Günümüzde beslenme hormonlu gıdalar yüzünden çok önemli bir konuma geldi. Her ne kadar bazı satıcılar ürünlerimiz hormonsuz diyorlarsa da ne kadar güvenli olduğunu bilen yok. Bu nedenle bazı sebzeleri evimiz bahçesinde yetiştirmeye çalışıyorum.
Okumaya devam et “Günümüzde Beslenmenin Önemi”Seçime Gün Sayarken
Menemen’de Halkçı Parti ilçe başkanıyken ilçe merkezimize gelen kim olursa olsun, yönetimdeki arkadaşlarımla hatırını sorar, ikramımızı yaptıktan sonra gelişinin nedenini sorar, partiye kayıt olmak isterse kaydını yapardık. Kayıt için değil de her hangi bir konuda yardım istiyorsa elimizden geleni yapardık.
Okumaya devam et “Seçime Gün Sayarken”Ecevit’in Kemiklerini Sızlatanlar
Yaşı seksene dayanmış biri olarak yakın sayılacak tarihin canlı tanığıyım. Bu tanık olduğum olayları değerli okuyucularıma sunmayı bir görev sayıyorum. Yıl bin dokuz yüz elli beş. Yavru vatan Kıbrıs’ta gelişmekte olan olaylar yüzünden bize verilen gaz yüzünden sokaklara dökülmüş Kıbrıs bizim diye aylarca haykırmıştık. İzmir’de Kıbrıs için düzenlenen mitinge en az elli bin kişi katılmıştık.
Okumaya devam et “Ecevit’in Kemiklerini Sızlatanlar”Yalancılar Ve Saygısızlar
Yıllardan beri Demokrat Parti kökenlilerin sığındıkları tek liman yalancılık limanıdır. Seçim propagandalarında hep CHP’nin halka ekmeği karne ile yedirmesini kullanırlar. İkinci Dünya Savaşı patladığında dönemin cumhurbaşkanı askeri deha İsmet İnönü savaşın on yıl süreceğini hesap etmiş ve ülke insanını sıkıntıya sokmamak için çok önemli ekonomik önlemler aldırtmıştı.
Okumaya devam et “Yalancılar Ve Saygısızlar”Türedi Siyasetçiler
Seçime üç ay kala partilerin aday adayları gün ışığına çıkmaya başladı. İçlerinde öyleleri var ki, bu güne dek adı sanı duyulmamış. Bu kişilere bir önerim olacak. Önce aday olduğunuz bölgenin tüm istediklerini not edin. Gerçi artık köy kalmadı. Tümünün adı mahalle oldu.
Okumaya devam et “Türedi Siyasetçiler”Vefa Duygusu
İnsanı insan yapan vefa duygusudur. Hayvanlarda vefa duygusu yoktur. İç güdüsel olarak sadakat vardır ama bunu vefa duygusuyla karıştırmamak gerekir. Örneğin insan yaşadığı sürece çocuklarına kol kanat olur. Çocuklar da bakıma muhtaç olan annesine ve babasına hiç yerinmeden bakar.
Okumaya devam et “Vefa Duygusu”Aklın Durduğu Yerde
Geçmişte PKK bitme noktasına gelmişti. Zira o dönemde devlet güçlüydü. Abdullah Öcalan’ı besleyen ve kollayan Suriye’ye karşı bir komutanımız Suriye’ye bir ihtarda bulunmuştu. Abdullah Öcalan’ı ülkenizden def etmezseniz, ben girip onu alacağım. Bunun sonucuna katlanacaksınız demişti. Suriye hemen Öcalan’ı sınır dışı etmişti.
Okumaya devam et “Aklın Durduğu Yerde”Nedir Bu Utanmazlık
Son günlerde Atatürk’e saldıranlar bununla yetinmeyip iğrençliklerini Kurtuluş Savaşımızın iki numaralı adamı, büyük kahraman ve askeri deha İsmet İnönü’ye yönlendirdiler. İsmet Paşaya çamur atanlar belli ki onun hakkında hiçbir şey okumamışlar ve hiçbir bilgiye sahip değiller.
Okumaya devam et “Nedir Bu Utanmazlık”Gündemdeki Önemli İki Konu
Gündemimizde çok önemli iki konu var. Birincisi Süleyman Şah türbesidir. İkincisi ise düşen iki jetimiz ve dört de değerli subaylarımızın şehit olmasıdır.
Okumaya devam et “Gündemdeki Önemli İki Konu”Üçüncü Hava Limanı
Yazdıklarından bilgili bir kişi olduğu belli olan biri, üçüncü hava limanının İstanbul üzerinde oluşacak olan kötü etkileri dile getirmiş. Üstelik seçilen yerde yapılacak olan hava alanında sert esen kuzey rüzgârları yüzünden en az yüz yirmi gün bu hava alanında iniş ve kalkış yapılamayacağını yazıyor.
Okumaya devam et “Üçüncü Hava Limanı”Özgecan Fırtınası
Güzeller güzeli, geleceğine güvenle bakan ve kendisine sağlam bir gelecek kazanmak için üniversite eğitimini başarı ile sürdüren Özgecan adlı kızımız insan kılıklı üç yaratık tarafından katledildi. Kaçınılmaz sonun gereği bugün toprağa verildi.
Okumaya devam et “Özgecan Fırtınası”Yüreği Yananlar
İdam cezası geriye dönüşü olmayan ağır bir cezadır. Geçmişte insani duygularla idam cezasının kaldırılmasını isteyenlerdendim ama zamanla gelişen olaylar karşısında kaldırılmış olan idam cezasının tekrar uygulanmasını isteyenlerdenim.
