip almaz mıydı? Diye düşündü. Onu kafasından silmeye çalışarak uyumayı denedi.
***
Okuldaki öğretmen arkadaşlarından Zühal Elkatmış Karşıyaka’da oturuyordu. Elhamra sinemasının vizyonunda çok güzel bir film olduğundan söz etmişti. Gelirsen beraber gideriz demişti. Bu evlilik konusundan çok sıkılmıştı. Ev sahibinin kızlarının olanlardan sanki haberleri vardı. İşi gücü bırakmışlar Nevzat’ı kötülemeyi kendilerine iş edinmişler. Birkaç kez sizin Nevzat’ınızdan bana ne dediyse de, konuyu kapattırmayı başaramamıştı. Doğrusu bu konu sıkmaya başlamıştı. Bu delikanlı madem bu kadar kötüydü neden bana yaklaşık iki yıldan beri hep övüyorlardı. Neden onu görebilmek için pencereden ayrılmıyorlardı? En iyisi arkadaşının önerisine uymak ve konudan uzaklaşıp stressiz bir gün geçirmekti.
Ertesi gün arkadaşına Pazar günü sinemaya gitmek için Karşıyaka’ya geleceğini söyledi. Arkadaşı,
Aman ne iyi. Evden biraz erken çıkarız. Kemeraltı’ndaki vitrinlere baka baka gezeriz. Yeni ve güzel şeyler gözümüze ilişirse alış veriş te yaparız. Kaçta gelirsin?
Bilmem, öğlen yemeğinden sonra çıkarım.
Hadi canım öyle şey olur mu? Yemeğini yemeden erken çık. Kemeraltı’nda Dönerci Atıf’ta öğlen yemeğinde döner yeriz.İnsan İzmir’e gider de Dönerci Atıf’tan döner yemeden döner mi?
Tamam senin dediğin gibi olsun. Sayende dolu dolu bir gün geçireyim. Hep eve kapanmaktan iyice bunalmıştım.
***
Pazar günü sabah onda otobüs durağına gitti. Otobüse bindiğinde gözlerine inanamadı. Nevzat arka koltukta oturmuş gazete okuyordu. Otobüse bindiğini fark etmemişti bile. Oturulacak tek bir yer Nevzat’ın önündeki koltukta vardı. Otobüs hareket etti. Gazetenin hışırtısından Nevzat’ın okumayı bıraktığını anladı. Beni görünce kim bilir ne denli şaşıracak diye düşündü. Az sonra otobüsün muavini para toplamaya başladı. Nevzat önündeki koltukta Hatice öğretmenin oturduğunu fark ettiğinde gerçekten çok şaşırdı. Muavin Hatice öğretmenin sırasına geldiğinde, muavine işaretle ondan para alma dedi. Hatice Öğretmen,
Niye bana bilet kesmiyorsun diye sordu? Muavin,
Sizin biletinizi Nevzat abi ödeyecek dedi. Geriye baktı. Nevzat’a,
Niye zahmet ediyorsunuz? Ben sizden daha öndeyim. İzin verin de bilet bedelini ben ödeyeyim.
Hesap çoktan ödendi.
Nasıl olur? Henüz para vermediniz ki.
Otobüs amcamın oğlunun. Ne benim nede konuklarımın parası geçmez.
Peki öyleyse teşekkür ederim.
İzmir’e mi gidiyorsunuz?
Hayır Karşıyaka’ya. Öğretmen arkadaşımla sinemaya gideceğiz.
O halde Soğukkuyu’da inecekseniz.
Evet
Ben de Soğukkuyu’da ineceğim. Çiftefırınlar semtindeki akrabalarıma gidiyorum. Dereden tepeden konuşurlarken Soğukkuyu’ya vardılar. Durakta inip caddede yürümeye başladılar. Nevzat konuya hemen girdi.
Babanızın benimle mektubu ne amaçla gönderdiğini biliyorsunuz.
Evet biliyorum ama senin için çok kötü şeyler söylüyorlar.
Ne gibi şeyler?
Senin eski eşinin ölümüne doğum öncesi attığın dayak neden olmuş.
Peki siz bu saçmalığa inandınız mı?
Gerçi inanmak istemedim ama, ateş olmayan yerden duman tütmez diye bir söz vardır. İnanmak istemesem de içime kurt düşmedi diyemem. Nevzat çok fena bozulmuştu. Öfkeyle
Size bu saçma şeyleri kim söyledi? Sizin evinizin önünden her geçişimde beni daha iyi görebilmek için pencereden sarkarlarken düşecekler diye ödümü koparan ve bir erkeğin kızlara laf attığı gibi bana laf atan ev sahibinin kızları mı? Mutlaka onlar söylemişlerdir. Zira kedi erişemediği ete mundar dermiş.
Yalnız onlar değil ki. Daha başkaları da aynı şeyleri söylediler.
Çok af edersiniz. Ben yanlış tarlaya umut ekmişim. Yeşerseler bile bana faydası olmaz. Sizi rahatsız ettiğim için özür dilerim. Hoşça kalın diyerek hızla uzaklaştı. Hatice öğretmen onun hızla uzaklaşmasını şaşkınlıkla bir süre izledi.
Çok yanlış yaptım diye düşündü. Bu gibi şeyler ilk karşılaşmada konuşulmamalıydı. Bir fırsat doğarsa hatamı hemen düzeltmeye çalışacağım. Çok onurlu birine benziyor. Tepkisi ne kadar da sert oldu.