Okumaya devam et “Yüreği Yananlar”AKP de Değişim Rüzgarları
AKP de Değişim Rüzgârları
AKP de değişim rüzgârları esmeye başladı. Buna AKP de çatlama mı var diyebiliriz? Bakınız başbakan Davutoğlu partisinin Tekirdağ kongresinde neler söylüyor. Türkiye Cumhuriyeti konjonktürel bir devlet değildir. Yüzyıllar öncesine dayanan köklü bir devlettir. Kökünde Selçuklu, orta Asya ve cihan devleti Osmanlı vardır. Sanki o resmi dairelerden TC yi çıkaran partinin üyesi değilmiş gibi davranıyor. Bu sözleriyle AKP yöneticilerine ters düşmüş olmuyor mu? Bu şekilde davranarak Cumhurbaşkanının vesayetinden kurtulma sinyalleri veriyor olabilir mi? ANAP ta Turgut Özal sonrasında yaşananları biliyoruz. Parti çok hızlı küçülmüş ve sonunda siyaset sahnesinden silinmişti. Bakalım AKP için tarih tekerrür edecek mi?
Yüce divan oylamasında AKP çok önemli fire verdi. Muhalefet biraz daha iyi çalışsaydı sonuç daha başka olurdu. Şimdi de AKP liler evet oyu verenleri hain ilan etmemekle kalmıyor. Evet oyunu verenlerin kimler olduğunu tespit etmeye çalışıyorlar. Evet oyu verenler tespit edildiğinde fırtına o zaman kopacak. Aramızdaki hainler kim diye kendilerinden başkalarına şüphe ile bakanlar, evetçiler belli olduğunda oklarını o kişilere çevirecekler. Evetçiler için AKP den bir daha seçilmek ise hayal bile edilemez. AKP de barınmalarından bile söz edilemez.
İstiklal caddesinde Cumhuriyet gazetesine yapılan baskıları protesto amacıyla Cumhuriyet gazetesi dağıtan elli kişilik bir grup olaysız olarak dağıldı. Her zaman tarih tekerrürden ibarettir diye yazarım. Bu olay bana elli beş yıl öncesini anımsattı. Bin dokuz yüz atmış yılında CHP gençlik kolu yöneticisiydim. Oldukça fanatik bir partiliydim. O yıl Ege bölgesinde yayın yapan Demokrat İzmir gazetesi için çok sık toplatma kararı çıkarılıyordu. Menemen’de gazeteler bayide satıldığı gibi gazeteleri seyyar satan Ragıp ağabeyimiz vardı. Ona ve bayiye Demokrat İzmir gazetesine toplatma kararı çıktığında hepsini bana gönderin ve parasını alın demiştim. Öyle de oldu. Bana getirilen gazetelerin parasını ödüyor ve sonra da Güvendiğim müşterilerimle ve tanıdıklarımla köylere gönderiyordum. Bunu bilen koyu demokrat partililer öfkelerinden delirseler de bana diş geçiremiyorlardı. Yirmi altı mayıs bin dokuz yüz atmışta telsiz imal ettiğime ve casusluk yaptığıma dair bir ihbarda bulundular. PTT müdürü iyi görüştüğüm bir ağabeyim idi. Yanıma geldiğinde çok heyecanlıydı. Hakkında bir ihbar var. Bana inandırıcı gelmedi ama yine de elinde yayın yapmaya elverişli bir cihaz varsa onu hemen yok et dedi. Elimde radyo ayarlarında kullanmakta olduğum bir asilatör cihazı vardı. O cihaza pikap girişi yaparak yaklaşık yüz metre mesafeye kadar komşularımın plaklarımdan müzik dinlemelerini sağlıyordum. Bu cihazla değil casusluk yapmak, mikrofon takıp konuşmak bile mümkün değildi. Hemen pikap girişini iptal ettim ve beni ne zaman tutuklamaya gelecekler diye beklemeye başladım. Ertesi gün sabah erken saatte kapım çalındığında işte dedim tutuklamaya geldiler. Kapıyı araladığımda karşımda dükkân komşumun torunu vardı. CHP İlçe Başkanı bir radyo istiyor dedi. Hayrola darbe mi oldu diye sorduğumda evet dedi. Bu benim için çifte kurtuluştu.
O yıllarda haberleşmek için telsiz kullanmak yasaktı ve cezası en az yedi yıl idi. Günümüzde meslektaşım olanlar bile bilmezler. Geçmişte reaksiyonlu radyolar vardı. O radyolara mikrofon takıp yayın yapılabiliyordu. Yasak olduğu için radyo sahipleri radyolarını hurdaya çıkararak yok etmişlerdi. Meslek hayatımda bu radyolardan tamir için getirilen olmamıştı. Günümüzde telsiz kullanımı ile ilgili hiçbir yasak kalmadı. Kırk kilometre menzilli telsiz kullanmak için izin almaya bile gerek kalmadı.