***
Nevzat o konuşmadan sonra evlilik defterini kapattı. Kararını vermişti. Kızı büyüyünceye kadar evlilik olmayacaktı. Aradan aylar geçti. Hiç ummadığı biri dükkanına girdi. Giren Kasap Oktay beydi. Çok şaşırdı, bu ziyaretin nedenini çok ta merak etti. Kapıda karşılayarak hoş geldin dedi. Kasap Oktay beyin öpmesi için uzattığı elini öptü. Oktay bey koltuğa oturduğunda derin bir oh çekti.
Ah bu ihtiyarlık, biraz yol yürüdüm diye elim ayağım tutmaz oldu. E ne var ne yok görüşmeyeli beri?
İyilik, sağlık, siz nasılsınız?
Gördüğün gibi yaşlılık fena vurdu. Eskiden dağ bayır tanımazdım. Şimdilerde az bir yol yürümek bile ne hale koyuyor.
Haline şükret be Oktay amca. Sizin yaşınızda ne adamlar var. Sokağa bile çıkamıyorlar. Ne mutlu size, buraya kadar yürüyerek geldiniz.
Doğru söylüyorsun be oğlum. Bu halime de şükür. Daha başka neler var. İşittiğime göre Hatice seni fena kırmış. Niye öyle oldu?
Ben o defteri kapatalı aylar oldu. Evlilik hayallerimi defterimden sildim.
Bak oğlum, kızımla bu konuyu konuştum. Kiracı olarak oturduğu evden çıkıp başka bir eve taşındı. Seni kırmasına ev sahibinin kızları neden olmuş. Geçmişi unutup yeniden konuşun. Ben ve kızım seni çok beğeniyoruz. Eteğinizdeki taşları döküp yeniden bir araya gelip konuşun. İkiniz de akıllı insanlarsınız. Her şey konuştukça yoluna girer evladım.
Oktay amca, beni sakın yanlış anlamayın. Bunları sizi kırmak için söylemiyorum. Evliliğin ilk kuralı karşılıklı güvendir. Ev sahibinin kızları kızınızın aklını çelmişler. Kızınız bana hiçbir zaman güven duyamaz. Güvensizlik duygusunu bir süre bastırabilir. En umulmadık bir anda ortaya çıkıverir. Bir terslik olup eve geç gittiğimde, ya da bir kadının bana dikkatlice bakması gibi sıradan nedenlerle bu çağ dışı duygu her an patlayabilir. Acabaların beyinleri oyduğu bir ortamda yaşamayı asla istemem. Kızınızı aydın bir insan olarak bellemiştim. Bende gözü olan o kızların iftiralarını önemsememesi gerekirdi. Doğrusu o şekilde etki altında kalacağını hiç ummamıştım. İleride olmadık sorunlarla uğraşmaktansa, inceldiği yerden kopsun demek bence daha iyi olur. Dedim ya. O defter, bir daha açılmamak üzere kapandı.
Anlıyorum seni evlat. Benim kızım, senin gururunu çok kötü incitmiş. Hayırlıysa beri, hayırsızsa geri derler. Kısmet böyleymiş. Neden olanlar utansın.
Oktay bey ayağa kalkmak için davrandığında Nevzat yanına giderek yardımcı oldu
Size bir taksi çağırayım.
Zahmet olacak ama, çağırırsan iyi olur.
Acele etmeyin. Bir iki dakikada taksi gelir. Nevzat elli metre uzaklıktaki taksi durağına doğru yürüdü. Duraktaki taksiciye dükkana gelmesini işaret etti. Dükkana varmasıyla taksinin gelmesi aynı anda oldu. Taksiye binerken, bir değişiklik olursa beni ara oğlum dedi.
Değişen bir şeyin olacağını sanmıyorum. Öyle bir şey olursa elbette ararım. Taksi hareket ettiğinde el sallayarak vedalaştılar.
***
Oktay bey evde kızına,
Sen neler söyledin bu delikanlıya da ipler bu denli gerilip kopmuş? diye sordu.
Hiç sorma baba. Eski evimin sahibinin kızları öyle kötü şeyler anlattılar ki inandım. Hatamı kabul ediyorum. Düne kadar uğruna ölümü göze alanların birden bire onun aleyhinde konuşmalarının nedenini kavrayamadım. Meğer onlar, onunla selamlaştığımı görmüşler. Arayı bozsunlar diye bir sürü iftirayı ver yansın ettiler. Ve başardılar da. Böyle olmasına çok üzüldüm ama elden ne gelir. Çok onurluymuş. Bir daha yoluma çıkmadı.
Hayırlıysa olur diyemeyeceğim. Zira bana hiç umut vermedi.
Böyle olmasını istemezdim ama, oldu bir kere. Kaderime yazıldıysa olur. Yazılmadıysa elden ne gelir.
Böyle olmasaydı iyi olurdu. Çok sevmiştim onu. Öz oğlum gibi ısınmıştım ona.
Yaptığıma çok pişmanım ama, olan olmuş, giden gitmiş. Elden ne gelir. Kaçan balık büyük olur derler. Oysa bu kaçırdığımız balık gerçekten büyüktü baba. Çok onurlu biriymiş. O günkü tepkisini görseydin hayret ederdin. “Ben yanlış tarlaya umut ekmişim. Yeşerseler de bana yaramaz.” Deyişini ömrüm boyunca unutamam. Yapılacak bir şey yok baba. Kader böyleymiş diye teselli bulacağız.
Evet kızım, gerçekten kader böyle yazmış. Üzülme. Bir başka kısmetin çıkar, bu günleri unutursun.
Öyle diyelim ama, unutacağımı sanmıyorum.
***
Aradan iki yıl geçti. Hatice öğretmenin yarası bir türlü kabuk bağlayamıyordu. Nevzat’ın evlenmemesi arada bir umutlanmasına neden oluyordu. Bu sırada Hatice öğretmeni bir ressamla tanıştırdılar. Yakışıklı olduğu kadar iyi de konuşan biriydi. Bir gün okul dönüşü yanına gelip evlenme teklif etti. Çok şaşırdı. Kırıcı olmamaya çalışarak,
Bu ne sürpriz böyle? Daha dün tanıştık, bu gün evlenme teklif ediyorsun. Acelen ne böyle. Hele bir birimizi iyice tanıyalım, evlenmeyi daha sonra düşünürüz.
Kusuruma bakmayın sakın. Yıldırım aşkı dedikleri bir şey var ya, onun gibi bir şey benim ki. İlk gördüğüm gün size çılgınca aşık oldum.
O dediğin yıldırım aşkı çocuklukta olur. Bizim yaşımızdakiler için geçerli değil. Evlilik ciddi bir iştir. Dibini göremediğin suya dalma diye bir ata sözü vardır. Evlilikte dibi görünmeyen suya dalmaya benzer. Ya karşı sahile geçersin. Ya akıntıya kapılır boğulursun. Hatta bir kayaya bile başını vurup ölebilirsin. Bu nedenle önce suyun dibini görelim. Evlilik kararı acele ile verilmez. Size kapımı kapatmıyorum. Sadece iyi düşünün diyorum.
İyi düşündüm ve kararımı verdim.
Bana düşünme payı bile bırakmak istemiyorsunuz. Öneriniz benim için sürpriz oldu. Düşünmek hakkım değil mi?
Elbette hakkınız. Peki, önerime ne zaman yanıt alabilirim.
Belki bir hafta, belki de aylar sonra. Bu hakkınızda edineceğim bilgilere bağlı.
İnanın benim için çok iyi şeyler öğreneceksiniz. Kararınızı umutla bekleyeceğim. Doğal olarak evet demenizi umut ederek.
Hemen umutlanma. Bakalım zaman neyi gösterecek. Evime iyice yaklaştık. Burada ayrılmamız gerekiyor. Dedikodulara neden olmak istemem. Zira en nefret ettiğim şey dedikodudur. Hoşça kalın. Ressam,
Hoşça kalın diyerek uzaklaştı. Evine girdiğinde yüksek sesle söylenmeye başladı.
Hoppala, bu da nereden çıkıp geldi. Ne kadar aceleci bir adam. Üç gün olmadı tanışalı. Evlenelim diye karşıma dikildi. Manyağın biri mi bu? Belki de manyaktır. Manyak olmasa üç gün içinde evlenme teklif eder mi? En iyisi unut gitsin.
***
Günlerdir her okul çıkışında peşine takılıyordu. “Ne olur kararınızı verin artık. Yoksa beni deli etmeyi mi düşünüyorsun” diye sitem ediyordu. Yavaş yavaş ısınmaya başlamıştı bu adama. Yaş otuzu aştı. Evde kalmış damgasını yemeye ramak kaldı. Belki de vurmuşlardır da. Kabul etsem mi acaba diye düşündü.
Okul dönüşü, yine peşindeydi. Yine önerisinin yanıtını istediğinde,
Ne duruyorsun? Ailemden istesene dedi.
Ciddi misin?
Elbet te ciddiyim. Bu işin şakası olur mu?
Beni çok mutlu ettiniz.
Kınık’ta Kasap Oktay bey diye kime sorsan gösterirler.
Tamam yarın Kınık’tayım.
***
Ressam Servet bey sabah erkenden otobüse binerek Bergama’ya gitti. Oradan Kınık’a çalışan sıradaki minibüse bindi. Kınık’a vardığında Kasap Oktay beyi sordu. Gerçekten tanınmış biriydi. Nerede bulacağını tarif ettiler. Tarif edilen yeri kolayca buldu. Kahveciye sordu. Kahveci,
Bak karşıda oturuyor dedi. Yaşlı adamın yanına gitti.
Bey amca sizinle çok önemli bir şey konuşmak istiyorum.
Buyur evlat, ne konuda konuşacağız?
Kızınız efendim, kızınız Hatice hanım için.
Nedir konuşacağımız?
Kızınızı Allah’ın izniyle sizden istemeye geldim efendim.
Ya öyle mi? O iş burada konuşulmaz. Hadi eve gidelim. Kahvelerimizi evde içeriz.
Peki efendim, siz nasıl uygun görürseniz. Eve vardıklarında kapıyı açan eşine,
Bak hanım konuğumuz var hayırlı bir iş için gelmiş. Hadi bize kahve yap ta konuşurken ağzımız boş kalmasın.
Peki efendi. Az sonra kahveler geldi.Kahveler yudumlanırken,
E evlat, ne konuşacaksak söyle de bilelim. Malum bu iş benim hanımı da ilgilendirir. Ne de olsa anası.