Özcan Nevres ozcan.nevres@gmail.com
Fazilet Mücadelesi
Fazilet Mücadelesi
Birleşik Amerika’nın suikasta kurban giden eski devlet başkanı Kenedi’nin yazdığı Fazilet Mücadelesi adında küçücük bir kitabı vardır. Bu kitapta Amerika için çok önemli olan bir olay anlatılmaktadır. Amerika senatosunda devlet başkanı için bir güvensizlik önergesi verilmişti. Önergeyi verenlerin amacı devlet başkanını görevinden düşürmekti. Düşürülmesini isteyenlerle istemeyenlerin oyları eşitti. Devlet başkanının geleceği senatonun en genç üyesinin vereceği oya bağlıydı. Genç senatör nefeslerin kesildiği tüm senatörlerin merakla beklediği anda oyunu ret olarak kullanması devlet başkanını düşmekten kurtarmıştı. Genç senatör ret oyu vermesinin nedenini şöyle açıklamıştı. Eğer devlet başkanı düşürülecek olursa bu bir alışkanlığa neden olur. Bu da ülkemiz için hayırlı olmazdı. Bu düşünceyle ret oyu verdim demişti. Oysa o genç senatöre ret oyu vermesi için nice vaatlerde bulunulmuştu. O vicdanının sesini dinleyerek oyunu kullanmıştı. Dünkü yüce divan oylamasında aklıma bu öykü gelmişti. Bu oylamada faziletin kaybedeceği kesindi ama yine de içimde umut vardı. Aklıselim hakim olur ve yüce divan oylamasında kabul oyu verenler kazanırsa, meclis tarihinde temiz bir sayfa açılır ve bir daha hiçbir milletvekilinin adı yolsuzluklara karışmaz diye umut ediyordum. Ne yazık ki umutlarımıza yine kar yağdı.
Her insanın eleştiri yapmaya hakkı vardır. Bu oylamada oklar yoğun olarak ret oyu verenlere değil de Anadolu partisinin kurucusu Emine Ülker Tarhan’a yönlendirildi. Anadolu partisinin sözcüleri her ne kadar Emine Ülker Tarhan’ın tansiyon sorunu nedeniyle o önemli oylamaya katılmadığını açıklasalar da inandırıcı bulunmadı. Usta bir siyasetçi bu önemli oylamaya katılmamakla en ağır eleştirilere muhatap olacağını bilirdi ve bu hatayı yapmazdı. Yaşı elliyi aşan herkeste tansiyon hastalığı olabilir. Tansiyonu dengeleyen birçok ilaç vardır. Şüphesiz Emine Hanım bu önemli oylamaya katılmaya kesin kararlı olsaydı, ilacını alır ve oylamaya katılırdı. Katılmaması ilerlediği yolda engellerle karşılaşmasına, sağlamış olduğu güvenin yıkılmasına neden olacaktır. Nitekim İnternet’te bu konuda ağır eleştiriler almaktadır.
Yenigün gazetesinin sahibi Sayın Nurettin Girgin her gün köşe yazısı yazmamı istemektedir. Ben de isterdim ama başımda yaşlılık denilen bir felaket var. Bu gün İnternet’te halimi anlatan ve beni çok güldüren bir fıkra vardı. Temel ile Dursun yolda karşılaşırlar. Hal hatır sorulduğunda Temel ayaklarım ağrıyor, dizlerim ağrıyor, anlaşılacağı gibi perişan durumdayım diyor ve soruyor sen nasılsın diye. Dursun çok iyiyim. Anamdan yeni doğmuş gibiyim. Başımda saçım yok. Ağzımda dişim yok. Altıma yapıyorum haberim yok diyor. Halime çok şükür. Her ne kadar Temel ile aynı dertleri paylaşıyorsam da Dursun’un son dediği durumda değilim. Buna rağmen eskisi gibi bilgisayarın başına oturup uzun süre yazamıyorum. Günümüzde salgın durumda olan üşütme hastalığı yüzünden günün büyük bir bölümünü yatakta geçiriyorum. Doktorumun eğer kendini korumazsan hastalığın bronşite döner, bizi uğraştırırsın uyarısına uymak zorundayım. Yaş yetmiş iş bitmiş derler. Bende yaş seksen olmasına rağmen kimseden destek almadan ayakta kalmayı başarıyorum. İyi kötü yazmayı sürdürebiliyorum. Bu da mutlu olmama yetiyor.
Özcan nevres
Ey Atatürk Düşmanları
Ey Atatürk Düşmanları
Size sorsalar hayvanlarla insanları birbirinden ayıran olgu nedir diye? Vereceğiniz yanıtı adım gibi net olarak biliyorum. İnsanın aklı diyeceksiniz. Oysa akıl insanlarda olduğu gibi tüm hayvanlarda da var. Peki, insanları hayvanlardan ayıran olgu nedir? İşte yanıtı. VEFA DUYGUSU. İnsan eğer gerçek anlamda insan ise annesine ve babasına ölünceye kadar bakar ve onların eksiksiz yaşamalarını sağlar. Hayvanlarda vefa duygusu olmadığı için yeme düştükten sonra yani yiyeceğini kendi sağlamaya başladıktan sonra birbirlerine yiyeceklerine ortak etmezler. Yiyeceklerini kaptırmamak uğruna ölümüne dövüşebilirler. İşte hayvanları insanlardan ayıran olgu budur. İnsan anne ve babasına, ölünceye kadar her şeyini ortak eder. Hayvanlar ise hiçbir şeylerini ortak etmezler.
Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’e saldıranlar vefa duygusundan yoksun zavallı insancıklardır. Onlar için Atatürk din düşmanıydı. Atatürk’e düşmanlıklarının tek dayanakları işte bu safsatadır. Oysa düşünme ve vefa duygusuna sahip olsalardı, Atatürk’e minnet duyarlardı. Eğer Atatürk ve arkadaşları Kurtuluş Savaşı destanını yaratmamış olsalardı. Bu gün minarelerden duydukları ezan seslerini değil, çan seslerini duyacaklardı.