Tabi efendim. Sesini yükselterek,
Efendim, Allah’ın emriyle kızınız Hatice hanımla evlenebilmek için izninizi almaya geldim. Eğer uygun bulursanız kızınızla evleneceğiz.
Kızımla konuştunuz mu?
Konuştum efendim.
Ne diyor?
Ailem bilir diyor. Önce onların bu kararımızı onaylaması gerekir diyor.
Kızım kendi kararını verecek kadar olgundur. Eğer böyle bir karara vardıysanız, bize onaylamak düşer. Sen ne diyorsun hanım. Damat adayımızın ne söylediğini duydun değil mi?
Duydum bey, duydum. Haklarında ne hayırlı olacaksa o olsun derim. Yaşları kemale ermiş. Bize söz düşmez.
Evlat adet yerini bulsun diye söylüyorum. Kızımı verdim gitti. Allah bahtınızı açık etsin. Yalnız merak ettiğim bir şeyi söylemeden edemeyeceğim. Bu gibi durumlara ana, baba önder olur. Senin kimin kimsen yok mu ki sap gibi yalnız çıka geldin?
Annemi de babamı da çok küçükken kaybettim. Bu nedenle yuvaya verdiler beni. Bu nedenle kimim kimsem yok efendim.
Anlıyorum evlat. Söylediklerimden ötürü kusuruma bakma.
Estağfurullah efendim. Ben de olsam aynı şeyleri sorardım.
Damat adayı ressam Servet bey ayağa kalkıp gitmek üzere izin istedi.
Otur bakalım oğlum acelen ne? Hele Allah ne verdiyse karnımızı doyuralım. Gitmen için daha çok vakit var. Hadi hanım, bir şeyler hazırla bakalım. Yemek hazırlanırken uzun uzun söyleştiler. Kasap Oktay bey durmadan soruyordu,
Ressamlık para kazandırıyor muydu? Başka yan işleri de var mıydı? Servet bey kısa kısa yanıtlıyordu.
Efendim ressamlıkla birlikte tabela işleri de yapıyorum. Tabela işlerinin getirisi resimden daha fazla. Yaptığım her resim hemen ve iyi paraya satılsa çok iyi ama ülkemizde ressamlığa pek değer verilmiyor.
Hattatlığın yerini tabelacılık aldı. Bence tabelacılık karlı bir iş olması gerekir.
Allah bereket versin, geçinip gidiyoruz.Oktay beyin eşi mutfaktan seslendi.
Haydin bakalım sofraya, yemeğiniz hazır.
Hanım, hanım yemeğe oturmadan önce bu bey efendi bak ne diyor?
Ne diyor bey?
Hele gel de dinle bir kez ne diyor.
Fatma hanım merakla içeri girdi.
Ne diyor bey diye yineledi sorusunu?
Hadi oğlum bana dediklerini hanım annene de söyle oda duysun ve ne düşündüğünü söylesin. Analık hakkı en büyük, en kutsal haktır. Servet bey bir iki yutkunup heyecanını yatıştırmaya çalıştı.
Hanım anne, Allah’ın izniyle kızınız Hatice hanımla evlenebilmek için sizin rızanızı almaya geldim.
Babası varken bana söz düşmez evladım. Babası ne derse o olur.
Ben ne diyeceğim hanım. Kızımızın ekmeğini eline alması yıllar oldu. Belli ki bunlar anlaşmışlar. Bize olur demekten başka söz düşmez. Ben olur diyorum.
Tamam bey bu güne dek sen ne dediysen, ben hep olur dedim. Hayırlı olsun.
Hadi bakalım öp ananın elini. Servet bey önce kayın valide, sonra da kayın peder adaylarının ellerini öptü. Oktay bey,
Hadi oğlum hayırlı olsun. Verdik gitti kızımızı. Hadi bakalım şimdi yemeğimizi yemeye. Kalkıp mutfağa geçtiler. Geniş mutfağın bir köşesine yerleştirilmiş olan yemek masasının üzeri yemek, salata ve ekmek selesiyle donatılmıştı. Oktay beyin eşi,
Ben daha sonra yerim diyerek masaya oturmadı. Yemek süresince gerekli servisi yaptı. Yemekten sonra,
Hadi kahveye gidelim. Orada da birer kahve içelim. Bizim kahvecinin kahvesi iyi olur. Dibek kahvesi yapan bir tek o kaldı. Kayın valide adayının elini öperek vedalaştı. Kahvehanede biraz da dereden tepeden konuştular. Kahvelerini içtikten sonra Ressam Servet bey kalkıp izin istedi. Oktay bey damat adayını kapıya kadar uğurladı.
***
Sade bir nikah töreniyle evlendiler. Okul nedeniyle balayını yaza bıraktılar. Evlilik ilk günler iyi gidiyordu. Nedense Servet bey çok tuhaf harekatlar yapıyordu. Bazen olmadık şeylere kahkahalarla gülüyor. Bazen de olabildiğince durgunlaşıyor, bazen de nedensiz olarak hüngür hüngür ağlıyordu. Hatice öğretmen bu duruma bir anlam veremiyordu.