Ben her şeyden önce insan olmam ile övünürüm. Zira bende yeteri kadar vefa duygusu vardır. Ben yalnızca büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’e vefa duymam. Ben Kurtuluş savaşının tüm kahramanlarına ve Kurtuluş Savaşını ilk kurşun ile tetikleyen ve kurtuluşa ışık olan gazeteci Hasan Tahsin’e yani Giritli Osman Nevres’e minnet duyuyorum.
Gözleri dinden başka hiçbir gerçeği göremeyenlerin bilmeleri gereken Kurtuluş Savaşında yaşananlardır. Gaziantep’te Fransız işgaline karşı yokluklar ve yoksulluklar içinde ölümüne mücadele edilirken Ege’de de efeler çeteleriyle Yunalı işgalcilere ağır kayıplar verdirmişlerdir. Söke çevresinde iki yüz kişilik kızanlarıyla işgalcilere kan kusturan Halazari (Bozguncu) Cafer efe, Demirci Mehmet Efe, Yörük Ali Efe, Fodulaki Mustafa Efe, Koca Veli Efe, Bombacı Ali Çavuş ve daha niceleri Kurtuluş Savaşına kan verenler olarak vefa duygusuyla anılmamaları olası mı? Başta Atatürk olmak üzere Kurtuluş Savaşına kan verenleri ihanetle suçlayan ve savaşı kaybetmeleri için fetva üstüne fetva yayınlayan padişah yanlıları, halen bu ihanetlerini sürdürmektedirler. Ar damarları çatlamış olan bu yobazlar söylemlerini Kurtuluş savaşı hiç olmadı ki diyebilecek kadar saptırıyorlar. Böyle bir kafaya sahip olanlar şunu iyi bilmelidirler. Güneş balçıkla sıvanmaz. Siz ne kadar yadsısanız da bu savaş tüm olumsuzluklara karşın büyük bir zaferle kazanılmıştır.
Gerçek anlamda insan olan Kurtuluş Savaşına can ve kan verenlere minnet duyar. Onların bu büyük başarılarını yadsımaz. Gurur duyar.
Özcan Nevres ozcan.nevres@gmail.com
Eski Politikacılar
Eski Politikacılar
Geçmişte başbakanlık, başbakan yardımcılığı ve milletvekilliği yapmış üç yüze yakın bilge ve değerli insanımız ülkemizdeki kötü gidişe dur demek için siyaset arenasına girme kararı aldılar. Öyle insanlar ki geçmişte birbirlerine olabildiğince zıt kişilerdi. Ülkenin nereye götürülmek istendiğinin bilincinde olduklarından geçmişi yok sayarak ortak mücadele kararı aldılar. Üstelik bu insanlar AKP nin akil insanları gibi aylık olarak kırk beş bin lira almayacaklar. Aksine harcamaları kendi ceplerinden ödeyecekler. İlk anda göze batanlar ise Hüsamettin Cindoruk, Ufuk Söylemez, Rifat Serdaroğlu ve Mesut Yılmaz oldu. İçin de yaşamakta olduğumuz koşullar yüzünden bir araya gelmeleri gerekliydi. Gerekeni yaptılar. İnşallah bu kararları kalıcı olur ve meydanlara inerek halka gidişatın ne kadar kötü olduğunu gerektiği şekilde anlatırlar.
Basın hürriyetinden söz edenler Cumhuriyet gazetesine yapılan baskına, yandaş yazarlar, yandaşlıklarının gerektirdiği gibi tepkilerini dile getiriyorlar. Oysa hür olan basın dilediğini yazar. Yazılanları beğenmeyenler ise o gazeteleri alıp okumazlar. Gazetecileri linç etme hakkına hiç kimse sahip değildir. Gerçi Cumhuriyet gazetesi bu tür tepkilere bin dokuz yüz atmış dokuz yılından beri alışıktır. Zira Cumhuriyet gazetesi o günden bu yana hep aynı çizgi üzerinde yürümüştür. AKP yöneticilerinin allayıp pulladığı Demokrat Parti döneminde basın en büyük darbeyi yemişti. Hele bir Pulyam davası vardı ki evlere şenlik. Bir Amerikan dergisinde yayınlanmış olan Pulyam imzalı bir yazıyı sayfalarına alıp yayınlayan gazetelerin sorumlu müdürleri ortalama yedi buçuk yıl ceza almışlardı. Bu yazıyı yayınlayan Cumhuriyet ve Demokrat İzmir gazetelerinin sorumluları ise hukuk danışmanları Profesör Muammer Aksoy sayesinde yayınladıkları yazı yüzünden ceza almadan kurtulmuşlardı. Hükümet bu yazıya yayın yasağı koymuştu. Yasağı ihlal edenler ceza almışlardı. Söz konusu gazeteler yayınladıkları yazıya küçücük bir not koymuşlardı. Bu yazı Amerika’nın şu isimli dergisinden iktibas edilmiştir (derginin adını anımsayamadın) Profesör Muammer Aksoy mahkemedeki savunmasında biz bu yazıyı yayınlamadık. İktibas ettik. Yani kopyaladık diyerek iki gazetenin de yöneticilerinin beraat etmelerini sağlamıştı.
Başta ABD olmak üzere sanayi devi olmuş olan ülkeler küresel iklim değişikliklerine neden olmuş olan hava kirliliğini önlemek amaçlı anlaşmalara sıcak bakmadıkları için bu çabalar işlerlik kazanamamıştır. Bu küresel iklim değişiklik yüzünden birçok ülkede soğuk ve sel felaketleri yaşanmaktadır. Küresel ısınmanın neden olduğu felaketleri önleme amaçlı anlaşmayı imzalamayı reddeden ülkelerde de yaşanılıyor olması o ülkelerin tavrında değişikliğe neden olmuyor. Davul zurna ile gelmekte olan felaketleri halen umursamıyorlar. Geçtiğimiz yıllarda kuraklık yurdumuzda büyük sıkıntılara neden olmuştu. Barajların tümünde tehlike çanları çalıyordu. Bu son yağmurlar birçok sel felaketine neden olsa da barajların tamamen dolması sevindirici oldu.
Kuraklık çekilen yıllarda yetkililer hemen yaygarayı koparırlar. Ülkemiz su fakiridir. Suyumuzu idareli kullanalım derler. Ben bu düşünceye ve söylenenlere katılmıyorum. Önemli olan suyu idareli kullanmak değil, suyu iyi depolamak ve iyi önlendirmektir. Son günlerde sellere neden olan yağmur sularının hiçbir işe yaramadan denizlere akıp gitmesi normal midir? Özellikle dağlarda yağan yağmurun suları hiçbir engele takılmadan denizlere akıp gitmektedir. Oysa o kuru derelere yağmur sularını tutacak bentler yapılmış olsa, o bentlerde toplanan sular yer altına kaçsalar bile, yer altı sularının zenginleşmesine büyük katkısı olur. Üstelik bentler toprak yığma olarak yapıla bildiğinden düşük maliyetlidir. Dahası bu bentlerin çevresinde yeşil kuşaklar oluşarak doğaya zenginlik kazandıracaktır.
Özcan Nevres ozcan.nevres@gmail.com
Torpilli Atamalar
Torpilli Atamalar
CHP milletvekili Sayın Haluk Koç AKP lilerin yaptıkları torpilli atamaları açıklamaya devam ediyor. İşin ilginç yanı bu atananların tamamı neredeyse hepsi müşavir adı altında atanmışlar. Peki, müşavirin anlamı nedir? Danışmanlıkla eş anlamlı kullanılsa da esas anlamı başvurulara yol göstermektir. Değerli okuyucularım gördünüz mü ne kadar önemli bir görev bu. Hemen, hemen her resmi ve gayri resmi dairelerde danışmanlık vardır. Bunlar diğer işçi ve memurların almış oldukları maaşı alırlar. Müşavirler ise kariyerlerine uygun oldukça dolgun maaş alırlar. Geçmişte bir ayyaşı bir resmi kuruma danışman olarak alacaklardı. Konu ile ilgili bir yazı yazmıştım. Bu kurumda bu kişiye neyi danışacaklar? İçkinin en güzel nasıl içileceğini mi? Şuna açıkça gereksiz işler danışmanı deseler daha uygun olmaz mı? Ne yazık ki ülkemizde birçok kurum uzman adıyla uzman olmayanlarla doldurulmuştur.
Bin dokuz yüz seksen üç yılında Menemen’de Halkçı Parti ilçe başkanıydım. O yıl Menemen ovası susuzluktan kavruluyordu. Seçim propagandalarında tüm ova köylerinde bu konuyu işliyordum. Eğer seçimi Halkçı Parti kazanırsa sulama kanallarına yaz kış su bırakacağız. Susuzluktan meyve ağaçlarında meyveler buruşuyor, sebzeler kuruyordu. Partilere tercihli telefon verildiği halde ben almamıştım. Zira ipini koparan uzaklardaki, hatta Avrupa’daki akrabalarını arayarak ağır ödemeler yapmamıza neden olacaklardı. Bu nedenle gerekli aramaları postaneden yapardım. Çiftçilerimizin su konusunu Tarım Bakanlığına iletecek ve Gediz’in denize boşa akmakta olan suyunun sulama kanallarına akıtılmasını isteyecektim. Telefona yanıt verene susuzluk konusunu anlattığımda şaşırtıcı bir yanıt almıştım. Tamam, bey efendi ben dileğinizi enerji bakanlığına iletirim demişti. Ben de bey efendi siz elektrik mühendisi misiniz diye sordum? Evet dedi. Nasıl anladınız? Ülkemizin kaderi bu olduğundan. Tarım bakanlığında elektrik mühendisi çalıştırılır. Enerji bakanlığında da tarım mühendisi. Bu sayede işler çorbaya döner. Kimin ne yaptığı ne yapacağı bilinmez. Bey efendi siz bana hakaret ediyorsunuz dediğinde nasıl algılıyorsanız öyledir diyerek telefonu kapattım. Bu konuşmamı dinleyen bir PTT memuru arkadaşlarına bizim başkan başına bela arıyor. Hiç devlet memuru ile öyle konuşulur mu demiş? Bunu bana ilettiklerinde ona söylediklerim az bile. Ülkemizin gerçeği budur. Kimsenin gocunmaya hakkı yok demiştim.
Bu müşavir olarak atananlardan birine gittiniz. Bir konuda kendisinden bir konuyu öğrenmek istediğinizde size yol gösterebilecek mi? Sizi aydınlata bilecek mi? Ya başından savacaktır. Ya da yanlış bir yöne yönlendirecektir. Peki, bu uzman olmayan uzmanlar atanmış oldukları yerlerde ne işe yarayacaktır? Kuru kalabalıktan başka ne olabilirler ki?