Aklından zoru var desem, kesinlikle öyle bir şeyi yok. Oldukça akıllı ve de yetenekli bir insan. Eşine bu değişikliklerin nedenini sorduğunda,
Ben oldum olası tuhaflıkları olan bir insanım. Bazen ağlanacak şeylere gülerim. Bazen de gülünmesi gereken yerde ağlarım. Bu bir yaradılış sorunu. Sen benim bu tuhaflıklarıma aldırma derdi.
Yazın nasıl geçtiğini anlayamadılar. Evlenirken yaz aylarında Marmaris veya Bodrum’da balayı yapmaya karar verdiklerini unutmuşlardı. Zira onları daha büyük bir mutluluk bekliyordu. Bebekleri. Zaman ne de hızla akıp gidiyordu. Doğum yaklaştıkça telaşları arttı. Bir kızları olacaktı. Bebek karyolası, bebek yatağı, bebek cibinliği bebek giysileri, loğusalık hazırlıkları derken doğum saati geldi. Doğum kolay oldu. Doğumda hiçbir sorun yaşanılmadı. Kızlarının adını Görkem koydular. Zira kızımız çok güzel olacak. Annesinin güzelliği, babasının yakışıklılığı tümüyle onda toplanacak diyorlardı.
***
Servet bey atölyesinde çalışırken bir anda atölyesinin polislerle dolduğunu görünce hiç şaşırmadı. O bir gün uyuşturucu ticareti yaptığının öğrenileceğini ve yıllarca hapiste yatacağını biliyordu. O bir uyuşturucu tiryakisiydi. Ne ressamlık, ne de tabela işlerinin kazancı kullandığı uyuşturucuyu almaya yetmiyordu. Yıllar önce kullanmaya başladığı uyuşturucuya bağımlılığı giderek artıyordu. Daha çok, daha çok uyuşturucu satın alması gerekiyordu. Bir gün, kendisine uyuşturucu sağlayan Kirli Ali adlı kişi,
Patronum seninle tanışmak istiyor dedi.
Ne yapacakmış beni?
Sana çok para sağlayacak bir önerisi olacak. Akıllı ol, sakın bu fırsatı kaçırma.
Nerede bulacağım patronu.
Mezarlık Başında Çalgıcılar kahvehanesinde.
Nasıl tanıyacağım onu?
O seni tanıyor. Eğer o anda yanına gelip kendisini tanıtmazsa, biraz bekle.
Tamam beklerim diyerek Mezarlık Başına doğru yürüdü. Kahvehaneye girdiğinde kendisini ufak tefek bir adam karşıladı.
Benimle gel diyerek beraberce kahvehaneden çıktılar. Dar bir caddeden sonra bir ara sokağa girdiler. Pek dikkat çekmeyen bir evin kapısı önünde durdular. Ufak tefek adam kapı ziline iki kez uzun, üç kez de kısa kısa bastı. Kapı açıldı. İçeri girdiler. İyi döşenmiş bir odada iyi giyimli biri oturuyordu. Ayağa kalkıp gelenleri karşıladı. Kendisini getiren adam izin isteyerek ayrıldı. İyi giyimli adamla baş başa kalmışlardı.
Buraya sizi neden çağırdığımı biliyor musun?
Hayır efendim bilmiyorum.
Sana çok, ama aklının alamayacağı kadar çok para getirecek bir iş teklif edeceğim.
Nedir efendim bu teklif edeceğiniz iş?
Siz uyuşturucu bağımlısısınız. Uyuşturucuyu yeteri kadar alabilmek için çok para gerekir.
Evet efendim. Bu yüzden zaman zaman yeteri kadar alamıyorum ve krize giriyorum.
Bu işe başladın mı, dilediğin kadar uyuşturucu alabilir ve krallar gibi yaşarsın.
Yapacağım iş nedir efendim.
Kuryelik. Sen ressamsın. Bu titrin senin rahat çalışmanı sağlar. Senden kimse şüphelenmez. Haftada iki gün belirtilen yerden aldığın uyuşturucuyu alıcıya teslim edeceksin. Dikkatli olursan bu işin hiçbir riski yok.
Bu işin çok riskli olduğunu biliyorum. Yakalanırsam geleceğimin sonu olur. Ömrümün kalan bölümü ceza evinde geçer.
Bol para kazanmak her zaman risklidir. Kazanmak için riski göze alacaksın. Bir aksilik olur yakalanırsan, cezaevinde kaldığın sürece gereken her türlü yardım yapılacaktır. Ne diyorsun? Anlaştık mı?
Anlaşmaktan başka bir umarım yok ki.
Tamam öyleyse yarın sana son anda bildireceğimiz bir yolcu otobüsüne bineceksin. Otobüs muavininin vereceği koliyle Kemalpaşa’da inip bir taksi kiralayacaksın. Malı vereceğimiz adrese teslim edeceksin.
Ne yapacağımı hemen bildirseniz olmaz mı?
Hayır bu bir güven sorunu değil, risklere karşı bir önlemdir.
Anlıyorum efendim.
***
Sabah erkenden garajdan bineceği otobüsün firma adı ile plaka numarasını bildirdiler. Sessizce evden çıkıp otobüs garajına gitti. Şehirler arası otobüs terminalinde peronlarda adı verilen otobüs firmasının peronunu buldu ve beklemeye başladı. Ankara’ya gidecek otobüs perona yanaşınca hemen binip beklemeye başladı. Muavin yanına gelip bilet alıp almadığını sordu.
Bilete gerek yok Kemalpaşa’da ineceğim dedi.
Ressam Servet bey siz misiniz?