Türkiye’yi yönetenler adama göre iş anlayışından kurtulamadığı sürece kalkınma denilen olgu asla gerçekleşemez. KİT lerin zarara etmesine neden olan bu olgu değil miydi? Bu kafa yüzünden kamuya ait fabrikalar yok pahasına yandaşlara satıldı. Bu kafa yüzünden işsizlik çığ gibi büyüdü ve yüzde on üçlere tırmandı. KİT ler satılırken KİT lerin satılmasına alkış tutan işsizlere selam olsun.
Özcan Nevres ozcan.nevres@gmail.com
Ağaçlar Katledilirken
Ağaçlar katledilirken
Ağaç demek orman demektir. Orman demek yağmur ve bereket demektir. Bunun bilincinde olan ve varını yoğunu ormanları ve ağaçları korumaya adamış olan Tabiat Dede muhteşem bir insandır Tabiat Dede İlerlemiş yaşına rağmen insanlara orman ve ağaç sevgisi öğretmeye çalışan muhteşem bir insan. Hayrettin Karaca tüm mal varlığını oğluna devretmiş ve kendisini sosyal çalışmaya adamış ve oldukça esprili bir insandır. Bakınız Vikipedi sitesinde Hayrettin Karaca için neler yazılmış. Ellili yaşlarında, Türkiye’nin ilk özel arboretumunu kurdu. Yurtiçi ve yurtdışında gezdiği her yerden tohumlar topladı, botanik bahçelerini gezdi, bağlantılar kurdu. Bugün Yalova‘daki Karaca Arboretumu, dünyanın her yerindeki botanikçiler tarafından bilinmektedir. Yılda iki kez yayınlanan Arboretum Magazin’i bilim adamlarının araştırma ve görüşlerinin yayınlandığı bir forumdur. 14.000 türü barındıran arberetum aynı zamanda ülkenin tehlikedeki türleri için bir gen koruma merkezidir. Hannover Üniversitesi‘nden ekoloji profesörü Franz H. Meyer, Hayrettin Karaca’dan “Şimdiye kadar hiç böylesine kişisel çıkar gütmeden, kendini insanlığın yararına çalışmaya adamış birine rastlamadım.” diye bahsetmektedir. Ayrıca, TEMA Vakfı‘nın kurucularındandır. Doğal hayatla ilgilenmeye, özellikle ağaç dikim çalışmalarına devam etmektedir.
Değerli okuyucularım Hayrettin Karaca 1922 yılında doğmuştur. Yani doksan üç yaşındadır. Kırım kökenli bir ailenin oğludur. Bir insan doksan üç yaşına girdiği halde halen tohum geliştirmeye, ağaç fidanları yetiştirmeye gücünün yettiğince ağaç dikmeye çalışıyorsa o kişi samimiyetle eli öpülecek kişidir. Bu ilerlemiş yaşında halen üretim yapmaya çalışıyorsa bu çalışmaları kendi geleceğini garanti altına almak için olamaz. Onun tek amacı kendisinden sonra gelen kuşaklara yeşil ve sağlıklı bir vatan bırakmaktır. Zira orman demek yağmur demektir. Orman demek bereket demektir. Zira orman yağan yağmurun sele dönüşmesini önler, yer altı sularının zenginleşmesini sağlar ve toprağın aşınmasına engel olur. Katledilen ormanlar yüzünden her yıl Kıbrıs adası kadar toprak kaybında olduğumuzu bilmemiz gerekir.
Bir yaz gününü düşünün. Cehennemi bir sıcak var. Sizi serinletecek, sıcaktan bayılmanızı önleyecek iki şey vardır. Bir ağaç altı ve bir yol boyu çeşmesi. Yol boyu maslaklarının kaynağı ormanlardır. Ormanlar yakıldığında veya ağaç katliamı ile yok edildiğinde yol boyu çeşmeleri mutlaka kurur. Kuruyan yalnızca maslaklar mıdır? O parmak kalınlığında akan suyun çevresinde nasıl bir yeşil doğa oluştuğunu bilmeyenlerimiz yoktur. Zira su hayattır. Suyun hayat verdiği ağaçlar doğaya muhteşem bir güzellik katar. Bu yüzden bırakınız koca bir ormanı yok etmeyi, bir tek ağacı bile yok etmemeliyiz. Bir gün uzun bir yolculukta belki de o tek ağacın gölgesinde yatıp dinlenecek ve serinleyeceksiniz.
Çocukluğumda Yamanlar dağının ormanı ovaya kadar iner ve adeta zeytinliklerdeki zeytin ağaçlarıyla kucaklaşırlardı. Peş peşe çıkarılan orman suçları afları yüzünden orman ağaçları odun elde etmek için kesildi. Kestikçe kestiler ve kesmeye doymadılar. Orman yok edilmeden önce yer altı suları oldukça verimliydi. Orman yok edildikten sonra yer altı suları oldukça derinlere kaçtı ve oldukça da verimsizleşti.