Evet benim.
Bundan böyle aramızdaki kod adınız Entel olacak. Kurye kayıtlarında adınız bu adla yazılacak. Bu bir güvenlik önlemidir. Kolinizi getireyim diyerek ayrıldı. Az sonra orta boy bir koliyle geri döndü.
Sizi Kemalpaşa kontenjanı olan bu koltuklara alayım. Böylece Kemalpaşa’ya kadar yalnız ve rahat gidersiniz. Muavinin gösterdiği koltuğa oturup, koliyi boş koltuğa koydu. Kemalpaşa’nın girişinde duran otobüsten inip taksi durağına gitti. Bir taksiye binip İzmir’e geri döndü. Konak’ta indi. Oradaki duraktan başka bir arabaya binip gideceği adresi verdi. Adresteki yere vardıklarında,
Biraz bekler misiniz diyerek önünde durdukları evin kapısının zilini verilen parolaya uygun bir şekilde çaldı. Açılan kapıdan girip koliyi teslim etti. Koliyi alana,
Malı teslim ettiğime dair belge vermeyecek misiniz diye sordu?
Hayır, ne kuryeliğin, ne de rüşvetin belgesi olmaz. Burada kurallar namlunun ucunda yazar. Yamuk yapan bedelini canıyla öder. Şunu da cebine koy. Dikkat et kimse çakmasın. Teşekkür ederek ayrıldı. Kapının önünde beklemekte olan taksiye binip,
Otobüs terminaline dedi. Terminalde kasabasının otobüsüne bindi.
Otobüsten indikten sonra atölyesinin arkasındaki zulaya geçti. Cebindeki paketi çıkarıp açtı. Yeni bir enjektör alıp şırıngasına yeteri kadar çekti. Krizin başlamasına az kaldığından elleri titriyordu. İğneyi güçlükle koluna soktu. Eroin damarına boşalırken hayat sanki yeniden başlıyordu.
Kuryelik fazla sürmedi. Bu kadar yeter dediler. Dilersen bundan böyle ayak üstü satışı yaparsın. Yani tiryakilere birebir satış yaparsın. Yakalansan da cezası az olur. Bu uyuşturucu denilen illet kanına girmişti bir kere. Uyuşturucu almadan artık yaşayamazdı. Kendisine verilen paranın tamamına yakınını esrar, eroin ve kokaine yatırdı. Uyuşturucu kullananların çoğunu tanıyordu. Gereksinimi olanlar, dükkanına gelip malı sağlayabiliyorlardı. Geliri çok iyiydi ama nereye kadar. Bu işin kokusu elbette bir gün çıkacaktı. Polisleri karşısında görünce hiç şaşırmadı. Polisler alıp götürürken yüzünü saklamaya gerek bile görmedi. Kim bilir kaç yıl yatacaktı. Belki de bu kente bir daha hiç dönmeyecekti. Kızı geldi aklına. Büyük bir pişmanlık çöktü içine. Gözlerinden sel gibi yaşlar boşaldı. Ağladığını gören bir narkotik polisi ensesine okkalı bir tokat aşketti. Tokadın etkisiyle sendeledi ama düşmedi. Niye vuruyorsun diye soramadı. Biliyordu. Bu bir başlangıçtı. Bu ensede kim bilir daha nice tokatlar patlayacaktı.
Sorgulama odasında
Söyle bakalım Entel bey , uyuşturucuyu kimden ya da kimlerden alıyorsun.
Bilmiyorum.
Ne yani bu iş yerinde bulduğumuz eroinler, esrarlar ve kokainler gökten zembille mi indi. Yoksa biri getirip sen görmeden zulaya mı yerleştirdi?
Bilmiyorum. Biri gelip elini tutup ceketinin kolunu yukarı doğru sıvadı. İğne izlerini göstererek,
Bunlar ne ulan, arı sokması mı?
Bilmiyorum. İri bir polisin tokatı ensesinde bomba gibi patladı. Tokatın etkisiyle neredeyse bayılacaktı. Kendini toparladığında bildiği her şeyi anlattı. Girdiği bu batağa kendisini kimlerin sürüklediğini, kimlere kuryelik yaptığını tümüyle anlattı. Polis verdiği adrese hemen baskın yaptıysa da hiç bir bulguya rastlayamadılar. Zira kuryeye işi bıraktırdıklarında karargah hemen değiştirilmişti.
Mahkemesi uzun sürmedi. On yıl sekiz ay yirmi üç günlük cezaya itiraz bile etmedi. Zira cezaevinde yattığı günlerde çarıklı hukukçulardan çok ders almıştı.
Sakın verilen kararı temyize gönderme. Cezanı mutlaka arttırırlar demişlerdi.
***
Karısının boşanmak için açtığı davaya itiraz etmedi. Aldığı ceza nedeniyle onca yıl hapis yatarken karısına boşanmayalım, beni bekle diyemezdi. Tek celsede boşandılar. Hapisten çıktığında kızının gelinlik kız olacağını düşündü. Yüreğine çöken acı yüzünden günlerce durmadan ağladı. Uyuşturucu krizleri yüzünden sık sık hastaneye kaldırılıyordu. Yemeden içmeden kesildi. Çok zayıf düşmüştü. Girdiği uyuşturucu krizinde yaşamını yitirdi.
Hatice öğretmen eşinin ceza evinde öldüğünü öğrendiğinde hiçbir tepki göstermedi.