Bin dokuz yüz elli yedi yılında İstanbul Harbiye’de Birinci Ordu Muhabere komutanlığında genel evrak müdürü ve personel amiri olarak askerlik görevimi yapıyordum. Bir arkadaşım hadi Sarıyer’e gidelim. Yemyeşil bir doğanın içinde güzel b ir piknik yapalım demişti. Sarıyer’in namını duyuyordum ama hiç gitmemiştim. Bu öneri oraları görmem için büyük bir fırsattı. Bolca domates, peynir ve ekmek alıp Sarıyer’e gittik. Sahildeki sahile paralel giden bir yoldan ilerlemeye başladık. Neredeyse adım başı su tulumbaları vardı. Kolu hafifçe bastırdığımızda oluk, oluk su akıyordu. Birkaç kol basıp durgun suyu boşalttıktan sonra buz gibi suyundan kana, kana içtik. Ormanın güzelliği bizi mest etmişti. Her yer piknikçilerle dolu olduğundan kendimize zar zor oturacak bir yer bulduk. Domatesleri tulumbanın buz gibi suyunda yıkadıktan sonra gazeteden piknik soframızı açtık. Yanımızda getirdiklerimizle doya, doya karnımızı doyurduk. Bu gezimizin üzerinden yaklaşık atmış yıl geçtiği halde hiç unutmadım. On beş yıl önce Sarıyer’de oturmakta olan oğlumu görmeye gittiğimde şok olmuştum. Gürül, gürül akan çeşmelerin betonlaşma ve ağaç katliamı yüzünden neredeyse tamamı yok olmuştu. O gürül, gürül akan tulumbaların izi bile kalmamıştı.Oysa orman sağlıktır, güzelliktir. İklim dengeleyicisidir. Ne yazık ki kendi ayağımıza kurşun sıkar gibi ormanların yok edilmesine neden oluyoruz.
Özcan Nevres ozcan.nevres@gmail.com
Güzel Ülkem Nereye
Güzel ülkem Nereye
AKP iktidara geldiğinden bu yana akıl almaz işlere imza atıyor. AKP sayesinde bir günü diğer güne uymayan bir devlet yönetimine tanık olduk. Bu yüzden de Güneydoğu’da yaşananları ibret ve korkuyla izliyoruz. Bu güne kadar bu konuda hiçbir şey yazmamış olmamın nedeni suların durulmasını beklemem oldu. Son olarak Selahattin Demirtaş’ın söyledikleri bardağı taşıran son damla oldu. Bu sefer bize kuyruk değil dana kalacak diyor. Bu kişi neyine güvenip de koskoca Türkiye Cumhuriyeti devletini tehdit edebiliyor. Ateş olsa cürümü kadar yer yakar ama yine de bu kişiye haddini bildirmek devletin görevi olmalıdır.
Bir ülkenin refahı fert başına düşen ulusal geliriyle ölçülür. Şayet bu gelir ülke insanına eşit dağılıyorsa o ülkede refahtan söz edilebilir. Bir ülkenin yıllık gelirinin yüzde seksenini zenginleri, yüzde onunu orta hallileri ve yüzde onunu da ülkenin yüzde sekseni olan fakirler alıyorlarsa o ülkede refahtan söz edilemez. Bir ülkenin yönetimi halkına kömür ve makarna dağıtmak ile öğünüyorsa o ülkede refahtan söz edilemez. Kaldı ki bu sözde yardımları fakirleri sevdiklerinden değil, onların oylarını almak için yapmaktadırlar. Üstelik bu yardımlar yapılırken yandaşların da daha çok kalkınmalarını sağlıyorlar. Örneğin geçen yıl dağıtılan on binlerce ton kömürün yarısının taş olduğu müfettişlerce ortaya çıkarılmıştır. Aslında bu yardımları lütuf olarak görenlerin, çocuklarının ve torunlarının geleceğini de düşünmeleri gerekir. Örgütlenip bize sadaka vermeyin iş verin diye haykırmaları gerekir. İşsizliğin yüzde on ikilerde olduğu bir ortamda bir de gizli işsizleri katacak olursak işsizliğin çok acı gerçeğini çok daha iyi kavramış oluruz. İşsizlik insanların kaderi değil, idarecilerin beceriksizliğidir. Bu nedenle işsizler ve geleceğin işsizleri en sert şekilde tepkilerini göstermelidirler.
Kurtuluş savaşı sonrasında elde olan yanmış, yıkılmış, harap olmuş bir ülkeydi. Mustafa Kemal Atatürk yeni kurulan devletin ilkelerini altı ok ile belirlemişti. Bu ilkelerin tümü çok önemliydi ama en önemlisi devletçilik ilkesiydi. Zira gelişmemiş ve az gelişmiş ülkelerde ekonominin lokomotifi devlettir. Devletçilik ilkesiyle ülkenin her yanında fabrikalar kurulmuştur. İş adamları sermaye sahibi olduktan sonra karma ekonomiye geçilmiştir.
İşsizliğin bu denli çoğalmasının nedeni nedir? Devlet bisküvi, makarna satmaz diyen zihniyetler iktidar olduklarında ilk işleri devlet yatırımlarını eleştirmek olmuştu. Onlara göre kamu işletmeleri sürekli zarar ederek devletin sırtına kambur olmuşlardı. İşin en acı yanı kamu kurumlarının satışa çıkarılmasına işçilerin alkış tutmalarıydı. İşsizler çoğaldıkça serbest çalışanların iş alanlarını paylaşacaklarını, bu yüzden kendilerinin de işsiz kalacaklarını hiç düşünmediler.
Kamu yatırımları gerçekten ekonominin sırtına kambur olmuş muydu? Evet olmuştu. Zira bu kurumların yöneticileri politikacıların baskısı altındaydı. Politikacılar bir daha seçilmekten başka bir şey düşünmediklerinden kurum müdürleri kendilerine gelen hamili kartlı iş baş vurusunda bulunanları işe almak zorundaydılar. Politikacılar bu kurumlardan ellerini çekmiş olsalardı bu kurumların tümü kara geçer ve devletin sırtına yük olmaktan kurtulurlardı. Sakarya’daki Türk traktör fabrikasında oldu gibi. Sakarya’daki traktör fabrikası tam kapasite ile çalıştırıldığında yedi yüz atmış işçi çalıştırması gerekiyordu. Oysa yarım kapasiteyle çalıştırılan fabrikada bin beş yüz kişiye yakın işçi çalışıyor görünüyordu. Fabrikaya yeni atanan müdür kapasiteyi yüzde yüze çıkardığı halde yaklaşık yedi yüz elli işçisini başka iş alanlarına kaydırılmasını sağlamıştı. Bu düzenleme yapıldıktan sonra fabrika kara geçmişti. Diğer fabrikalarda da aynı uygulama yapılmış olsaydı zarar ediyor diye satılan tüm fabrikalar kara geçer ve yüz binlerce işçinin işsiz kalmasına neden olunmazdı.
Özcan Nevres ozcan.nevres@gmail.com
Korkutan İklim Değişikliği
Korkutan İklim Değişikliği
İki bin on üç yılındaki iklim değişikliği birçok olumsuzluklara neden oldu. En büyük sıkıntıyı da meyvelerde ve sebzelerde yaşadık. Daha önceki yıllarda kilosu bir liraya kadar düşen Mürdüm eriği geçtiğimiz yıl üç liradan aşağı düşmedi. Diğer meyveler için de aynı durum geçerli oldu. Geçen yıl sağlığımız için çok gerekli olan kuru kayısının kilosu on liraydı. Bu yıl ise elli lira. Nedeni ise ağaçların çiçek açma mevsimindeki kötü iklim koşullarıdır. Bu günlerdeki hava durumuna baktığımızda iki bin on dört yılının da çok zor bir yıl olacağını söylemek hayal perestlik olmaz. Meteorolojiden verilen bilgilere göre hava on, on iki derece daha soğuyacak. Neredeyse her evin bahçesinde bulunan güller ile nar ağaçları bu yüzden büyük bir risk altındadır. Zira güller ve narlar için soğuğa dayanma sınırı eksi on derecedir. Hava eksi on dereceden aşağı düştüğünde narlar ve güller donarlar. Donmaları da kurumalarına neden olur. Eğer yetiştirildikleri topraklar bol gübreli ise kökler dondan etkilenmez ve baharda filiz sürerek hızla büyümeye başlarlar. Ne kadar hızlı büyürlerse büyüsünler bu durumda nar ağacı en az iki yıl meyve vermeyecektir.
Bu soğuk günlerde beni kara, kara düşündüren iki konu var. Birincisi bahçemdeki çekirdeksiz nar ağaçları, ikincisi ise sokağımızdaki kediler. Kediler on bir saat yiyecek bir şey bulamazlarsa ölürler. Çok soğuk havalarda çöp bidonlarındaki yiyecekler donmuş olduklarından çöplerden yiyecek bulamayan kedilerin aç kalmalarına neden olmaktadır. Sokağımızda o kadar çok kedi var ki tümünü doyurmak çok zor. Günde iki kez et suyu ile ıslatılmış ekmek vermemiz bile yeterli olmuyor. Bu soğuk havalarda kedileri beslerken kuşları da kedilerden koruyarak beslememiz gerekiyor. İlk işim kedilerin ulaşamayacağı bir yere bir yemlik ve suluk koymak olacak. Aksi halde kuşları yaşatmak için verdiğimiz yemler kuşların kedilere yem olmasına neden olur.
Yıllardan beri hayvan barınakları yapılmasını özlemle bekliyoruz. Nedense hayvan barınağı denildiğinde ilk akla gelen köpek barınakları oluyor. Sormak gerekir. Köpekler hayvan da kediler hayvan değil mi? Şu an sokağımızda en az on kedi var. Peki, bunlardan kaçı önümüzdeki ilkbaharı görecek? Sokak kedilerinin yavruları bile kışı atlatamazken çocukları istedi diye evlerine kedi alanlar, çocukları bıktığında sokağa bıraktıkları kediler çok güç olan sokak koşullarında yaşamlarını sürdürmeleri olası mı?
Güzel mi güzel beyaz bir kedi bu yaz sokağımızda görünmüştü. Kendisi gibi güzel dört yavrusu vardı. Daha ilk soğuklarda biri yok oldu. Bakalım yok olma sırası diğerlerine ne zaman gelecek? Öyle yabaniler ki onlar için yapmış olduğum barınağa bile girmiyorlar. Yemeleri için yiyecek koyduğumuzda bile biz uzaklaşmadan yiyeceğin yanına gitmiyorlar. İnşallah belediye köpek barınağı kurduğu gibi kedi barınağı da kurar ve bu sevimli hayvanların da yaşamları süreklilik kazanır.
Bu kış iş bulamayanlar ile çalışmayı sevmeyenler önümüzdeki seçim sayesinde diğer yıllardaki kadar üşümeyecekler. Zira iktidar seçim yatırımı olarak bu kişilere beşer yüz kilo kömür dağıtacak. İdareli kullanırlarsa ve sokaklarda buldukları çalı çırpıyı evlerine taşıma zahmetine katlanırlarsa kışı fazla üşümeden geçirebilirler.
Özcan Nevres ozcan.nevres@gmail.com