İyi oldu dedi. İnsanları zehirleyen bir pislik temizlendi.
***
Küçük Görkem sinemaya gidelim diye tutturdu.
Anneciğim ne olur sinemaya götür beni. Ayşecik oynuyormuş. Ben Ayşeciği çok seviyorum.
Tabi kızım, Ayşeciğin filmlerini ben de seviyorum.
Babam da gelecek mi anne?
Hayır kızım gelemeyecek.
Neden gelemeyecek anne?
O öldü kızım.
Ölmek ne demek anne?
Nasıl anlatayım sana be kızım? Daha çok küçüksün. Ölümün ne olduğunu anlayamazsın ki.
Anlat anneciğim ben anlarım.
Bak kızım, Ölüm bir son demektir. Tüm canlılar doğarlar. Belirli bir yaşam süreçleri vardır. Cinslerine göre kimi daha uzun, kimi daha kısa yaşarlar. Bazı hastalıklar vardır. Canlıların ömürlerini olabildiğince kısaltırlar. Her canlı bitmeyen bir ömre sahip değildir. Her canlının sonu mutlaka ölümle noktalanır.
Babam da hastalandığı için mi öldü anne?
Evet kızım.
Ben hiç hastalanmayacağım anne. Sen de hastalanma emi.
Tabi kızım, akıllı çocuklar beslenmelerine dikkat ederler. Yemeklerini zamanında yiyerek sağlıklı yaşarlar. Doktorunun verdiği ilaçları içerler, aşı olmaktan korkup kaçmazlar. Hadi bakalım. Sinemaya geç kalmayalım. Hazırlanalım ve gidelim.
Sinema Ayşecik severlerle tıklım tıklım dolmuştu. Güçlükle oturabilecekleri bir yer buldular. Film hemen başladı. Antrakta yan taraflarında oturan Nevzat’ı görünce içi burkuldu. Evlendi mi acaba diye düşündü. Mutlaka evlenmiştir. Onu kırdığının üzerinden kaç yıl geçmişti. O belki de beni unutmuştur. Unutsa da haklı değil mi? Keşke onu kırmasaydım ve evlenseydim onunla. Böylece o Ressam Servet denilen pisliği hiç tanımayacaktım. Hayatımı mahvetti ahlaksız. Gül gibi kızımın da baba hasretiyle yanıp tutuşmasına neden oldu.
Filmin ikinci bölümünü doğru dürüst izleyemedi. Kafasına Nevzat takılmıştı bir kere. Ne yapsa söküp atamıyordu. Çıkışta bir rastlantı sonucu muydu, yoksa isteyerek mi olmuştu bilmiyordu. Bildiği tek şey Nevzat’ın yanı başında olduğuydu. Nevzat’ın sesiyle irkildi.
Hatice hanım kızınız ne kadar büyümüş.
Evet amcası, baksana kocaman kız oldu.
Eşinizi yitirmişsiniz, başınız sağ olsun.
Dostlar sağ olsun.
Annesiz çocuk büyütüyorum. Acısını bana sorun. Kızınız içinde aynı şey geçerli. Benim babam yok mu? Benim babam hiç olmayacak mı diye sorduğunda nasıl da burkulur insanın içi. Daha küçük. Belki henüz babasızlığın acısını bilmiyordur.
Yok, yok biliyor ve her zaman soruyor.
İşiniz çok zor Hatice hanım. Şu an geçmişi düşünüyorum. Keşke o gün bana öyle kırıcı davranmasaydınız. Kızım özlemini çektiği annesine kavuşurdu. Bu güzel yavru da babasızlığın acısını tatmazdı. Gerçi yazılan ne ise o olur. Kaderin çizdiği yol acımasızdır. Sürüklenir gidersin kaderinin peşinden. Elinden hiçbir şey gelmez sanırsın. Oysa her umarsızlığın bir umarı vardır. Yeter ki akıl ve mantık hakim olsun.
Evet Nevzat bey çok haklısın.
Önümüzdeki günlerde görüşebilir miyiz?
Bana kırgın değil misiniz?
O günler çok kırılmıştım sana. Oysa şimdi öyle düşünmüyorum. Çektiğin çileleri biliyorum. Pastanenin önüne geldiklerinde,
Hadi şurada bir şeyler yiyelim. Küçük hanıma dilediği kadar da çukulata alırız.
Dedi kodu olur diye korkmuyor musun?
Hayır niye korkayım?
Eşiniz duyarsa ne der.
Ne eşi? Evli değilim ki. O gün sana çok kırılmıştım. Bütün kadınlar aynısınız diyerek evlenmenin adını hiç anmadım. Buna neden belki de yüreğimin boş olmamasıydı. Pastaneye girip dip tarafta bir masaya oturdular. Tatlılarını yerlerken konuşmayı sürdürdüler.
Demek evlenmedin. Oysa ben evlendiğini sanıyordum. Yüreğim dolu olduğundan evlenmedim demiştin. Yüreğin kiminle dolu?
Seninle.
Nevzat bey ne diyorsunuz?. Kaç yıl geçti aradan. Halen unutmadın mı beni. Hem seninle öyle uzun uzun konuşmadık. Sadece üç beş kez selamlaşmıştık.
Seni ilk kez on kasımda Atamızı anma gününde yaptığın konuşma sırasında görüp tanımıştım. Konuşmandan çok etkilenmiştim. Güzelliğin değil de sesin yer etmişti belleğimde. Babanla konuştuktan sonra, hele okulun kapısı önünde mektubu verirken kızaran yüzünün güzelliğiyle yüreğimde öyle bir yer etmiştin ki söküp atmam olası değildi.
Anne bir şey sorabilir miyim?
Sor kızım.
Bu amca ne kadar iyi. Benim babam olsun mu? Hatice öğretmenin gözlerinden sel gibi yaş boşaldı. Diğer masalarda oturanlar görmesin diye başını iyice eğdi. Nevzat’ın elini tuttuğunu fark etti. İtiraz etmedi. Her şeyi oluruna bırakmakta kararlıydı. Nevzat kulağına eğilip, yavaş bir sesle,
Ben de kızının babası olmak istiyorum dedi. Kulaklarına inanamıyordu. Duydukları gerçek miydi? Yoksa bir düş müydü. Nevzat heyecanından olacak elini fazla sıkmıştı. Canı yanıyordu.
Ne olur elimi bırak canımı acıtıyorsun.
Özür dilerim. Farkında değildim. Yanıtını bekliyorum. Beni kızına baba olmaya layık görecek misin. Yüzü kızardı. Geçmişteki konuşma gelip usuna çöreklendi. Bir an yaptığı teklifin gerçek olmadığını, kendisinden intikam almak için yaptığını düşündü. Korkuyordu. Ya bu söyledikleri intikam almak içinse? Yıkılırdı. Perişan olurdu. Belki de yaşama küserdi. Güçlükle,
Gerçekten kızımın babası olmak istiyor musun?
Elbette gerçekten istiyorum. Bu işin şakası olur mu?
Geçmişte seni çok kötü kırmıştım da?
Geçmişi unut sevgilim. Seni hep sevdim ve ölünceye kadar da seveceğim.
………..
Görkem konuşmaları dikkatle dinliyor ama bir anlam çıkaramıyordu. Annesi niye ağlıyordu. Bu amca annesinin kulağına neler söylemişti de annesinin ağlamasına neden olmuştu. Yoksa bu amca kötü bir amca mıydı. Eğer öyleyse onun aldığı çukulataların hiç birini yemeyecekti. Tüm dikkatiyle yavaş sesle konuşulanları duymaya ve anlamaya çalışıyordu.
Hadi sevgilim. Senden yanıt bekliyorum. Eğer beni kızının babalığına kabul ediyorsan nikah işlemlerine yarın başlarız.
Yarın mı? Bu kadar çabuk mu?
Tam altı yıl beklettin beni. Yetmedi mi?
Haklısın. Eğer teklifinde gerçekten ciddiysen nikah işlemlerine hemen başlaya bilirsin.
Nüfus kağıdın yanında mı?
Evet.
Verir misin?
Gerçekten istiyor musun?
İnanmam için ne yapmamı bekliyorsun. Yıldızları gök yüzünden tek tek toplayıp kucağına dizmemi mi? Yoksa Ferhat gibi dağları delmemi mi? Söyle. İnandırmak için söyleyeceklerinin tümünü yapayım.
Çok romantiksin ve de çok iyisin. Çantasını açıp nüfus kağıdını çıkarıp Nevzat’a uzattı ve
Ömür boyu beraber ve mutlu olmamız dileğiyle veriyorum. Dileğim bu iyi halinden bir gün pişman olmayasın.
Pişmanlık mı? Sevdiği kadına kavuşmaktan kim pişmanlık duymuş ki ben duyayım. İnan sevgilim. Ömür boyu beraber ve mutlu olacağız.
Ben de aynı şeyleri diliyorum sevgilim. Kızıma bu güzel müjdeyi verebilir miyim?
Elbette sevgilim.
Görkemciğim. Deminden beri bizi dikkatle dinlediğini, konuştuklarımızdan bir şeyler anlamaya çalıştığının farkındayım. Bu amca bundan böyle amca değil kızım. Çok yakında senin baban olacak kızım.
Ona baba diyebilir miyim anneciğim.
Elbette kızım. Küçük kız Nevzat’ın elini tuttu.
Amcacığım, sana artık baba diyebilir miyim?
Tabi ki baba diyeceksin kızım.
Çok teşekkür ederim babacığım. Kızın bu içtenliği ikisini de oldukça duygulandırmıştı. Hatice öğretmen yine ağlıyordu. Bu kez gözlerinden dökülenler sevinç ve mutluluk göz yaşlarıydı.
***
Nevzat mahkemeden iki günde yıldırım nikahı kararı çıkardı. İki gün içerisinde evlendiler. Tüm acı günler geri de kalmıştı. Küçük kız yeni babasını sevdiği kadar, Nevzat’ın kızı da ilk defa bir anneye kavuşmanın sevincini yaşıyordu. Yaşam bu haliyle çok daha güzeldi. Hatice onca mutluluğuna rağmen Nevzat’ı kırdığı o günün acısını bir türlü unutamıyordu. Kendisini bu güzel günlere kavuşturan bu iyi insanı nasıl da acımasızca kırdığı aklına geldikçe kahroluyordu.
Özcan NEVRES
- Tükeniş - Haziran 24, 2016
- İnönü Krom Satmış - Haziran 24, 2016
- Konu Taksim Meydanı Olunca - Haziran 24, 2016